28 Mayıs 2011 Cumartesi

17 yıldır başka kayıplar olmasın diye...
Foto: 17 yıldır başka kayıplar olmasın diye...
İSTANBUL (28.05.2011)- Kaybettikleri bir eşyaları değil, en kıymetlileri, sevdikleri. Bu sebeptendir hiç yorulmadılar aynı meydanda beklemekten, kayıplarının akıbetini sormaktan. 17 yılda hiç tükenmedi bekleme istekleri, mücadele azimleri, öfkeleri... Kayıp yakınları, 17. yıla giren bekleyişlerine vicdan sahibi herkesi çağırıyor.
Bir bekleyiş onlarınki... Üç kuşağın bekleyişi, arayışı, özlemi, mücadele azmi. Anneler, babalar çocuklarını ararken aramızdan ayrıldılar, çocuklar göremedikleri babalarının izini sürdüler, torunlar dedelerini o meydandaki fotoğraflardan tanıdılar. Ocak ailesinin 27 Mayıs 1995'de "Sağ aldınız sağ istiyoruz" diyerek Galatasaray Meydanı'nda buluşmasından bu yana, tam 17 yıldır sessiz bir çığlık dolanıyor o meydanda.
Kayıp yakınları bugün yine saat 12.00'da Galatasaray Meydanı'nda olacaklar. 1995'ten bu yana o meydanı kendine mesken eyleyenlere ilk eylemi ve kayıplar mücadelesini sorduk.
Ocak: Devlet suç üstü yakalanmıştı
Mücadelenin mimarlarından Ocak ailesinin bir bireyi olan Hüseyin Ocak, Cumartesi eylemlerinin serüvenini şöyle anlattı: "Hasan'ın mücadelesini yürütürken, 55 gün sonra Hasan'a ulaştık. Diğer kayıplardan daha farklı bir mücadele gelişti. Birçok çevre bunu sahiplendi. Özelikle Hasan'ın arkadaşları bizi yalnız bırakmadılar. Bu mücadele hem Türkiye'de hem de uluslararası kamuoyunda yankı uyandırdı. Devlet suç üstü yakalanmıştı. Bunu daha ileriye taşımak, hesap sormak gerekiyordu. Biz Hasan'ın mücadelesine başlarken 'Sağ aldınız sağ istiyoruz' dedik ama maalesef sağ alamadık. İşkence edilmiş, parçalanmış bedenini alabildik.
'Bu son olsun diye'
Başka aileler bu sonuca ulaşmasın diye bir mücadele gelişti ve Hasan'ın bulunmasından sonra İHD yöneticileri, Hasan'ın yoldaşları, aydınlar, sanatçılar yaklaşık 30 kişiden oluşan bir gurup 27 Mayıs 1995'de eyleme başladık. Sesimizi duyuralım, kayıplar olmasın, kaybedilenlerin akıbeti açıklansın ve sorumlular yargılansın talepleriyle oturmuştuk. O gerçekten ses getirdi. Rıdvan Karakoç'un da bulunmasıyla beraber daha büyük bir ivme kazandı.
Kayıplar durdu
Anneler çok büyük eziyetler çekti. 600'e yakın insan gözaltına alındı, anneler otobüslere bindirilip biber gazı sıkılıyordu, saçlarından tutup yerlerde sürükleniyorlardı. 30 hafta boyunca gözaltılar, küfürler, yerde sürüklemeler... Annelerimizin çoğu yaşlıydı, artık tahammül edilemeyecek duruma gelmişti. Bundan dolayı 200. haftada ara vermek durumunda kaldık. Ama Galatasaray eylemi Türkiye'de en uzun soluklu sivil itaatsizlik eylemiydi. 1995'de başladığımızda bir yılda 250 kişi kaybediliyordu, İHD'nin raporlarına göre. 1999 yılında bırakmak zorunda kaldığımızda bu sayı 9'a düşmüştü. Geldiğimiz noktada gözaltında kayıplar yok ama failleri yargılatamadık. Kaybolanların akıbetini bulamadık. Toplu mezarlar çıkmasına rağmen sorumluları hala hesap vermiyor. Mevcut yasalar geçmişle yüzleşme boyutunda değil."
'Mücadele bir taş olsun'
Genç yaşta kardeşini kaybeden Hüsniye Ocak ilk eylemdeki duygularını şöyle anlattı: "O anki duygu çok farklıydı çünkü gencecik bir bedenimizi toprağa vermiştik. İşkence edilmiş, tel ile boğularak, birçok kemiği kırıldıktan sonra öldürülmüş bir bedeni toprağa vermiştik. Bu son olsun diyorduk. İlk eylemi de bu bilinçle yaptık.
Aile olarak Hasan'ı belli bir aşamadan sonra bulamayınca şöyle bir yol izlemiştik; bu bir taş olsun bu mücadele. Hasan bir taş olsun, mücadele bunun üzerinden yükselsin. Bu konuda gerçekten Hasan'ın dostları, arkadaşları da bizi yalnız bırakmadılar."
Karakoç: Acı her şeyi göze almamızı sağladı
Kayıplar bakımından bir diğer simge isim olan Rıdvan Karakoç'un kardeşi Hasan Karakoç da 17 yıldır mücadeleyi sürdürüyor. Karakoç, "O dönem adeta yangın yeriydi" diye tanımladığı süreci şu sözlerle anlattı: "İnsanlar güpe gündüz gözaltına alınıyor, sivil, eli telsizli ya da silahlı kişiler tarafından apar topar alınarak götürülüyorlardı. Onlardan haber almak mümkün olmuyordu. O dönemde meydana çıkmak kaybolmaya eşdeğerdi. Her eyleme gittiğimizde geri dönememe korkumuz vardı. Ancak kararlıydık. Kaybedecek bir şeyimiz kalmamıştı, kardeşimizi, ailemizden bir parçayı kaybetmiştik. O duygularla çıkıyorduk meydanlara.
Gaz atılmalar, coplanmalar gözaltına alınmaların hepsini yaşıyorduk. Ama kararlıydık. Kendi kaybımız için yapacak bir şeyimiz yoktu ancak bizim yaşadığımız acıyı bir başkası yaşamasın diye bu etkinliğe çıktık. Acımız her şeyi göze almamızı sağladı."
Tosun: Hesap sorulması için...
16 yıl önce eşi kaybedilen Hanım Tosun, çocuklarını Cumartesi Meydanı'nda büyüttüğünü söylüyor: "Cumartesi Anneleri eylemlerine Mayıs ayında başlamıştı. Benim de eşim aynı yıl 19 Ekim'de gözaltına alındı. Kendisinden haber alamadık. Ben de diğer aileler gibi oraya gittim. Bu güne kadar İstanbul'da olduğum sürece karda, yağmurda, güneşte hiçbir şey demeden aralıksız katıldım. O zaman benim 4, 6 ve 9 yaşında çocuğum vardı. O çocukları da orada büyüttüm. Saldırılar oldu, meydana gözaltına alındık, çocuğumun orada tek başına kaldığı günler vardı."
"Orada oturup eşimi geri getiremeyeceğimi biliyordum fakat sessiz kalmayı tercih etmedim" diyen Tosun, evde oturup acısıyla baş başa kalmadığı için vicdanının rahat olduğunu dile getiriyor. Tosun, genç bir kadının kaybedilmesini nasıl önlediklerini şöyle anlatıyor: "Biz orada oturmasaydık onlarca, yüzlerce insan kaybolacaktı. Bir genç kadın gelip 'eğer ben hayattaysam bu annelerin sayesindedir' dedi. 'Polis beni gözaltına aldı ve bir polis de bırakın gitsin sonra annesi de o çılgın annelerin arasına katılacak, diyecek kayıptır. Kimsenin sesini duymak istemiyorum' dedi."
"Binlerce çocuk babasız kaldı, babalarının mezarlarının nerede olduğunu bilmiyor. Bundan daha acı bir şey olabilir mi? Binlerce kadın dul kaldı, binlerce ana çocuk hasreti çekiyor. Senin en sevdiğin, canından bir parça kayboluyor ve nerede olduğunu bilmiyorsun" diyen Tosun, Arjantin'deki anneler nasıl hesap sorduysa kendilerinin de aynı sonuca ulaşmak istediklerini söylüyor.
Yurdatapan: Barış olmazsa yeniden kötü günler yaşanır
Cumartesi eylemlerinde sadece kayıp yakınları değil, aydınlar sanatçılar da 17 yıldır hesap sorulmasını istiyor. Şanar Yurdatapan, ilk Cumartesi eylemlerine katılan bir sanatçı ve o günleri çok net hatırlıyor: "İlk günlerde çok ilginç şeylere tanık olduk. Bir defasında tam buluşulan yerde bir otobüs belirdi. Kayıplarınızı arıyorsanız biz yardımcı oluruz diye. Annelerin birkaçı gidip otobüse kayıt bile yaptırmaya başladılar. Bu tamamen bir devlet komplosuydu. Bu ve bunun gibi zamanlarda en hızlı düşünülen bu tür duygularla düşünen insanları kışkırtmak ve üzerlerine saldırtmak tehlikesiydi. Bir defasında bir adam elinde bir bayrak orada bekliyordu. Benim de hakkım yok mu burada oturmaya diyor. Öğrendik ki bir grup hazırlık yapmış o adam kalabalığı tahrik edince orada bir kavga çıkacak ve basında Cumartesi Anneleri denen şeyin bir provokasyon olduğu imajı verilecek. Onlarla uğraşa uğraşa ilerledik. Marşlar çalınıyordu. İnsanları gererek olay çıkartmaya çalışıyorlardı.
O gün onları inkar eden devlet bugün başka şeyleri inkar ediyor. Bugün yeni yalanlar söylenmeye devam ediliyor. Savaş durumu düşürülmedikçe kalıcı bir barışa evrilmedikçe bu süreç korkarım benzer kötü günler yaşayabiliriz."
Av. Yoleri: Hasan Ocak kampanyası mücadelenin ateşini yaktı
ICAD avukatlarından Gülseren Yoleri, Rıdvan Karakoç ve Hasan Ocak'ın mezarlarının bulunmasının kayıplar mücadelesinin ateşini yaktığı görüşünde: "Gözaltında kayıplara karşı mücadele Türkiye'de '90'lı yılların başında hız kazanmaya başladı. Daha önce de vardı tabi ki insanlar kayıplarını bulabilmek için çaba harcıyordu ama bu çok görünür ve sistemli bir mücadele biçiminde değildi. Bu yıllarda hatırladığım Hasan Gülünay ve Hüseyin Toraman'la ilgili kampanyalarla bilinir oldu gözaltında kayıplar olgusu. Arkasından Hasan Ocak'ın kaybedilmesi, mücadeleyi bugüne taşıyan ateşi yaktı. Rıdvan Karakoç ve Hasan Ocak'ın mezarlarının bulunması, diğer kayıp ailelerindeki umutsuzluğu kırdı, mücadele azmi yarattı ve bir araya getirdi. Zaten Cumartesi Anneleri'nin oturma eylemleri ondan sonra organize edildi. Aileler birken 2, 2 iken 5 oldu ve hikayeler çoğaldı. Bu yan yana geliş hukuksal girişimleri de teşvik etti."
Av. Yoleri, bugüne kadar kayıp olayında sorumluların açığa çıkarılmadığını belirterek, kaybedenlerin hala devlet tarafından korunduğunu söylüyor.(Dicle Müftüoğlu/ETHA)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder