28 Şubat 2011 Pazartesi

'Sonuna kadar soruşturacak mısınız?' 
Foto: 'Sonuna kadar soruşturacak mısınız?' 
 
http://www.atilim.org/haberler/2011/02/26/_Sonuna_kadar_sorusturacak_misiniz___.html
İSTANBUL (26.02.2011)- Cumartesi Anneleri, 309. kez soğuk havaya, kar yağışına rağmen Galatasaray Meydanı'nda buluştu. Cumartesi Anneleri, Kayıplar Komisyonu'na "Sonuna kadar gidecek siyasi irade gösterebilecek misiniz?" diye sordu.
Cumartesi Anneleri, yine ellerinde kayıplarının fotoğrafları ile karanfiller taşıdı. Eyleme TBMM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde kurulan Kayıplar Komisyonu'nun üyelerinden, CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ile 12 Eylül döneminde kaybedilen Maksut Tepeli'nin Hollanda'da yaşayan eşi de katıldı.
Komisyon annelerin çabalarıyla kuruldu
Soysal, bu komisyonun yıllardır yılmadan mücadele eden Cumartesi Anneleri'nin çabasıyla kurulduğunu dile getirdi. Komisyon olarak 4-5 Mart'ta Almanya'ya giderek Cemil Kırbayır dosyası ile ilgili tanığı dinleyeceklerini belirten Soysal, kayıp yakınlarının taleplerini meclise taşıyacağını söyledi. Kayıplarla ilgili sonuca ulaşmak için İçişleri Bakanlığı'nın dosyalarının incelenmesi gerektiğini vurgulayan Soysal, "eski dosyalar açılırsa tüm failler bulunur" dedi.
'Maksut'a anne oldunuz'
Bu hafta 1984 yılında kaybedilen Maksut Tepeli'nin eşi Şehriban Tepeli, kamuoyuna seslendi. Hollanda'da yaşayan ve ICAD üyesi olan Tepeli, Cumartesi Anneleri'ne teşekkür etti, "Yıllardır siz Maksut'a anne oldunuz, baba oldunuz, kardeş oldunuz" dedi.
Karanfil bırakabilmek için bir mezar
Nurettin Yedigöl'ün kardeşi Muzaffer Yedigöl, "Artık bir mezarımız olsun istiyoruz. Dokunabileceğimiz, karanfil bırakabileceğimiz, mevlüt okutabileceğimiz bir mezar..." diye konuştu.
Cüneyt Aydınlar'ın amcası, yetkililere tepkisini "17 yıl değil sadece 17 dakika kendinizi Cüneyt'in annesi yerine koyun" sözleriyle dile getirdi.
Toplu mezar gerçeği
Bu haftaki açıklamayı İHD Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Gülseren Yoleri okudu. Türk Tabipleri Birliği ve İHD'nin toplu mezarlar ile ilgili inceleme başlattığını söyleyen Yoleri, Türkiye'nin büyük çaplı bir toplu mezar gerçeği ile yüz yüze olduğunu söyledi.
Cüneyt Aydınlar...
1994 yılında kaybedilen Cüneyt Aydınlar'ın öyküsünü aktaran Yoleri, "Annesi Menekşe, babası Abdulkadir 17 yıldır Cüneyt'ten haber bekliyor. Baba Abdulkadir Aydınlar İstanbul'daki tüm mezarlıklara baktı. Mezarlık yetkilileri 'polisler tarafından getirilen cesetlerin genelde apar topar gömüldüklerini, cesetlerle ilgili polislere hiçbirşey sormaya yetkilerinin olmadığını' söyledi" dedi.
Komisyona sorular
Komisyona seslenen Yoleri, şöyle dedi: "Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'e, Başbakan'ı Tansu Çiller'e, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ve o dönem görev yapan yetkililere Cüneyt Aydınlar'a ne oldu diye soracak mısınız? JİTEM yapılanmasının içinde yer alan tüm suçluların ifadesine başvuracak mısınız? Özel Harp Dairesi'ne dokunacak mısınız?"(ETHA)
Tanıklığı dikkate bile alınmadı
Foto: Tanıklığı dikkate bile alınmadı 
 
http://www.atilim.org/haberler/2011/02/28/Tanikligi_dikkate_bile_alinmadi.html
İSTANBUL (28.02.2011)- Sosyalist Bilgi Tağaç, gözaltında kayıplara karşı mücadelenin simgesi Hasan Ocak’ın adını, "gözaltına alınanlar listesi"nde gördü. Tanıklığına başvurulmasını istedi. Ancak tanıklığı dikkate bile alınmazken, kaçırıldı, "senin sonunda Hasan Ocak gibi olur” denilerek tehdit edildi. Ocak ailesi, dosyanın yeniden açılması için savcılığa yaptığı başvuruda Bilgi Tağaç’ı bir kez daha tanık olarak gösterdi.
ESP Sosyalist Kadın Meclisleri MYK üyesi olan Bilgi Tağaç, 26 Mart 1995 tarihinde Bostancı Gösteri Merkezi’nde İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu’nun düzenlediği kurultay çıkışında sivil polislerce gözaltına alındı. Bu sırada polislerin şiddetine maruz kalan Tağaç, başına aldığı darbenin etkisiyle bayıldı. Buna rağmen hastane yerine işkence merkezi olarak bilinen Aksaray Vatan Caddesi’ndeki Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü.
Gözlerimiz bağlıydı
Bilgi Tağaç, kurultaya katılan iki kişiyle birlikte gözaltına alınıp şubeye götürülüş sürecini söyle anlattı: “Arkası kapalı bir araç içine gözlerimiz bağlı olduğu halde çuval gibi atıldık. Aksaray'da bulunan Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğümüzde gözlerimiz bağlı olduğu halde her birimiz ayrı ayrı yerlere götürüldük. Üst araması vb. yapıldıktan bir süre sonra bir odada tek başına bekletildim. Arkasından koridor gibi yerde beklettiler. Bu süre ne kadar geçti hatırlamıyorum. Aynı gün içinde beni bulunduğum odadan alıp başka bir odaya götürdüler. Bu odada benim dışımda başka kadın ve erkeklerinde tutulduğunu seslerinden anladım. Bir sandalyeye oturttular beni. Başım aldığım yaradan dolayı kanadığı için tuvalete gitmek istedim izin vermediler.”
Her şeye rağmen gaz bağını açtım
Odada bekletilirken sivil polislerin odadan çıkmasının ardından her şeye rağmen göz bandını açtığını söyleyen Tağaç, gördüklerini şöyle anlattı: “Odada bekletilenlerin sandalyelerinde bile oturmakta güçlük çektiğini gördüm. Hatırlayabildiğim kadarıyla göz bantları vardı çoğunun. Odada benden önce gözaltına alınan ablam Sevgi Tağaç’ın da olduğunu gördüm. Benim getirildiğimi duyunca yaramla ilgilenmeye çalıştı. İçeri bir süre sonra sivil polisler geldi, göz bandımı çıkardığım için müdahale etti tartaklamaya çalıştı. Bu bir süre devam ettikten sonra göz bandımı yeniden takıp odadan çıktılar.”
Gözaltı listesinde adını gördüm
Bilgi Tağaç, parmak izi için kendisine imzalatılan kağıtta Hasan Ocak ismini gördüğünü belirtti: “Parmak izi için bir kağıt imzalamamı söylediler. Kağıdı okumak istediğimi söyledim. Göz bandını kaldırıp kağıda baktım. Kendi adım soyadımın da olduğu birçok ismin alt alta yazılı olduğunu gördüm. Bunlar gözaltına alınanların isimleriydi. Listede bulunan birçok isim odada ismi okunanlar arasındaki kişilerdi. Listede dikkatimi çeken Hasan Ocak adıydı. Katıldığım kurultayda bir grup işçi Hasan Ocak’ın gözaltına alındığını ve serbest bırakılmasını isteyen sloganlar atıyordu. Bu ismi orada ve birkaç gün öncede ailesinin basına yaptığı açıklamalardan duymuştum.”
Tanıklığım dikkate bile alınmadı
Bilgi Tağaç, çıkarıldığı mahkemede tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne götürüldü. Cezaevinde bulunduğu süre içinde Hasan Ocak sürecini basından takip etti ve tanık olmak istediği beyan etti. Avukatları aracılığıyla kimi hukuksal girişimleri başlatan Tağaç, “Sanırım bir ay sonra hapishaneye devletin atadığı müfettişler geldi. Bu müfettişlere yaşadıklarımı gözaltında Hasan Ocak ismini gördüğümü anlattım. Bu hukuksal girişimlerin sonuçlarını alamadım. Tanıklığım dikkate bile alınmadı” dedi.
Ocak ailesinin AİHM’de açtığı dava kapsamında Ankara’da ifadesi alınan Tağaç, “Oluşturulan komisyona tüm ayrıntılarıyla yaşadıklarımı, tanıklığımı, yaptığım hukuksal girişimlerimi anlattım” diye belirtti.
‘Sonun Hasan gibi olur’ diye tehdit edildi
Tahliye edildikten sonra Hasan Ocak’la ilgili sürdürülen kampanya çalışmalarına destek olduğunu anlatan Tağaç, bu süreç içinde “sonun Hasan Ocak gibi olur” diye tehdit edildi. Tağaç, aldığı tehditlere ilişkin şunları söyledi: “Bu süreçte polislerin tacizine, tehdidine maruz kaldım. Evime gelen telefonlarla tehdit edildim. Akıllı olmamı, aksi halde sonumun Hasan Ocak gibi olacağını söyleyen tehdit telefonlarıydı bunlar. Sokakta yürürken takip edilerek, taciz tehditlerine maruz kaldım. Ailem bu tanıklık olayından dolayı tehdit edildi. Bunları o dönemde kamuoyu ile paylaştık.”
Telefonla tehdit yetmedi kaçırıldı
SKM MYK üyesi Bilgi Tağaç, 1998 yılının Ekim ayında polisler tarafından kaçırılarak gözaltına alındığında da aynı tehditlerle karşılaştığını anımsatarak, şunları söyledi: “Evimden çıkıp işyerime doğru giderken evime yakın bir mesafeden kaçırılarak gözaltına alındım. Gözaltına alındıktan sonra çok yoğun işkenceler uyguladılar. Sorgu sırasında polisler bana, ‘Hasan Ocak’tan sonra seni de kaybederiz. Seni gözaltına aldığımızı kimse görmedi. Kaçıncı kayıp olmak istiyorsun?” gibi tehditler savurdu. Tehditler esasen tanık olmamdan kaynaklıydı.”
Dava açılırsa yeniden tanıklık yapacak
Hasan Ocak’ın ailesi geçtiğimiz hafta içinde, dosyanın yeniden açılması için savcılığa başvuruda bulundu. Başvuruda Ergenekon sanıkları Veli Küçük, Osman Yıldırım, Osman Gürbüz, Hanefi Avcı, Korkut Eken, Ergenekon davası gizli tanıklarından Kehribar, Gurbet ve 9 numaralı gizli tanığın yargılanmasını istendi. Bilgi Tağaç’ın tanıklığına başvurulması da talep edildi. (SERAY NEVİZADE/ETHA)

24 Şubat 2011 Perşembe

Kayıp yakınları: Görüşmeler umut verici
Foto: Kayıp yakınları: Görüşmeler umut verici 
 
http://www.atilim.org/haberler/2011/02/24/Kayip_yakinlari__Gorusmeler_umut_verici.html
ANKARA (24.02.2011)- Kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları BDP’nin ardından AKP ve CHP ile temaslarda bulundu. Kayıp yakınları, siyasi partilerle yapılan görüşmelere ilişkin İHD Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi.
Basın toplantısına İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, Barış Anneleri İnisiyatifi Sultan Koyun, YAKAY-DER Başkanı ve Cumartesi Annelerinden Hanım Tosun, Diyarbakır MEYA-DER Başkanı Ali Özen katıldı.
Heyet adına konuşma yapan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, üç gündür Ankara’da diploması çevreleri ile temaslarda bulunduklarını, AB Türkiye Delegasyonu, Federal Almanya Büyükelçisi, ve İngiltere Büyükelçisi ile görüştüklerini aktardı. Türkdoğan önümüzdeki günlerde ise Fransa Amerika ve Rusya Büyükelçileri ile görüşecekleri bilgisini verdi.
Türkdoğan: Geçmişle yüzleşme için uluslararası destek hazır
Diplomasi çevreleri ile yaptıkları görüşmelerin oldukça iyi geçtiğini belirten Türkdoğan, “Diplomatlar, başka ülkelerin deneyimlerini bildiklerini ve Türkiye'nin de kendi geleceğini inşa etmesinin yolunun geçmişiyle yüzleşmesinden geçtiğini söyledi. Geçmişle yüzleşme konusunda uluslararası destek mevcuttur yeter ki bu konuda siyasi irade kendisini ortaya koyabilsin, adım atabilsin” dedi.
Gözaltında kayıplar ve faili meçhul cinayetlerin ancak Hakikatler Komisyonu mahiyetinde gerçek bir komisyonun kurulmasıyla çözülebileceğini söyleyen Türtdoğan, devletin ve tüm toplumun süreçle yüzleşmesi gerektiğini belirtti.
Toplu mezarların Minnasota Protokolü’ne uygun olarak açılması gerektiğini ifade eden Türkdoğan, bu taleplerini özellikle AKP’ye ilettiklerini aktardı. Türkdoğan şunları kaydetti: “Toplu mezarların açılması, cesetlerin çıkarılmasında, delilleri karartılmamasında, kemiklerin tespit edilmesinde uyulması gereken kurallar var.dı. Bu noktada özellikle Adalet Bakanlığının olaya el koymasını ve protokol konusunda savcıları bilgilendirmesini ve protokolü genelge haline getirmesini istedik. Bu talebimizi tüm partilere ama özellikle AKP’ye ilettik. Unutulmamalıdır ki o mezarlarda bir halka mensup insanlar yatıyor. Kürt halkının onuru daha fazla zedelenmemeli. Ölen insanların anısına, yakınlarının acılarına saygı duyulmalıdır. Bu açıdan toplu mezarların açılması noktasında BM kurallarına uyuluncaya kadar ve tabi ki bir DNA bankası kuruluncaya kadar bu uygulama durdurulmalıdır.”
“Herkesin bir mezar hakkı var”
Devletin elindeki tüm arşivlerin açılmasını, silahlı çatışma adı altında ölen insanlara ilişkin tutulan tüm tutanaklarını açıklanması gerektiğini söyleyen Türkdoğan, “Silahlı militanlar ölmüş olabilir. Onlar insandır ve herkes insan onuruna uygun bir muamele görmeyi bekler. Herkesin bir mezar hakkı vardır. Mezar hakkı kavramı insanlık tarihinde çok kadim bir haktır. Bu hak devlet yetkilileri tarafından unutulmuşa benziyor. Bu ölümlerden, faili meçhul cinayetlerden sorumlu olanlar hala bu devletin başında. Soruşturma ve kovuşturmadan korkuyorlar. Dolayısıyla tüm bunları gözeten bir noktadan yeni bir süreç açılacak, toplumsal barış kurulacaksa Hakikatler komisyonunun kurulması önemlidir”
CHP: Elimizden geleni yapacağız
CHP grubundan Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Adalet Komisyonu üyesi Ali Rıza Öztürk ile görüştüklerini söyleyen İHD Genel Başkanı, “Hamzaçebi, ilettiğimiz talepleri haklı ve yerinde talepler olarak değerlendirdi. Kendilerinin de kayıpların akıbetinin araştırılması için meclise önerge sunduklarını ancak kabul edilmediğini dile getirdi. Hakikat komisyonu yada benzer bir komisyonun kurulaması konusunda ellerinden geleni yapacaklarını söyledi” bilgisini aktardı. Türkdoğan, bunun önemli bir gelişme olarak kaydettiklerini de sözlerine ekledi.
AKP: Talepler Başbakan'a iletilecek
Türkdoğan, AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapı ile görüşmeye ilişkin ise şunları aktardı: “Toplu mezarların açılması konusunda Minnasota protokolünün uygulanmasına ilişkin talebimizi Başbakan ve Adalet Bakanlığına ileteceğini belirtti. Kayıplarla ilgili olarak Türkiye'nin BM sözleşmesine taraf olamasıyla ilgili olarak çalıştıklarını bu konuda yakında sonuca varacaklarını söyledi. Kayıpların akıbetlerinin araştırılması ile ilgili İnsan hakları inceleme alt komisyonun kurulduğunu ve çalışmalarının devam ettiğini, bu konuda da komisyona yardımcı olunması gerekiğini söyledi.”
Yaptıkları görüşmelere dair, “bakış açısı farkı var” değerlendirmesini yapan Türkdoğan, “Siyasal iktidar çeşitli konularda adım attığını ve bu adımların sahiplenilmesi gerektiğini ifade ediyor. Bizde adımların yeterli olamadığını daha güçlü ve kararlı adımlar atılması gerektiğini, geleceğe dair daha net tutum takılması gerektiğini söyledik” dedi.
“Reformlar seçim sonrasına kalamaz”
Son yıllarda özellikle bölge illerinde insan hakları açısından durumun kötüye gittiği ve buna müdahale edilmesi gerektiğini de aktardıklarını belirten Türkdoğan, insan hakları konusunda yapılacak reformların seçim sürecinden sonrasına kalacağı yönünde yanıt aldıklarını aktardı. Türkdoğan, “Seçim var olan durumla insan hakları savunucuları bakımından beklenilmesi gereken bir süreç değildir. Kürt sorununda, demokratik açılım sürecinde risk alınacaksa şimdi alınmalıdır” dedi.
Görüşmelerde, İran’da yaşana idam cezalarına ilişkin Türkiye’nin tutum alması gerektiğini de söylediklerini belirten Türkdoğan, “İnsan hakları ihlalleri ile anılan ülkelerle ilişkiler sürdürülmemelidir. Demek ki dış politikamızın ana unsuru insan hakları değil. İran’da yaşana ölüm cezalarına karşı gereken tutum alınmalıdır. Bu bizim için önemlidir” diye konuştu. Türkdoğan, görüşmelerin umut verici olduğunu söyleyerek sözlerini noktaladı.
Toplantıda konuşan YAKAY-DER Başkanı gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, yapılan görüşmelerin önemli ve umut verici olduğunu söyledi. Kürtçe konuşma yapan Barış Anneleri İnisiyatifi’nden Sultan Koyun ise şunları söyledi: “Ben yazar da değilim aydında, okumamda yok yazmamda. Ama iyi bildiğim bir şey var, yüreğim yanıyor, anaların yüreğinin nasıl yandığını biliyorum. Artık yeter, biz göz yaşı dökmek istemiyoruz.” (ETHA)

Leon Gieco - - Homenaje a las Madres de Plaza de Mayo

BANDİSTA-Cumartesi Anneleri

Berfo Ana için ilk adım atıldı

24/02/2011 8:39
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1041001&Date=24.02.2011&CategoryID=77

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül, Berfo Ana'nın oğlu Cemil Kırbayır'ın 1980 yılında kaybolmasıyla ilgili Kars Cumhuriyet Başsavcılığı'nın soruşturma başlattığını açıkladı.

Berfo Ana için ilk adım atıldı
Berfo Ana, 5 Şubat günü Başbakan Erdoğan ile Dolmabahçe’deki ofisinde görüşen kayıp yakınları arasında yer almıştı. Başbakan bu görüşmede Cumartesi Anneleri’nin en yaşlısı olan 103 yaşındaki Berfo Ana’yla yakından ilgilenirken TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde bir alt komisyon oluşturulmuştu.

Cemil Kırbayır’ın dayısı ise 15 Şubat günü alt komisyona gelerek Üskül ile görüştü. Bu görüşmenin ardından Kars Cumhuriyet Başsavcısı ve Kırbayır’ın avukatıyla bilgi alışverişinde bulunduğunu söyleyen Üskül, “Bu görüşmeler neticesinde 1980 yılından itibaren kendisinden haber alınamayan Cemil Kırbayır ile ilgili şu ana kadar hiçbir adli soruşturmanın başlatılmadığı öğrenilmiştir. Bu bağlamda, Cumhuriyet Başsavcılığı 23 Şubat 2011 tarihinde Cemil Kırbayır’ın kaybolmasıyla ilgili soruşturma başlatmıştır” dedi.

103 yıllık ömrün son 18 günü
103 yıllık ömrün 18 günü: Berfo Ana, 5 Şubat’ta Başbakan ile görüştü. 15 Şubat’ta erkek kardeşi kayıplarla ilgili alt komisyona bilgi verdi. Kayıp oğulla ilgili 30 yıldır tek bir soruşturma açılmadığı anlaşıldı. 23 Şubat: Kars Başsavcılığı, 8 Ekim 1980 günü kaybolan kayıp Cemil Kırbayır için soruşturma başlattı.

22 Şubat 2011 Salı

BASINA VE KAMUOYUNA

21.02.2011

    Hasan Ocak 21 Mart 1995 günü kaçırılarak gözaltına alınmış, bütün aramalarımıza rağmen aylarca kendisinden haber alamamıştık. Ve aylar sonra, işkence edilerek öldürülmüş bedenine kimsesizler mezarlığında ulaşabilmiştik.


    Hasan’ın katledilmesi ile ilgili ilk soruşturma, Hasan'ın ölü bedeninin ilk bulunduğu yer olan Beykoz Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılmış ancak yeterli soruşturma yürütülmemişti.

    Ergenekon davası iddianamesinde yer alan bazı bilgiler ve Hasan’ın katlinden sorumluluğu bulunanlardan bazılarının Ergenekon davası kapsamında yargılanmaları nedeni ile ve bu kişilerin bu suçtan dolayı da yargılanmalarını sağlamak için yaptığımız iki müdahale talebi sudan gerekçelerle reddedildi.

    Adaletin sağlanması için çabalarımızı devam ettirme kararlılığındayız.

    Bu kez de, elde ettiğimiz bilgiler ve belgeler ışığında Beykoz Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunacağız. Ve 16 yıl önce başlatılan ancak yarım kalan soruşturmayı genişleterek sürdürmelerini, bir kısmı halen Ergenekon davası nedeni ile tutuklu bulunan suçlular hakkında yargılamayı başlatmasını ve suçluların cezalandırılmalarını isteyeceğiz.

    Destek vermeniz ve izlemeniz dileğiyle.

                                          OCAK AİLESİ adına
                                      Emine OCAK
                                        Hüseyin OCAK
                                                 Hüsniye OCAK ACER
                                                      Maside OCAK KIŞLAKÇI

TARİH : 23 Şubat 2011 (Çarşamba)
SAAT : 12.00
YER : Sultanahmet Adliyesi

Hasan Ocak dosyasının yeniden açılması istenecek

ANF
11:06 / 22 Şubat 2011 
http://www.ajansafirat.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=40878
İSTANBUL - Ocak ailesi, gözaltında öldürülen Hasan Ocak dosyasının yeniden açılması için Beykoz Savcılığı'na başvuruda bulunacak.

Hasan Ocak adlı devrimci, 12 Mart Gazi Olaylarının ardından 21 Mart 1995 tarihinde kaçırılarak gözaltına alınmıştı. Ocak'ın işkence yapılmış cesedi, ailesinin ve arkadaşlarının uzun mücadelesi sonucunda 17 Mayıs 1995 tarihinde Kimsesizler Mezarlığı'nda bulunmuştu.

Olayın ardından Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmada herhangi bir ilerleme sağlanmadı. Ocak ailesi, Hasan Ocak'ın ölümünde adı geçen bazı kişilerin Ergenekon davasında sanık olmasının ardından davaya müdahil olmak için iki kez başvuruda bulundu. Ancak; bu talepleri kabul edilmedi.

Aile bu kez Beykoz Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunacak, 16 yıl önce başlatılan ancak yarım kalan soruşturmanın yeniden başlatılmasını isteyecek. Başvuru yarın Sultanahmet Adliyesi'nden yapılacak.

ANF NEWS AGENCY
İnsan bir ağlar bir güler. İnsan kederiyle eninde sonun da baş başa kalacağını bilir. Bilir de önce feryat eder sonra susar. Susmasıyla içine düşen kor bundan felli etrafındakileri değil sadece onu yakar. İş başa düşer.  Zaman da buna “bir örtü” ile refakat eder. Boğazına kadar dolduğun vakit o örtünün altındaki yerini alasın diye. Zamanını kaybeden acı bekleyiş ise cıs çıplaktır. Hangi acıyla örtüneceğini bilmeden, bir bekleyişin içerisine hapsolmak ve o bekleyişe tutunarak yürek tetikte yaşamak… “Öldü.” demek, “Doğdu.” da demektir aynı zamanda. Ya “Öldü.” diyememek? Öylece yüreği sıkıştıran bir “unutulmaya” zorlanmak nasıl bir duygudur? “O hiç yaşamadı.”ya alışmak bir anne için bir baba için “ihanet”in kapısında yaşamak değil midir? Kaybettikleri yakınlarının yüzünü kara çıkarmamak için, “Elden ne gelir” çaresizliğine boyun eğmemek için ve en çok da “ihanet” etmek istemedikleri için 300’ü deviren haftalar boyunca, her cumartesi, Galatasaray Lisesi önünde buluşan kayıp yakınlarının istekleri, geçiştirilebilecek kadar “silik bir acı” mı dersiniz?

Değişen hükümetlerin “Bizim zamanımızda olmadı.”demekle yetinmeleri, üstüne üstlük kayıplara, kayıplar eklemeleri bir devlet ve hatta bir medeniyet icadı olarak neredeyse yüz yıllardır uygulanan bir savaş tekniği. İlk olarak Yerlilere uygulanan bu yöntemin geliştiricisi ise Arjantin askeri cunta döneminin başkanı General Videla. 30. 000 kişiyi “kaybeden” Arjantin cuntasının bu uygulaması tarihe “Arjantin ölümü” olarak geçmiştir. 1976-1983 yılları arasında egemen olan askeri diktatörlüğün kullandığı bu yöntem “çeşitli işkencelerden geçtikten sonra, uyuşturulmuş halde askeri kargo uçaklarına “yüklenerek”, okyanusun ortasına” (1) atılan insanlardan ibaret değil sadece.“Ölüm uçuşları”nda kaybedilen insanların çocukları da bir tür savaş ganimeti olarak, çocukları olmayan subaylara dağıtılmıştır. Dersim Harekâtı’ndan sonra paylaşılan çocukların kaderi ile ne kadar da benzer. Yalnız bu benzerliğin akıbeti, 1983’deki askeri diktatörlüğün seçimle değişmesinden sonra göreceli farklılaşmıştır.  Devlet Başkanı Raul Alfonsin, seçim kampanyası boyunca yürüttüğü “adalet” vaadini CONADEP (Kayıp Kişiler Ulusal Komisyonu) ile gerçekleştirdi. Başkanlığını Ernesto Sabato’nun yaptığı komisyonun çalışmaları bugün için yapılması gerekenlerin hali hazırdaki sunumudur adeta. “Komisyon personeli; hapishaneleri, gizli mezarlıkları, emniyet binalarını teftiş etti; cunta döneminde ülkeyi terk etmek zorunda kalmış kişileri tanıklık yapmak üzere ülkeye davet etti, bu davete uyarak gelenleri dinledi, gelmeyenlerin bulundukları ülkelerdeki Arjantin elçilik ve konsolosluklarında ifade vermelerini sağladı. Komisyonca alınan, iki saatlik etkili bir tanık ifadesinin özeti ulusal televizyonda gösterildi. Komisyon, düzenli basın açıklamaları yaptı, hala hayatta olabilecek kişilerin yerlerini tespit edebilmek amacıyla, kayıp aileleriyle yakın çalışma yürüttü.” (2) Bu çalışmanın hazırlandığı rapor “Nunca Mas” (Bir Daha Asla!) adı ile tarihe geçti. Komisyon hukuksal süreçte adaleti tecelli ettiremese de konuyu bu sürece taşıyabilmesi bakımından önemlidir.

Hakikat ile hiç işi olmayan ülkemiz ise “Hakikat komisyonları” ile hiç yüz göz olmamıştır. Kurulan komisyonların ahvalini Sırrı Süreyya Önder özetledi geçen haftalarda: “Bizde devletin zülf-ü yârine dokunacak işler hep komisyonlara havale edilir ve bugüne kadar, sonuç alabilmiş bir komisyon görülmemiştir.” Ayıp olmasın yekten manasız değillerdir. Evraklar, bürokratik prosedürler, yemişim gizliliğini cinsinden çok gizli (!) dosya takasları, bir ileri üç geri olay mahal gezintileri, dostlar iz peşinde görsün hesabına yatışlar… Hani neredeyse yalan var, kuyruklu yalan var bir de komisyonlar var diyeceğim. Bir taraftan da “yalan’ın bacakları kısa olur” derler. Ama eli yüzü düzgün “inkârların” bacak uzunluğu bu kusuru ikame eder, ediyor.

Mukayeseli ilerleyemeye devam edelim. General Videla, 1985 yılında ömür boyu hapis cezası alsa da imdadına bazı gerekçeler yetişmiştir. Ulusal komisyondan çıkan sonuçlar bile 1986’da yürürlüğe konulan “Son Nokta Kanunu”nun çeşitli yargılamaların önünü kapatmasına engel olamamıştır. Bu kanun “Yürürlüğe giriş tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açılmaması halinde, askeri yönetim mensuplarına karşı bir daha dava açılamayacağını öngörüyordu. Bunun dışında “emre itaatten kaynaklanan zaruret hali”ni cezasızlık nedeni sayan bu kanun, bir çok subaya karşı dava yolunu kapatmıştı. İzleyen altı ay içinde askeri diktatörlük dönemindeki insan hakları ihlallerinden dolayı yargılanan subayların sayısı 370’ten 40 civarına indi.” (3)

Videla, 1990 yılında Devlet Başkanı Carlos Menem tarafından çıkartılan af yasası ile bir kez daha yırtmış olsa da 2010 yılında yapılan yargılamalardan paçayı sıyıramamıştır. Geç gelen adalet 85 yaşındaki Videla’nın gözünün yaşına bakmamıştır. Onunla birlikte askeri cunta döneminin 12 görevlisini müebbet hapis cezasına mahkûm etmiştir.

Haddim değil, ama görüyorsunuz ki hakikat komisyonlarından korkmak gereksiz bir vehme kapılmaktır.  Çıkartırsınız bir yasa ne apoletliler ne kod adlılar ne ağır ağabeyler ne de lacivert kravatlılar etkilenir, hukukun sözde “yüz tanımaz, kıdem bilmez” adaletinden. Ya da Şili Demokrasisinin, General Augusto Pinochet’e yapmış olduğu güzellik gibi 300 davadan “ihtiyarlık bunaması” sebebiyle sıvışılabilir. (Tüm bunlardan yola çıkarak söyleyebiliriz ki 12 Eylül cuntasının ileri gelenleri için telaşlanmaya lüzum yoktur. “Yargılama” gibi vaatleri seçim arifelerine bırakmak yeterlidir.) Hep bir ağızdan söyleyelim şimdi: “Demokrasilerde çareler tükenmez.” Şükür ki canilik idrar, kan, dışkı örneklerinden tespit edilemiyor yoksa bürokraside olacak alavere dalaverelerden emin olun bugünleri mumla arardık.

Sözcük anlamının dışında pratikte gördüğümüz siyaset hızlı  bir adaptasyonu şart koşar. Koşula göre tutarsız B, C… planları, güne yapışacak ama günlere yapışmayacak demeçler, şıkıdım şıkıdım halka yılışmalar bunun ilk akla gelen şekilleridir. Bir iki hafta önce Recep Tayyip Erdoğan ile Cumartesi Annelerinin buluşması da bu konunun 5 yıldızlı örneğidir. Hatırlarsanız, 1997'deki albümünün kapağına Fehim Tosun'un fotoğrafını koyan U2 grubunun, 2010’da Türkiye’ye konser sebebiyle gelmeleriyle kısa bir dönem kayıplar ve dolayısıyla Cumartesi Anneleri hatırlanmıştı (!) Gene o dönem Başbakan Erdoğan, "Onlar kim, ne yapıyorlar, sadece oturuyorlar, arkalarında kimler var biliyor musunuz?" demişti. Bundan sonra yorum yapmak kelime israfı. -Burada kişiden çok siyasetin kendisine odaklanınız.- En son Mutki'de ortaya çıkan toplu mezarlara gelişigüzel dalan kepçeleri seyreden bir kayıp yakınının yaşadığı zulümden utanmak herkesin boynunun borcu, bilhassa “Bizim zamanımızda olmadı.” deyiveren devlet yetkililerinin boynunun borcu.

İşin gerçeği bu ülkenin canileri, toplu infazları gizlice gerçekleştirmeyecek kadar ileriye götürmüş. Köylerin üstüne boşaltılan mermiler, “yanlışlıkla” vurulan çocuklar, “terörist” olma ihtimaliyle kurşunlanan köylüler bu toprakların geçmişi, bugünü. Öldürülen eşinin bağırsaklarını elleriyle içeri sokan, belindeki puşiyle bağlayan Leyla Aybi için geçmişi, geçmişte bırakmak zor. Bunun üstüne suçluların hala cezalandırılmamış olması kolay kolay kaldırılabilecek bir şey değil. Asıl bu yaşatılanlar, halkı “kin ve nefret duyguları” aşılıyor.

General Videla’nın “Kayıplar, kayıplardır. Ne yaşıyorlar ne de ölüler, kayıplar.” ifadesindeki arsızlık, yüzsüzlük bu topraklardaki tutumdan farklı değil. İstenilen “bari acıya erişebilmektir.” Zaman, örtüsü ile onlara refakat etsin diye, veda edebilsinler diye ve bir Cumartesi Annesi’nin dediği gibi gidebilecekleri bir mezar taşı olsun diye. Çok mu?

Filiz Gazi
filizgazi@gmail.comBu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir


1. Mithat Sancar, Geçmişle Hesaplaşma “Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne”, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, s. 218
2. Sancar, s. 218-219
3. Ruth Fuchs’tan aktaran Sancar, s. 221

20 Şubat 2011 Pazar

Kayıplar Resim Sergisi

Alttaki linkten Ersan Çağatay'ın Gözaltında kayıplar ile ilgili yapmış olduğu resimleri galeri ortamında görebilirsiniz.

http://www.3dvas.com/galleries/gallery.php?ex=3076
BİRGÜN

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 6 Şubat’ta Dolmabahçe’de Cumartesi Anneleri’yle görüşmüştü. O Annelerden biri de Berfo Ana. Biz Berfo Ana’nın oğlu Mikail Kırbayır’la ile bu görüşmeyle birlikte nasıl bir noktaya gelindiğini konuştuk. “Süreç nasıl ilerliyor?” ve “Geleceğe umutla bakabilir miyiz” gibi soruları tartıştık.
 
 “Umutlar yıkılırsa, bu, kokuşmuş düzenin ispatı olur” diyen Kırbayır, geleceğe umutla bakmak istediklerini söyledi.

- Şu anki sürece nasıl bakıyorsunuz? Başbakan ile görüşme sonrası gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet geleneği içinde Türkiye’nin başbakanı, yürütmenin de başı. Başbakan gözaltındaki kayıplar ile ilgili görüşmüştür, Cumartesi Anneleri ile görüşmüştür. Başbakanın olaya el koyması bir yerde devletin olaya el koyması demektir. Başbakan, gerekli her şeyin yapılacağını söyledi.

Bu görüşmede, Berfo Ana’nın talep ettiği şey sadece oğlunun yerini mi öğrenmekti?
Doğrudur. Anam Başbakan’la görüşmeye gittiğinde Cumartesi Anaları’nın Galatasaray Lisesi’nin önünde verdiği mücadeleyle gitti. Cumartesi Anneleri’nin yaptığı şey, hak arama talebidir. Yok edilen insanların mezarları nerededir! Bize mezarlarını verin. Mezar yerlerini biliyorsanız kemiklerini verin. 1994’den bu yana verilen mücadele sonrası Başbakan gecikmeli de olsa anaları kabul etmiştir, o analardan biri de Berfo Anadır. “Ben oğlumun mezarını istiyorum. Sen Başbakansın. Oğlum nerdeyse bul çıkar” demiştir anam. Berfo Ana, “oğlumun mezarını görmeden ölmeyeceğim” demiştir.

- Siz gelecek dönemde, kayıplarınızın bulunacağına inanıyor musunuz, umutlu musunuz?

Umutla bakmak istiyorum. Ha bulunmazsa ne olur? Umutlar yıkılırsa ne olur? Ne olur biliyor musunuz? Bu kokuşmuş düzenin, bu çarpık düzenin ispatı olur. Bundan acı bir şey yoktur. Bu kokuşmuşluk ispatlanmış olur. Ben umutlanmayacağım da kim umutlanacak. Bu mücadelemiz nerede olduklarını öğrenene kadar devam edecektir.

Yaşasaydı BirGün’de yazardı


- Gazetemizde, Berfo Ana’yla ilgili çıkan habere üzüldüğünüzü öğrendik. Bu konudaki görüşlerinizi alalım.

12 Eylül 1980’de ülke yönetimine el koyan 5 darbeci generalin, ülke yönetimine el koyması sonucu 12 Eylül 1980’de gözaltına alınıp da 8 Ekim 1980’de katledilen Cemil Kırbayır yaşasaydı, hayatta olsaydı bugün, buna hiçbir şüphem yok ki halkına BirGün gazetesinin ilgili sütunlarından seslenirdi. Bu kadar kendimden biri gördüğüm ve sahiplendiğim BirGün gazetesinden “Berfo Ana Başbakan’la Dolmabahçe sarayında görüşmesinde evinin tamir edilmesi için talepte bulunmuştur” denilmesi beni yaralamıştır, aileyi yaralamıştır. Anamın hiçbir zaman tadilat gibi bir talebi olmamıştır. 31 yıllık zaman süreci içerisinde itildik, kakıldık, sürüldük, ama onurumuzdan hiçbir zaman hiçbir şekilde taviz vermedik. Onurumuz bizim sermayemizdir. Bizim sermayemiz duruşumuzdur. Düzene karşı olan kavgamızdır.

- Peki o evin hikayesi nedir?
O ev bizi doğuran evdir. Cemil Kırbayır’ı ve 6 tane kardeşini kendi yağıyla kavrulan fırın emekçisi babanın yaptırdığı tipik bir Anadolu evidir. Anamız bizi o evde doğurmuş. O ev Cemil’in evidir. Anam da Cemil gidip gelmeyince, oğlunun evine ve onun eşyalarına dokunulmazlık ilan etti. ‘Hiçbir şekilde hiçbir kimse bu evin hiçbir şeyine dokunmayacaktır’ dedi. Dokunulmayacaktır sorusuna yanıt, dokunulursa, tadilat yapılırsa Cemil gelir evi tanıyamaz cevabıdır. Anam o evin kapısını sürekli açık bırakmıştır. Cemil gelirse direk girsin diye. O evin öyküsü budur.

18 Şubat 2011 Cuma

İşkencede öldürdüler

İşkencede öldürdüler

18/02/2011 8:10
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1040398&Date=18.02.2011&CategoryID=77

12 Eylül kayıplarından Cemil Kırbayır'ın koğuş arkadaşı Kaygısız: "Çay içerken alıp götürdüler. Sorguda işkence gördü, öldürüldü ve gömüldü."

İşkencede öldürdüler
“Çay içiyorduk, bir asker geldi, sekiz isim okudu. Polise teslim ettiler. İki gün sonra yedisi döndü, Cemil dönmedi. Öldürdüler. Umudumuz, mezarını bulup sorumlulardan hesap sorulmasıdır.”

103 yaşındaki Berfo Ana’nın 30 yıldır yolunu gözlediği, 12 Eylül darbesinden bir gün sonra gözaltına alınan oğlu Cemil Kırbayır’ı son gören koğuş arkadaşı Burhan Kaygısız, o geceyi böyle anlatıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Cumartesi Anneleri’yle görüşmesinden sonra faili meçhul cinayetle ilgili kurulan komisyona ifade vermeye hazır olduğunu söyleyen Kaygısız, “Cemil uzun süre bağırmış, bir süre sonra bir daha sesi çıkmamış. Birkaç el silah sesi gelmiş. Polisler kendi aralarında ‘kaçıyor, yakalayın’ diye bağrışmış. Oradan kaçmanın söz konusu olamayacağını oraya giren herkes çok iyi bilir” diyor.

12 Eylül 1980 sabahı Kenan Evren komutasındaki TSK yönetime el koymuş, sonraki iki üç ayda 650 bin kişi gözaltına alınmıştı. İlçelerde, illerde, büyük şehirlerde gözaltı merkezleri oluşturulmuş, birçok bina sorgu odasına dönüştürülmüştü. Kars’ta ilçelerden toplanan devrimciler, ‘sıkıyönetim gözetimevi’ denilen TSK’nın kullandığı Ruslardan kalma taş binalarda tutuluyordu. Sorgular da normal şartlar altında öğretmen yetiştiren ‘Eğitim Enstitüsü’ binasında yapılıyordu.

Ağır işkence görüyorlardı
Dönemin tanıklarından Burhan Kaygısız da Kars’ta gözaltına alınan yüzlerce gençten biriydi. Kaygısız, 12 Eylül 1980 darbesinden bir gün sonra gözaltına alınan ve en son nakledildiği Kars Gözetimevi’nde sorguya götürüldükten sonra bir daha izine rastlanmayan Cemil Kırbayır’la tanışıklıklarını ve ölüme götürüldüğü o günü şöyle anlatıyor:

“Cemil Kırbayır, gözetimevine Ardahan - Göle grubuyla getirildi. Diğerleri gibi önce Ardahan ve Göle’de, sonra da Kars siyasi şubede işkenceden geçirilmişti. Geldiklerinde ayakta duramayacak haldeydiler. Birbirimizi geçmişten tanıdığımız için, hemen her gün çay saatlerinde bir araya geliyor, derin sohbetlere dalıyorduk. Genellikle Kars - Ardahan - Göle grubu çok ağır işkenceden geçiyordu. Hemen her gece, insanlar yataklarından sessizce alınıyor ve polise teslim ediliyordu. Kimi arkadaşlar, Erzurum 3 No’lu Cezaevi’nin yanında, işkence için özel olarak hazırlanan, trafik şubeye götürülüyor, ağır işkencelerden geçirildikten günler sonra tekrar geri getiriliyordu. İşkencelerle birlikte, Erzurum’a götürülmeler gerçekten korkunç bir psikolojik çöküşe yol açmıştı.”

Bir kurban alacaklar
Bir çay sohbetinde Cemil Kırbayır’ın kendilerine “Göreceksiniz, bunlar Kars-Ardahan veya Göle’den bir kurban alacaklar” dediğini aktaran Kaygısız, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çayımızı içiyorduk. Bir asker elindeki listeyi okumaya başladı. İsmi okunanlar Göle grubuydu. Cemil de listedeydi. Götürdüler. İkinci gün, Cemil dışında diğerleri geri getirilmiş ve biz durumun vahametini anlamıştık. Cemil’le gidenler neler olup bittiğini birbir anlattı. Cemil’i girer girmez dövmeye başlamışlar. Cemil uzun süre bağırmış ama bir süre sonra bir daha sesi çıkmamış. Ardından birkaç el silah sesi gelmiş. Polisler kendi aralarında ‘kaçıyor, yakalayın’ diye bağrışmış.”
Kaçması imkânsız Aynı yerde işkence gördüğünü anlatan Kaygısız, “Cemil sorguya götürüldüğünde gözleri bağlıydı. Elleri de arkadan kelepçeliydi. O işkencehaneyi ve oradan kaçmanın söz konusu bile olamayacağını oraya giren herkes çok iyi bilir. O işkencehane ilim, irfan yuvası Kars Eğitim Enstitüsü’ydü” diyor.
Kars’taki sorguları Siyasi Şube Müdürü Mehmet Aytan ve ekibinin yaptığını anlatan Kaygısız, “Cemil o ekip tarafından öldürüldü, sonra da bir yerlere gömüldü. TBMM istese kısa süre içinde olanları ortaya çıkarabilir. Hiç olmasa mezarını bulabiliriz. TBMM Komisyonu’na bildiklerimi anlatmaya hazırım” diye konuştu.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Ölü mü denir şimdi onlara?

Ölü mü denir şimdi onlara?

SIRRI SÜREYYA ÖNDER

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1039920&Yazar=SIRRI%20S%DCREYYA&Date=14.02.2011&CategoryID=97

14/02/2011
Elmas Eren, 20 Kasım 1980'de gözaltında kaybedilen oğlu Hayrettin'i devlete, devlet de dönüp ona soruyor.

Benim için Radikal gazetesi demek Yıldırım Türker demektir bir bakıma.
Bulunduğu her yeri onurlandıran, “Dünya dönüyorsa biraz da onun yüzü suyu hürmetinedir” diye anılan insanlardandır.
Tozun dumana, çığlığın kana karıştığı uğursuz 1995 yılında, Expres dergisinde bir dizi röportajı yayımlandı Türker’in.
Gözaltında zorla kaybedilenlerin izini sürüyordu. Metis Yayınları bu çalışmayı ‘Onu Unutma’ ismiyle kitaplaştırmıştır.
Dicle Haber Ajansı öncülüğünde Saadet Yıldız tarafından yayına hazırlanan ve başlıktaki Edip Cansever dizesini ad olarak seçen çalışma da ‘geriye kalanların’ özellikle de kadınların öykülerini anlatmakta.
Bu iki çalışmayı da bilmeden atıp tutanlara okutmak gerekir.
Yıldırım Türker, 20 Kasım 1980 günü gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’i anlatırken,
“Kayıp aileleri arasında en çok onun anası, güzel Elmas Hanım’ı dinlerken ürktüm... Bu binbir acıyla kurulabilmiş olan dengeyi bozmaktan, bu hayatı yaşanabilir kılan üslubu incitmekten korktum” diyor.
Yıldırım Türker, Eren ailesinin kapısını çalan ilk gazeteci olduğu zaman, Hayrettin kaybedileli 15 yıl olmuştu.
Ben de ondan 15 yıl sonra, ortak utancımız omuzlarımda, aynı korkuyla “Bari incitmeyelim” duygusuyla kapılarını çaldım.

Atı kaybolanın kulağından at sesi gitmez
Bu söz, bir Çerkez atasözüdür. Çerkezler soylu bir millettir. Tüm canlıları evlatları nazarıyla görürler. Evlatlarını aşikârane sevmemeleri belki biraz da bundandır.
Aslen Çerkez olan Eren ailesine Setenay ve Işıksu isminde iki güzel evlat daha katılmış. Elmas ana, biraz da bu torunlar sayesinde halen aynı güzellikte. Bir seferberlik zamanı kadını gibi yol gözleyip duruyor.
Şimdilerde başarılı bir gazeteci olan küçük oğlu Faruk ve yitik oğlu Hayrettin’in küçüklüklerini anlatırken
“Makinayla saç tıraşı olmuş çocukların saçını okşamayı çok severdim. Ayıp olmasın diye fazla sevemedim. Ah keşke biraz daha sevseymişim, Hayrettin’in sesi, gülümsemesi kulaklarımdan gitmiyor” diyor.
Bir parça kalbiniz varsa, anılar ve hatıralarla dolu bu evde, siz de o sesi duyabilirsiniz.

Turuncu Murat 124
Çerkezler, yeryüzünde hapishanesi olmayan tek millettir. Edep ve doğruluğa büyük önem verirler. Bundan ayrı düşenleri içlerinden uzaklaştırmak gibi bir yaptırımları vardır ki bilene en büyük hapishaneden daha büyük bir zulümdür.
Elmas Ana “Hayrettin daha şuncacık çocukken bile yaptığı işi yüksünmeden kabul eder, yapmadığını da öldürsen kabul etmezdi” diyerek anlatıyor evladını.
“Mutlaka işkencede yapmadığı bir işi kabul etmesini istemişlerdir Hayrettin’den.. O da kabul etmeyince kıymışlardır evladıma” diyor, evladını iyi tanıyan bir ananın güveniyle.
Yoksul babası Kemalettin Eren, emekli olduğunda gecekondularını yaptıracağı yerde oğluna turuncu rengi bir Murat 124 otomobil almış. Hayrettin araba kullanmayı çok sevdiğinden kıramamış.
Otomobiliyle bir arkadaşına ev ararken gözaltına alıp Karagümrük Karakolu’na götürmüşler. Oradan siyasi şube polisleri alıp Gayrettepe Emniyeti’ne götürmüşler. Bütün bunları karakol tutanaklarından anne Elmas ve baba Kemalettin’e göstermişler.
Elmas Ana Gayrettepe’ye gittiğinde, oğlunun otomobilini bahçede görmüş. Oğlunu sorunca, ‘Git buradan’ demişler. Gitmeyince de kolundan tutup çamurların içine atmışlar. Bütün gün oğlunun otomobilinin başından ayrılmamış. Bir gece içinde, tıpkı kaybolan oğlu gibi, aracını da kaybetmişler.
Bütün bunlar tanıklıklarla sabit. Sadece bunlar değil, emniyette işkence yapılırken onu gördük diyen ve bu ifadeyi resmi olarak veren tam 4 ayrı insan var.
Bütün bunlardan sonra soruşturma falan yapıldığını sanıyorsanız, sanmayın! Bundan sonra, baba Kemalettin, anne Elmas, kardeşler, Faruk, Cemile ve İkbal’e, bu işin peşini bırakmaları için gözdağı operasyonları başlamış. Uğradıkları zulümü anlatmaya bu sütunlar yetmez.
Yavrusunu yitiren güvercin, atmaca kesilir misali, Elmas Ana hiç yılmadan her kapıyı aşındırmış. Ellerinde ne var ne yoksa satıp savıp, bir kısmını da “ben bulurum” diyen madrabazlara kaptırıp kalan ömürlerini buna vakfetmişler. Başlangıçta ilgi gösteren Savcı Enver Özdemir, sonunda korkulu bir telaşla kapısından kovmuş. “Ben bu mevki-makama kolay gelmedim, sizin yüzünüzden kaybedemem” demiş Elmas Ana’ya...
Mehmet Ağar, yanında Kemal isimli bir görevliyle kabul etmek zorunda kalmış anayı. Gülerek bir kol hareketi yapmış Elmas’a, anlatmak istemem...
Bunun ne kadar gücüne gittiğini bilenler, Ağar evladını yitirdiğinde ne düşündüğünü sormuşlar Elmas Ana’ya... Verdiği cevap tüm insanlığını yitirmişlere insanlık dersi olur.
Öfkesini kalbine gömüp, bunu soranları da tersleyerek, evlat acısıyla kavrulan diğer ananın derdine yanmış.

Başbakan’la görüşme
“Başbakan davet ettiğinde, hele bir yol gideyim de bizi kim kullanıyormuş evladım diye sorayım istedim. Fakat gittiğimde gözümün önüne bizi dövdürten, lanet olasıca Kenan Paşa geldi, bizimle görüşmeye bile tenezzül etmeyen, Demireller, Ecevitler, Çillerler geldi, kıyamadım. Yine de Allah razı olsun, bizi hiç olmazsa kabul edip derdimizi dinledi dedim. Fakat başka bir ana sordu, o da siz böyle demişsiniz demedi de böyle söyleyenler var dedi. Bunun üzerine Başbakan, lisanı münasiple ‘o bir yanlış anlaşılmaydı’ dedi” diyerek anlatıyor görüşmeyi.
Başbakan’ın, acılarına ortak olup duygulanmasını “Gönül ağlamazsa göz ağlamaz” diyerek yüksek bir yerde kıymetlendirmişler.

Annesi devlete, devlet annesine...
Annesi Hayrettin’i devlete soruyor, devlet de dönüp ona soruyor! Nüfus müdürlüğü, askerlik şubesi, pasaport dairesi başta olmak üzere devletin bütün kurumları Hayrettin’in evine yazı gönderip duruyor. Belki de annesinin “Ölmüş olsaydı hiç devlet yazı yollar mıydı?” dediğini biliyorlardır.
Yazı bir yana bir de son çekilmiş fotoğrafını istiyorlar. Oysa meraklısı cumartesi günleri Galatasaray Lisesi’nin önünde görebilir Hayrettin’in yakışıklı, çocuk yüzünü. Ve galiba şimdilik sadece orada!

Nasıl anlatacaksın?
Siz Elmas Ana’nın güzel, yeşil bakan gözlerini bir kez görseniz, o insanda hiçbir yanlışın barınamayacağını anlarsınız. Hanelerine konuk olduğumda, Ö. Nasuhi Bilmen’in ilmihali ile bir Kuran duruyordu Elmas Ana’nın yanı başında.
Bütün insanlık kör, bütün kulaklar sağır kesilince “Allah yeter!” deyip, inancına iltihak etmiş Elmas Ana...
Dertleşmenin sonunda büyük bir umutla nasıl anlatacağımı sordu. Başbakan’dan umudu vardı, ben de onaylarsam rahatlayacaktı. Doğrusu hazır bir cevabım yoktu.
Yıllardır umudu tükenmeden, azmi kırılmadan bir tek haberin hatırına, yaşamak denirse yaşamaya çalışan bir insana “Hükümet bu işi komisyona havale etti, işi de yayma eğiliminde” diyemedim.

Komisyona havale!
İsmet İnönü “Eğer bir işin halli cihetine gitmek istemiyorsanız komisyona havale edin, başına da Coşkun Kırca’yı getirin” dermiş.
Yeni nesil Kırca’yı tanımayabilir. Gözünüzün önüne Cemil Çiçek’i getirin, hah işte üç aşağı beş yukarı öyle bir devletliydi. Bizde devletin zülf-ü yarine dokunacak işler hep komisyonlara havale edilir ve bugüne kadar, sonuç alabilmiş bir komisyon görülmemiştir.
Unutmayalım ki Mutki’de yargısız infaz edilenler de bir ananın evlatlarıydı.
‘Cumartesi Anaları’nı kabul edip, ardından da Mutki’ye yayın yasağı getirmenin ne anlama geldiğini birisi bize anlatsa da öğrensek...

Merhamet değil Adalet!
Muhteşem insan Willy Brandt, Varşova’da, Nazi soykırım anıtının önünde diz çökmüştü.
Planlanmış bir jest değildi. Sebebini soranlara “Yakın tarihin ağır yükü altında, kelimeler yetersiz kaldığında, tüm insanların yaptığını yaptım” demiştir.
Bu sözüm ayrımsız olarak, iktidarıyla ve muhalefetiyle herkesedir.
Yaşananların kötülüğü yanında artık kelimeler yetersiz kalmaktadır.
Bu ülkenin yakın dönem pislikleri için bir anıt yapılacaksa mesela Galatasaray Lisesi’nin önüne yapılmalıdır.
Hakiki bir komisyon kurulacaksa, tümüyle bağımsız insanlardan oluşmalı ve bu anıtın önünde diz çöktükten sonra, belki de ilk kaybedilen olduğu için Hayrettin’in akıbetiyle işe başlamalıdır.
Böylece “Hanım iyi ki de oğlana araba almışız, yoksa şimdi çok yazıklanacaktık” diyerek evine sığamayan, her gün kendini dağa bayıra vuran, baba Kemalettin Eren, gideceği bir adres ve sarılacağı bir mezartaşına sahip olacaktır.
Bunu yapmayacaksanız, kimsenin cıvık merhamete ihtiyacı yok!

Hayrettin Eren’in annesi ve ablalarının elinde bol bol ‘kâğıt’ var. Dosyalarda beklerken 30 yılda sararmış kâğıtlar, devletin yolladığı yeni beyaz kâğıtlar...

11 Şubat 2011 Cuma

Berfo Ana'ya 30 yıl sonra ilk haber: Oğlun firar etmedi

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1039644&Date=11.02.2011&CategoryID=77

11/02/2011

103 yaşındaki Berfo Ana'ya oğlunun kaybolmasından 30 yıl sonra ilk yanıt, Başbakan Erdoğan'la buluşmasının ardından geldi.

Berfo Ana'ya 30 yıl sonra ilk haber: Oğlun firar etmedi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe’deki Çalışma Ofisi’nde ‘Cumartesi Anneleri’yle birlikte ağırladığı 103 yaşındaki Berfo Kırbayır’a, 30 yıl önce kaybedilen oğlu Cemil için şimdiye kadar resmi makamlarca, “Firar etti” deniliyordu. Ancak Dolmabahçe Buluşması’ndan iki gün sonra 30 yıllık bu iddianın asılsız olduğu ortaya çıktı. Adalet Bakanlığı ve Genelkurmay, Kırbayır’ın firar ettiğine ilişkin herhangi bir kayıt ya da soruşturmanın olmadığını aileye açıkladı. Dahası, Cemil Kırbayır’ın kaybedildikten sonra tam dört yıl boyunca bir davadan ‘yaşıyormuş’ gibi yargılanıp beraat ettiği ortaya çıktı.

Karslı Berfo Ana’nın oğlu Cemil, iddiaya göre, 12 Eylül darbesinden bir gün sonra gözaltına alınmış, 8 Ekim 1980’den sonra izine ulaşılamamıştı. Kırbayır’ın ağabeyi Mikail’e ve ailesine, son kez götürüldüğü Kars 1. Şube’den, “Cemil firar etti” denilmişti. Aradan geçen 30 yıla rağmen Kırbayır’ın cesedine bile ulaşılamamıştı.

Kırbayır Ailesi, avukatları Eren Keskin aracılığıyla, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde, Cemil’in kaybedilişinin 30. yıldönümü olan 8 Ekim 2010’da Adalet Bakanlığı’na başvurdu. Dilekçede, Kırbayır’ın dört arkadaşıyla birlikte işkence gördüğü savunularak, sorguya Kemal Kartal, Semih Güney, Mehmet Hayta ve ‘Köse’ lakaplı Ahmet adlı dört polisin katıldığı vurgulandı. Aradan geçen 30 yıla rağmen, ‘firar ettiği’ iddiası dışında aileye bilgi verilmediği kaydedildi ve ‘konuyla (firarla) ilgili bugüne dek adli bir soruşturma açılıp açılmadığı, Kırbayır’a gözetim altında işkence yaptıkları söylenen dört kişiye soruşturma açılıp açılmadığı’ soruldu.

“Firar etti” denilmedi
Yanıt üç ay sonra, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan geldi. Savcı Yakup Özdemir, 6 Aralık’taki yanıtında, ‘beyan edilen olayla ilgili başsavcılıkta herhangi bir soruşturma evrakının olmadığı’ bilgisini verirken, ‘Olayın tarih aralığında Sıkıyönetim Mahkemesi’nin görevli bulunduğu ve Genelkurmay Başkanlığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan sorulması’ önerisinde bulundu. Bunun üzerine aynı dilekçe 4 Ocak 2011’de İstihbarat Dairesi’ne gönderildi. Yanıt, Başbakan’la Berfo Ana’nın Dolmabahçe’deki buluşmasından iki gün sonra, 7 Şubat’ta aileye ulaştı.

Genelkurmay adına Piyade Kurmay Albay Ahmet Otal imzalı yanıtta, Kırbayır’ın, ileri sürüldüğü gibi firar edip etmediği, ettiyse hakkında soruşturma açılıp açılmadığı konusunu yanıtsız bıraktı. Yani Genelkurmay, “Firar etti” demedi.

Aynı şekilde, işkenceci oldukları iddia edilen dört kişi hakkında, “Erzurum Sıkıyönetim Komutanlığı Adli Ünitelerinin fihrist ve kayıtlarının tetkikinde isimlerine ve soruşturma açıldığına dair bir kayda rastlanılmamıştır” denildi. Berfo Ana bugün 12.00’da İHD’de avukatı Keskin’le birlikte açıklama yapacak.

Ağabeyi Mikail Kırbayır’a göre kardeşi, 13 Eylül 1980’de gece yarısı evleri basılıp gözaltına alındı.

En son 1’inci şubedeydi
Kırbayır önce Göle’deki 247. Piyade Alayı’nda tutuldu, sonra Kars’taki gözetimevine nakledildi. Kırbayır, 7 Ekim’de kardeşine çamaşır ve para verdi. Kardeşi de “Emanetini aldım. Merak etmeyin. Çok iyiyim” diye pusula gönderdi. O gece evleri basıldı, Cemil’in firar ettiği söylendi. Kırbayır, kardeşini aramak için gözetimevine gitti. Subay, Cemil’in 7 Ekim’de dört arkadaşıyla 1. Şube’ye götürüldüğünü, Cemil dışındakilerin döndüğünü söyledi. Kırbayır da 1. Şube’ye gidip kardeşini sordu. Bir polis, “Şerefsiz kaçtı, başımızı belaya koydu!” dedi.

Yaşıyor gibi yargılanmış
Genelkurmay yazısında, “Cemil Kırbayır hakkında Erzurum Sıkıyönetim Komutanlığı adli ünitelerinde beş kayda rastlanmıştır” denildi ve Kırbayır’ın tutanakları kimsede bulunmayan, sanık olarak yargılandığı beş davaya ilişkin kararlar gönderildi. Kırbayır’ın beşinden de beraat ettiği bu kararlar sayesinde bir başka skandal daha ortaya çıktı.

Buna göre, İstanbul’da sol görüşlü bir gencin öldürülmesini protesto için 22 Kasım 1978’de Göle’de yaptıkları yürüyüş ve eylem sonrası 17 gence açılan dava, Kırbayır’ın kaybedilmesinden dört yıl sonra, 8 Mart 1984’te sonuçlandı. Hakkında, tutanaklarda, ‘firar sanık’ ya da ‘maktul’ ifadesi kullanılmayan Kırbayır, ‘yaşıyor’ addedilerek beraat ettirildi, fakat ‘Tebliğ Belgesi’ni babası imzaladı.

Yine, 27 Ağustos 1978’de Kars senatör adayı Salim Dursunoğlu’nun ölümüne ilişkin Kırbayır’ın da aralarında olduğu 11 sanıklı dava 12 Kasım 1981’de bitti. Bu evrakta da Kırbayır’a ‘yaşıyormuş’ gibi beraat kararı verildi.

Kırbayır’ın, bir genç kadının gözaltına alınması sonrası köy odasına giderek, “Devrimci arkadaşımız nasıl olur da götürülür? Kürt milleti öldü mü, ne duruyorsunuz!” dediği iddiasıyla yargılanıp beraat ettiği ortaya çıktı.

10 Şubat 2011 Perşembe

BDP; 1 değil 375 kayıp ve faili meçhul var

10/02/2011
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1039589&Date=10.02.2011&CategoryID=78

BDP'li Birdal 'Bizim dönemimizde kayıp yok diyen AKP'nin döneminde 375 kayıp ve faili meçhul var' dedi

BDP; 1 değil 375 kayıp ve faili meçhul var
ANKARA - BDP Diyarbakır Milletvekili ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi Akın Birdal, Başbakan Erdoğan’ın Cumartesi Anneleri’yle görüşmesinde kendi dönemlerinde kayıp olmadığına yönelik sözlerine tepki göstererek, "Sadece Tolga Ceylan değil, 375 kayıp ve faili meçhul var bölgede. Orası Türkiye değil mi" diye konuştu.

Birdal, Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nda kayıp Tolga Ceylan ve gözaltındaki kayıpların akıbetini araştırmak üzere alt komisyon kurulmasını samimi bulmadıklarını söyledi. MHP’li Bal’ın alt komisyondan isminin çıkarılmasını istemesinin ardından doğan üye boşluğu nedeniyle kendisinin alt komisyonda yer alıp almayacağına ilişkin bir soruya Birdal, "Çağrı olmadı, komisyon başkanı çağrı yaparsa değerlendiririz" karşılığını verdi. Birdal, kurulan alt komisyonun kayıp ailelerinin umutlarını kabartıp yeniden söndüreceğini belirterek "Çünkü bu konu sadece Tolga Ceylan’la sınırlı bir sorun değil. Gözaltındaki bütün kayıplarla ilgili bir komisyon oluşturulması gerekir. Ancak AKP’nin tutumunu biliyoruz bizim yaptığımız başvuruları bugüne kadar reddettiler" dedi. Birdal AKP’nin kendi dönemlerinde kayıp ve faili meçhul olmadığına ilişkin söylemine de tepki göstererek "Bu doğru değil. Diyarbakır İnsan Hakları Derneği’nin bilgilerine göre bölgede 375 kayıp ve faili meçhul var. Bunların hepsi AKP döneminde. Orası Türkiye değil mi de bizim dönemimizde kayıp yok diyorlar. Bence Meclis’te hakikatleri araştırma komisyonu kurulmalı. Komisyon kurup hem gerçeklerle yüzleşelim hem de bundan sonra bu suçların işlenmeyeceğine dair güven oluşturalım" diye konuştu.(ANKA)

6 Şubat 2011 Pazar

Gördüğü işkenceyi annelere anlattı

Gördüğü işkenceyi annelere anlattı

06/02/2011 9:00
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1039126&Date=07.02.2011&CategoryID=77

Yıllardır her cumartesi günü seslerini duyurmak için eylem yapan anneleri Başbakan ağırladı. Erdoğan annelere, gençliğinde gözaltındayken işkence gördüğünü anlattı.

Gördüğü işkenceyi annelere anlattı
Yıllardır Taksim’de her cumartesi eylem yapan ‘kayıp’ yakınları, dün Başbakan Tayyip Erdoğan’ tarafından ağırlandı. Anneler artık yaşlandıklarını belirterek, “Bari oğullarımızın bir mezarı olsun” dedi ve hemen somut bir adım atılmasını istedi. Erdoğan da annelere, gençliğinde tutuklandığında işkence gördüğünü anlattı:

Erdoğan’ın daveti üzerine Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde gerçekleşen buluşma, saat 17.00’de başladı. Görüşmeye,, Cumartesi Anneleri’ne mensup 12 kayıbın yakını ile İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon’dan iki temsilci katıldı.


Erdoğan’ın yanında AKP’li milletvekilleri Ayşenur Bahçekapılı ve Güldal Akşit ile iki danışmanı vardı. Aslında yarım saat sürmesi planlanan görüşme iki saate uzadı. Her bir kayıp yakının öyküsünü dinleyip notlar alan Başbakan, Akşit’in yanında oturan Cemil Kırbayır’ın 103 yaşındaki Berfo Kırbayır ile özel olarak ilgilendi.

Kırbayır’ın yanı sıra 86 yaşındaki Zeycan Yedigöl ve 82 yaşındaki Elmas Eren, tek isteklerinin, oğullarının kemiklerine kavuşmak olduğunu söyledi. Anneler “Artık yaşlandık. Bir mezarımız olsun. Siz Başbakansınız, bulabilirsiniz” dedi. Aileler ayrıca somut adım atılmasını istedi. Örneğin, 2006 yılında kabul edilen, kişilerin kaybedilmesine ilişkin uluslarası sözlemenin imzalanmasıyla yola çıkılabileceği ifade edildi. Görüşmede, kayıpların bulunması, akıbetlerinin açıklanması ve bu yönde komisyonlar kurulması gibi müeyyideler içeren sözleşmenin beş yıldır imzalanmadığı hatırlatıldı. Başbakan Erdoğan, buna “İmzalamamışsak, vardır bir nedeni” diye yanıt verdi.

Görüşme sonrası Tolga Baykal Ceylan’ın annesi Kadriye Ceylan, umutlandığını belirtirken, ilginç bir bilgiyi de aktardı:
“Genel anlamda sıcaktı. Ama biz somut şeyler bekliyoruz. Oğlumun kaybedilişini anlatınca ‘Kaybedenler hep aynı metodu uyguluyor’ dedi. Oğlum kaybedildiğinde Başbakan’a yazdığım dilekçe kendisine ulaşmamış, bunu öğrendim. O da çok şaşırdı. Bizi sonuna kadar, çok sabırla dinledi. Sonra, kendisinin tutuklandığında dizlerine kadar suya soktuklarını, üşütüp üşütüp ısıtıldıklarını anlattı.”

Komisyon Üyesi Sebla Arcan ise somut adımlar atılmadığı sürece görüşmenin bir anlamı olmadığını ifade ederek, şöyle devam etti: “Bu görüşmenin somut sonuçlara dönüşmesini istiyoruz. Nihayet, memleketin başbaşkanı, bütün imkanlar elinde. Artık adım atmasını istiyoruz. Sekiz yıllık iktidarı boyunca AKP kayıplar için tek bir işlem yapmadı. Hiçbir faili meçhul aydınlatılıp yargılanmadı. Uluslarası sözleşmeyi imzalayarak ilk adımı atabilir. Gerçi bu öneriden çok hoşlanmadı.”


1979’da Metris’e götürülmüştü
Erdoğan, 1979’da Milli Selamet Partisi Gençlik Kolları üyesi bir grup gençle, öldürülen iki arkadaşının cenazesine katılmış ve gözaltına alınmıştı. AKP Milletvekili Hüseyin Besli ile Şair Ömer Özbay’ın kaleme aldığı ‘Recep Tayyip Erdoğan-Bir Liderin Doğuşu’ adlı kitapta Erdoğan, Metris’te geçirdiği bir geceyi anlatmıştı: “Gecemizin büyük bir kısmını, koridorda ve ayakta geçirdik. İstesek de oturamazdık, çünkü yerler su içindeydi... Bir süre sonra yatacak yer gösterdiler. Tam uykuya dalmak üzereyken acı bir feryatla irkildik... Çorba yapıp getiren onbaşıyı falakaya yatırmışlar.”


‘Bir daha haber alınamayan’lar
CEMİL KIRBAYIR: 13 Ekim 1980’da Kars’ın Göle ilçesinde gözaltına alındı. Bir daha haber alınamadı.
HAYRETTİN EREN: İstanbul’da 21 Kasım 1980’de gözaltına alındı. En son Gayrettepe İl Emniyet Müdürlüğü’ndeydi. NURETTİN YEDİGÖL: 17 Nisan 1981’de işkencede öldürüldüğü öne sürülüyor.
HÜSEYİN TAŞKAYA: Siverekli Hüseyin Taşkaya, 6 Aralık 1993’te evinden alındı.
KASIM ALPSOY: Adana’da, Mayıs 1994’te gözaltına alındı. MURAT YILDIZ: İzmir’de, 23 Şubat 1995’te gözaltına alındı.
HASAN OCAK: Gazi olaylarının hemen ertesinde, 21 Mart 1995’te İstanbul’da gözaltına alındı. Cesedi 26 Mart’ta Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda bulundu. RIDVAN KARAKOÇ: Ocak’tan bir gün önce kayboldu. Cesedi aynı mezarlıkta bulundu.
İSMAİL ŞAHİN: 1995’ten bu yana haber alınamıyor.
FEHİM TOSUN: Diyarbakır’da, 19 Ekim 1995’te evinden telsizli bir grup tarafından alındı.
ABDURRAHMAN COŞKUN: Dargeçit’te, 29 Ekim 1995’te gözaltına alınan yedi kişiden biri de 18 yaşındaki Coşkun’du. Coşkun ile 13 yaşındaki Seyhan Doğan, 21 yaşındaki Abdullah Olcay, 18 yaşındaki Mehmet Emin Aslan, 13 yaşındaki Nedim Akyol ve 12 yaşındaki Davut Altunkaynak’tan bir daha haber alınamadı. TOLGA BAYKAL CEYLAN: 11 Ağustos 2004’te İğneada’da jandarma bölgesinde kayboldu.



“Cumartesi Anneleri’nin acısı şehit acısından da derin”
‘İlk şehit’ Süleyman Aydın’ın ağabeyi Cumartesi Anneleri’ni izledi: “Benim dua edecek kabrim var. Faili meçhuller beni daha çok üzüyor.”

Erzincan’a bağlı Pertekli Köyü’nde, sekiz çocuklu Aydın ailesinin en küçük çocuğuydu. Babasını kaybettiğinde henüz yedi yaşındaydı. İlkokula Erzincan’ın Pertekli Köyü’nde başladı. En büyük desteğinden yoksun kaldığı için İstanbul’un yolunu tuttu. Ağabeyi Ahmet, hem ağabeylik hem babalık edecekti ona. Ortaokulu Çağlayan’da, liseyi önce Beylerbeyi’nde, sonra Bilecik Meslek Lisesi’nde okudu. Bilecik’te başarılı bir öğrenci olarak mezun oldu. Askerlik vakti gelmiş çatmıştı. Üniversite yerine askere gitmeyi tercih etti. 

Bu özgeçmiş 15 Ağustos 1984 günü saat 21.30 civarlarında PKK’nın ‘atılım’ diye nitelendiği Eruh- Şemdinli baskınlarında şehit düşen, 1962 doğumlu Süleyman Aydın’a ait. Er Aydın’ın dökülen kanı, 27 yıldır devam eden savaşın ilk resmi şehidi olarak kayıtlara geçti.

Resmi kayıtlara göre Türkiye’nin ilk şehidiydi Süleyman Aydın. Ailesi büyük bir travma içerisindeydi. Aydın’ın ölümü binlerce ölümün sadece başlangıcıydı. Aradan çeyrek asır geçti. “Eğer yaşasaydı askere gidecek yaşta çocuğu olurdu” diyor abisi Ahmet Aydın: “Kardeşim 21 yaşındaydı. Askerliğinin sekiz ayında nöbet beklediği karakolda nerden geldiğini bilmediği kurşun canını aldı. Bize sadece ‘Karakola baskın yapıldı yaralılar var, Süleyman şehit olmuş’ denildi. O zamanlar daha 34 yaşındaydım, ‘Kim, neden öldürdü kardeşimi’ sorusuyla yaşıyordum. 27 yıldır bu devletten ve siyasi otoriteden bunu cevabını aradım ama daha bulamadım.”

Aydın, olayın gerçekleştiği dönemlerde İstanbul’da yaşayan biri olarak kardeşinin askerlik yaptığı Eruh’u nasıl değerlendirebileceğini bilmediğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Yirmili yaşlarda bir genci kaybetmenin ne olduğunu Edirnekapı’ya gidin ve görün. Oradaki bir anneye sorular sorun, gözyaşından başka bir cevap alamazsınız. Bütün analar aynı duyguyu paylaşır. Kardeşim ölümü için şehitlik maaşının bağlanmasını istediler, ben karşı çıkmıştım. Çünkü halk arasında ‘bedel olarak para alıyorlar’ söylentisinden rahatsız oluyordum. Annem bir köylü kadınıydı. Herhangi bir geçim kaynağı olmadığından şehit maaşını sonradan kabul etmişti.”
Annesiyle de görüşmek istediğimi söyleyince “Annem 96 yaşında, üstelik kalp yetmezliği var. Heyecanlanmaması ve yorulmaması gerekir” diyor Ahmet Aydın.

‘Yaşamasıyla gurur duyardım’ 
Aydın, her cumartesi Taksim Galatasaray’da eylem yapan Cumartesi Anneleri’nin acısını da çok iyi anladığını söylüyor: “Çünkü benim kardeşimin, Fatiha okuyacak bir kabri var. Ya onların nerde, nasıl, ölüler mi, sağlar mı? Sorularıyla yatıp kalkıyorlar. Bu annelerin suçu günahı ne? Bu ülkede 17 bin faili meçhul olup da bunların aydınlığa kavuşturulmaması beni daha çok üzüyor. Bu kadar faili meçhul cinayeti olan bir ülkede siz neyin araştırmasını yapacaksınız? Derin devletin mi, Kürt realitesinin mi? İnsan sorumluluğunu hangi anlamda değerlendirelim. Ben kardeşimin ölümüyle değil, yaşamasıyla gurur duyardım; çünkü onun yaşaması bu ülke ve ailesi için daha hayırlısıydı.”

Aydın’ın Dersim ile ilgili söyledikleri de dikkat çekici; “1938 Dersim isyanında binlerce insanın başkaları tarafından öldürülmesi, genç kızların kendini Fırat’ın sularına atmasının canlı tanığı benim dedem. Şimdi soruyorum, bu ülkede 1938’den bu yana hangi kronik sorun çözüm buldu? O zaman şunu düşüneceğiz: Biz toplum olarak ne yanlış yaptık? Nasıl hatalarımızı düzelteceğiz?”

5 Şubat 2011 Cumartesi

Başbakan 12 kayıp yakınıyla görüştü

Başbakan 12 kayıp yakınıyla görüştü

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1039066&Date=05.02.2011&CategoryID=77

05/02/2011

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 12 kayıp yakını ile İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon'dan iki temsilciyi Dolmabahçe'deki Başbakalık Çalışma Ofisi'nde kabul etti.

Başbakan 12 kayıp yakınıyla görüştü
Radikal.com.trBaşbakan Erdoğan'ın daveti üzerine gerçekleşen buluşma, saat 17.00'de başladı ve yaklaşık iki saat sürdü. Buluşmaya; İHD Şube Başkanı Abdulbaki Boğa, Gözaltına Kayıplara Karşı Komisyon'dan Sebla Arcan ile 12 kayıp yakını katıldı. O aileler şöyle:

Fehim Tosun'un eşi Hanım Tosun, Hüseyin Taşkaya'nın kızı Serpil Taşkaya, Abdurrahman Coşkun'un annesi Hediye Coşkun, Murat Yıldız'ın annesi Hanife Yıldız, Tolga Baykal Ceylan'ın annesi Kadriye Ceylan, Hayrettin Eren'in annesi Elmas Eren, Cemil Kırbayır'ın annesi Berfo Kırbayır, Nurettin Yedigöl'ün annesi Beycan Yedigül, Hasan Ocak'ın ağabeyi Hüseyin Ocak, Rıdvan Karakoç'un ağabeyi Hasan Karakoç, İsmail Şahin'in eşi Kiraz Şahin ve Kasım Alpsoy'un eşi Erdoğan Alpsoy.

Geçen ay CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ve Sena Kaleli, İstanbul Galatasaray Meydanı'nda yapılan Cumartesi Anneleri'nun buluşmasına destek için gelmiş, eyleme katılmıştı.

İşte, o kayıpların hikayesi:
CEMİL KIRBAYIR: Devrimci Yol üyesi Kırbayır, 13 Ekim 1980'da Kars'ın Göle ilçesinde gözaltına alındı. Bir daha gören olmadı.
HAYRETTİN EREN: İstanbul'da, Devrimci Sol üyesi olduğu iddiasıyla 21 Kasım 1980'de gözaltına alındı. Önce Karagümrük Karakolu'na, ardından Gayrettepe'deki il emniyet müdürlüğüne götürüldü. Bir daha izine rastlanmadı.
NURETTİN YEDİGÖL: İstanbul'da, Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği üyesi olduğu iddiasıyla gözaltına alındı. İddialara göre 17 Nisan 1981'de işkencede öldürüldü. Cesedi bulunamadı.
HÜSEYİN TAŞKAYA: Siverekli Hüseyin Taşkaya, 6 Araık 1993'te evinden alındı. Bir daha bulunamadı.
KASIM ALPSOY: Adana'da, Mayıs 1994'te gözaltına alındığın günden beri akıbetinden haber yok.
MURAT YILDIZ: İzmir'de, 23 Şubat 1995'te havaya ateş açtığı iddiasıyla gözaltına alındı. Polislerce vapurla İstanbul'a götürüldüğü sırada denize atladığı iddia edildi.
HASAN OCAK: Öğretmen Hasan Ocak, Gazi Mahallesi olaylarının hemen ertesinde, 21 Mart 1995'te İstanbul'da gözaltına alındı. Cesedi ailesinin çabası ile 26 Mart'ta Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı'nda bulundu. Ocak, Rıdvan Karakoç'la birlikte kayıplar mücadelesinin sembolü oldu.
RIDVAN KARAKOÇ: Ocak'tan bir gün önce ortalıktan kayboldu. Yine aynı mezarlıkta gömüldüğü ortaya çıktı.
İSMAİL ŞAHİN: Temizlik işçisiydi. 1995'ten bu yana haber alınamıyor.
FEHİM TOSUN: Diyarbakır'da, 19 Ekim 1995'te evinden telsizli bir grup tarafından alındı. Kendisinden bir daha haber çıkmadı. U2 adlı müzik grubu, bir albümüne "Fehim Tosun'u unutmayın" yazılı bir not koymuştu.
ABDURRAHMAN COŞKUN: Dargeçit'te, 29 Ekim 1995'te gözaltına alınan yedi kişiden biri de lise öğrencisi olan 18 yaşındaki Coşkun'du. Coşkun ile 13 yaşındaki Seyhan Doğan, 21 yaşındaki Abdullah Olcay, 18 yaşındaki Mehmet Emin Aslan, 13 yaşındaki Nedim Akyol ve 12 yaşındaki Davut Altunkaynak'tan bir daha haber alınamadı. Sadece 58 yaşındaki Süleyman Seyhan'ın gözaltına alındıktan beş ay sonra cesedi yakılmış olarak bir kuyuda bulundu.
TOLGA BAYKAL CEYLAN: Tatil için 11 Ağustos 2004'te gittiği Kırklareli'nin İğneada ilçesindeki jandarma bölgesinde kayboldu. Ardında valizi ve kimi giysileri kaldı. Jandarma Ceylan'ın kaçtığını iddia etti.