30 Aralık 2011 Cuma

Bakanlık: Mezarları İstanbul'da

30/12/2011 2:00

İçişleri Bakanlığı'na göre gözaltında kaybolan, Çarkın'ın 'Ellerimle gömdüm' dediği Efeoğlu kardeşlerin mezarı İstanbul'daymış.
Bakanlık: Mezarları İstanbul'da

1990 lı yıllarda üniversitede okuyan iki kardeş iki yıl arayla gözaltına alınmış ve bir daha da kendilerine ulaşılamamıştı.
MESUT HASAN BENLİArşivi






ANKARA- 1990’lı yıllarda gözaltına alındıktan sonra bir daha kendilerinden haber alınamayan Ali ve Ayhan Efeoğlu’nun ailesi tarafından açılan tazminat davasında İçişleri Bakanlığı tartışılacak bir savunma yaptı. Bakanlık mahkemeye gönderdiği ilk savunmada, Efeoğlu kardeşlerin ailelerinin bile bilmediği mezarlarının İstanbul’da olduğunu öne sürdü. Bu savunmadan bir süre sonra mahkemeye gönderilen ikinci savunmadaysa Efeoğlu kardeşlerin ‘kayıp olup olmadığının belli olmadığı’, iki kardeş hakkında hâlâ arama kararı olduğu belirtildi.
Dev-Sol üyesi olduğu iddia edilen Ayhan Efeoğlu 6 Ekim 1992’de, kardeşi Ali Efeoğlu da 5 Ocak 1994’te gözaltına alınmış, iki kardeşten bir daha haber alınamamıştı. Gözaltında işkence sonucu öldürüldüğü iddia edilen Efeoğlu kardeşlerin ailesi yıllardır oğullarının en azından mezarının bulunmasını isterken, İçişleri Bakanlığı aleyhine de Bursa 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açmıştı. İçişleri Bakanlığı 4 Kasım 2011’de mahkemeye savunma gönderdi. “Dava konusu olay idarenin eylem ve işlemlerinden kaynaklandı” denilen savunmada şöyle denildi:

‘Biz bilmiyorduk’
“Mahkemeniz aksi kanaatteyse yetki itirazında bulunuyoruz. Zira, haksız fiil İstanbul’da meydana gelmiştir. Dava dilekçesindeki beyanlara göre ‘kayıp olduğu iddia edilen’ kişilerin kabirlerinin İstanbul’da olması, ceza soruşturmasının İstanbul’da yapılmış olması nedenleriyle usul ekonomisi ve dosyanın akıbeti açısından sayın mahkemenizin yetkisizliğine, dosyanın yetkili İstanbul Asliye Hukuk Mahkemes’ne gönderilmesine karar verilmesini talep ediyoruz.” Efeoğlu ailesinin avukatı Mustafa Yağcı’ysa ailenin yıllardır çocuklarının mezarlarının aradığını belirterek “Aile çocuklarının mezarlarını İstanbul’da olduğunu bilmiyordu. Bunu bakanlığın dilekçesinde öğrendik. Aile zaten yıllardır bari mezar taşlarına ulaşalım diye mücadele ediyordu” diye konuştu. Bakanlık aynı tarihli dilekçesinde zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle davanın reddedilmesi gerektiğini de savunarak, “Davacıların talep ettiği maddi ve manevi tazminat miktarları fahiştir. Davacıların oğullarının kayıp olduğuna ilişkin hiçbir belge sunulmamıştır” dedi. İçişleri Bakanlığı daha sonra mahkemeye ikinci bir savunma daha gönderdi.

‘Kayıp iddiası doğru değil’
29 Kasım 2011’deki ikinci savunmadaysa iki kardeşin gözaltına alındığı iddiasının doğru olmadığı öne sürüldü. İlk savunmasında “Kabirleri İstanbul’da” diyerek, yetkisizlik kararı talep edep bakanlık, ikinci savunmasında Ali ve Ayhan Efeoğlu’nun hâlâ arandığını ifade etti. Savunma dilekçesinde “Terör olayları içerisinde iken akıbeti bilinmeyen kayıp şahıslardan oldukları için bu olaylara müdahale edebilecek Emniyet Genel Müdürlüğü, Terörle Mücadele Daire Başkanlığı ile halen bu konuda yazışma soruşturmalar sürdürmektedir” denildi.

Hâlâ aranıyorlarmış
Savunmada Efeoğlu kardeşlerin karıştığı eylemlerin dökümüne de yer verildi. 6 Ekim 1992’de gözaltına alınan ve kendisinden bir daha haber alınmayan Ayhan Efeoğlu’nun 18 Mart 1993’te Bayrampaşa’da 10 polis memurunun yaralanmasına sebebiyet veren eylemde Law silahını kullanan kişi olduğu öne sürüldü. Savunmada 2003’te İstanbul DGM Başsavcılığı’nın Ayhan Efeoğlu için arama kararı çıkartıldığı belirtildi. Savunmada 5 Ocak 1994’te gözaltına alınan Ali Efeoğlu için de şu değerlendirme yapıldı: “31 Ağustos 1994’te tarihinde yasadışı Devrimci Sol adlı terör örgütüne yönelik olarak yapılan operasyonda yakalanan Ercan Kartal ve arkadaşları hakkında tanzim edilen tahkikat evrakı ile birlikte İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’na sevk edilerek dosyadan firar olarak aranmaya başlandığı anlaşılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 17 Temmuz 2009 Ali Efeoğlu hakkında yakalanması istediği görülmüştür.”


‘Ben gömdüm’
Ankara’daki faili meçhul cinayetler soruşturmasında tutuklu olan eski özel harekâtçı Ayhan Çarkın, itiraflarında şunları söylemişti: “Cumartesi Anneleri 16 yıl önce kaybolan çocuklarını arıyor. Ölüsünü veya dirisini görmek istiyorlar. Ayhan Efeoğlu’nu bizzat ellerimle gömdüm. Bana şu bombayı imha et diye paket verdiler. Götürdüm içerisinden insan çıktı. Bu şahsın Ayhan Efeoğlu olduğunu öğrendim. Mezarını gösterebilirim.”

28 Aralık 2011 Çarşamba

Kayıp yakınları: Maraş Katliamı'nın gizli arşivleri açılsın
ANF
14:00 / 24 Aralık 2011

Amed - İHD ve kayıp yakınları tarafından "Kayıplar bulunsun failler yargılansın" sloganıyla düzenlenen oturma eyleminde konuşan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Av. Cafer Koluman, Maraş'ta Alevi, solcu, demokrat insanların kıyımdan geçirildiğini ve sağ kalanların da baskı, sindirme, korku psikolojisi ile göçe zorlandığını belirterek, devletin bu katliamla iligili "gizli" arşivlerini açmasını istedi. Batman'da yapılan eylemde baskı, gözaltı ve tutuklamalara tepki gösterildi.

Diyarbakır ‘da İHD ve kayıp yakınları tarafından her hafta "Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın" sloganıyla gerçekleştirilen oturma eyleminin 150'nci haftasını geride bıraktı. Bu hafta yapılan oturma eyleminde Maraş Katliamı ile 19 Aralık'ta "Hayata Dönüş" operasyonu adı altında cezaevinde katledilenler anıldı. Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapılan oturma eylemine İHD üye ve yöneticileri, MEYA-DER, TUHAD-FED, Pir Sultan Abdal Kültür ve Dayanışma Derneği, Barış Anneleri İnisiyatifi üyeleri, KESK'e bağlı sendikaların temsilcileri ile Dicle Üniversitesi öğrencileri katıldı.

Oturma eylemi öncesi konuşan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, kayıplar ile ilgili devletin hiçbir girişimde bulunmadığını belirterek, "Biz insan hakları savunucularına ise bu faillerin ortaya çıkması için mücadele verdiğimizden dolayı hakkımızda soruşturmalar açılıyor. Biz diyoruz ki bu ülkede insanlar ölmesin hiç kimse yaşamını yitirmesin işte dün bir asker yaşamını yitirdi. Gerillalar yaşamını yitiriyor" dedi.

Bilici, Kürt basın kuruluşlarına yapılan baskında gözaltına alınan gazetecilerden 36'sının tutuklandığına da dikkat çekerek, "Biz bu insanlık dışı uygulamalar ve bu hak ihlalleri bir an önce son bulsun istiyoruz" dedi.

24 Aralık 2009’da Kürt siyasetçi ve insan hakları savunucularına yönelik düzenlenen operasyonun yıldönümü olduğunu hatırlatan Bilici, Şube Başkanları Av. Muharrem Erbey ve çok sayıda siyasetçinin barış istedikleri için halen tutuklu bulunduğunu dile getirdi.

Bilici'nin ardından konuşan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Av. Cafer Koluman, Maraş Katliamı'nı gerçekleştirenlerin amacının 12 Eylül askeri darbesine zemin hazırlamak olduğunu aktararak, "Diğer bir amaçları ise halklar ve inançlar bahçesi olan Maraş'ta Alevi, solcu, demokrat insanları kıyıma uğratmaktı. Sağ kalanları da baskı, sindirme, korku psikolojisi ile göçe zorlamaktı" dedi. "Devlet derin çekmecelerinde sakladığı gizli arşivleri açıklasın" diyen Koluman, "Devlet, katliamları yaşayan tanıkları dinlemelidir. Arşivlerin, yaşayan tanıkların, kitap, belge ve o dönemdeki mahkeme tutanaklarının ışığında katliamda suçu, hatası olanlar evrensel hukuk verileri çerçevesinde yargılanmasını istiyoruz" dedi.

Ardından söz alan İHD Kayıp Komisyonu Üyesi Necibe Güneş Perinçek, 19 Aralık Cezaevi Katliamı’nda yaşamını yitirenlerin hikayesini anlattı. Perinçek, "Hayata Dönüş" adı altında gerçekleştirilen operasyonda yaşamını yitirenlerin isimleri tek tek okudu.

Yapılan konuşmaların ardından kayıp yakınları 5 dakikalık oturma eylemi yaparak eylemlerine son verdi.

BATMAN

Batman'da da İHD üyeleri ve kayıp yakınlarının düzenlediği "Kayıplar bulunsun, failler yargılansın" eylemine Gülistan Caddesi'nde devam edildi. Kayıpların fotoğraflarının açıldığı eyleme İHD'nin yanı sıra BDP il yöneticileri ve kayıp yakınlarının yanı sıra çok sayıda yurttaş katıldı. Eylemde konuşan İHD Yöneticisi Nihat Ekinci, kayıpların akıbeti açıklanıncaya kadar mücadelelerine devam edeceklerini dile getirdi. Son dönemlerde uygulanan gözaltı ve tutuklanmalara tepki gösteren Ekinci, "AKP'nin bu kirli bu politikaları yararlı sonuçlar doğurmayacak. Bu haksız gözaltı ve tutuklanmalar bu ülkeyi demokrasiye götürmez" dedi.

Açıklamanın ardından 5 dakikalık oturma eylemi yapıldı.

ANF NEWS AGENCY
20 yaşındaki o iki genci vurduk

28/12/2011 2:00

Çarkın bu kez infazlarını anlattı: "Yaman ve Gül yere çömeldi. Tam tetik düşecekken 'İnsanlık onuru işkenceyi yenecek' sloganını attılar. 20 yaşındaki çocukları nasıl öldürdük inanamıyorum."
20 yaşındaki o iki genci vurduk

Ayhan Çarkın, geçen hafta MİT çi Tarık Ümit in yerini göstermesi için İstanbul Silivri ye götürülmüş ancak gösterdiği üç yerden de herhangi bir ceset çıkmamıştı. Fotoğraf: SİNAN GÜL/AA





ANKARA- Faili meçhul cinayetlerle ilgili savcılığa verdiği ifadeler ve yaptığı itiraflarla Türkiye’nin gündemine oturan eski Özel Harekât polisi Ayhan Çarkın, ilk kez bizzat kendisinin de katıldığı infazları anlattı. Halen tutuklu bulunduğu Sincan F Tipi Ceza-evi’nde CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ile görüşen Çarkın’ın özellikle 1992’den beri kayıp olan Soner Gül ve Hüsamettin Yaman ile ilgili kan donduran detaylar aktardı: “Yaman ve Gül yere çömeldiler. Tam tetiği düşüreceğimizde ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ diye slogan attılar. Polis otobüsüne bomba atmış diye bir yalanla bizi yönlendirdiler. 20 yaşında bir çocuğu nasıl öldürdük inanamıyorum.”
Çarkın ile 4 saat görüşen Hüseyin Aygün dün bir basın açıklaması yaparak neler konuştuklarına dair basına bilgi verdi. CHP’li Aygün, “Cinayetler hakkında öyle detaylar anlattı ki, 4 saat sonra dayanamadım ve görüşmeyi ben bitirdim. Zaman zaman ağlıyordu” dedi. Çarkın’ın ‘samimi konuştuğu’nu, 1990’lı yılların aydınlanması için çaba harcayan biri izlemini uyandırdığını ifade eden Aygün, işlediği suçlardan dolayı vicdanını temizlemeye çalışan biri gibi göründüğünü söyledi.

Anneler rüyama giriyor
Çarkın’ın, faili meçhul cinayetlerin ‘90’lı yıllarda alınmış bir MGK kararı’ sonrası başladığını söylediğini aktaran Aygün, Çarkın’ın, Mehmet Ağar hakkında ‘korkunç şeyler’ anlattığını da sözlerine ekledi. “Ağar ile ilişkilerinde tuhaf şeyler var. Zaman zaman çatışıyormuş Ağar’la. Belki o nedenle konuşuyor” diyen Aygün, Çarkın’ın Siirtliler Grubu, Gayrettepe ve Ankara Özel Harekât Şubesi’nde 1986-1996 yıllarını kapsayan 10 yıllık süre boyunca yaşadıklarını anlattığı belirterek, “Anlattıklarının önemli bir kısmını savcılara da anlatmış. Başıboş cinayetler olduğunu, bazı Özel Harekâtçıların canavarlaştığını, hatta bir tanesinin sevgilisini öldürdüğünü söylüyor” diye konuştu. Aygün, Çarkın’ın faili meçhul cinayetlerle ilgili Emniyet Özel Harekât Şube Müdürlüğü’nü işaret ettiğini, halen bu insanların bir kısmının görevde olduğunu söylediğini aktardı.

Slogan atıyorlardı
Çarkın’ın, öldürdüğü ve gözaltında kaybettikleri ile yakınlarının 19 yıldır rüyalarına girdiğini en çok da Cumartesi Anneleri’ni rüyasında gördüğünü anlattığını söyleyen Aygün, gözaltında kaybedilen Hüsamettin Yaman ve Soner Gül’ün öldürülmesiyle ilgili Çarkın’ın anlattıklarını şöyle aktardı: “Çarkın, ‘Yaman ve Gül yere çömeldiler. Tam tetiği düşüreceğimizde ‘insanlık onuru işkenceyi yenecek’ diye slogan attılar. Polis otobüsüne bomba atmış diye bir yalanla bizi yönlenlendirdiler. 20 yaşında bir çocuğu nasıl ödürdük inanamıyorum. Sonradan öğrendim hiçbir suçları da yoktu’ diyor.” Aygün gözaltındayken öldürülen Ayhan Efeoğlu’nun işkencede öldürüldüğünü belirterek şöyle konuştu:
“Çarkın, ‘Ayhan Efeoğlu sorguda öldürüldü ve bize teslim edildi. O dönem çok patlayıcı imha ederdik. Öyle bir paket sandım. Açtık içinden insan çıktı. Sonra Cumartesi Anneleri’nin elinde fotoğrafı görünce gömdüğümüz kişinin o olduğunu anladım, mahvoldum. Cumartesi Anneleri’nin eylemlerini izledim uzaktan, öldürdüğümüz insanların fotoları taşınıyordu, bu beni mahvetti’ diyor. En çok Cumartesi Anneleri’ni görüyormuş rüyasında . 20 yıldır evlatlarını aramaları çok etkilemiş. Hâlâ İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde müdür olarak çalışan birinin ismini verdi. Onun sorguda öldürüldüğünü bildiğini söyledi. Dürüst bir müdür diyor.”

Muş’taki toplu mezar
Bu güne kadar bilinmeyen iki olaydan da sözettiğini söyleyen Aygün, “Muş’ta bir eylemden sözetti. İlk defa bunu açıkladı. 94 kışında Muş’a giderek bu operasyonun yapıldığını söylüyor. Bu 8 kişi Muş merkez mezarlığıda mevcut mezarlar açılmak suretriyle gömülmüş, bu da ilginç bir itham. Antep’te 2 araçla 20 kişi gittiklerini, 60 yaşındaki birini alıp Maraş yolunda bir inşaatta infaz ettiklerini söyledi. Bazı operasyonlarda PKK ile işbirliği yapılıyormuş. Çarkın’ın söylediğine göre, bu 8 kişi de barış isteyen grupmuş” dedi. Aygün, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun Çarkın ile görüşmesi ve söylediklerini kayda alması gerektiğini de vurguladı.

‘Kardeşimin hiç değilse kemiklerini istiyorum’
İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu öğrencisi Hüsamettin Yaman, 4 Mayıs 1992’de bir cumartesi akşamı evden ayrıldı. Kendisinden bir daha haber alınmadı. Hüsamettin’in ağabeyi Feyyaz Yaman, geçen hafta Bianet’e yaptığı açıklamada Çarkın’ın ilk itiraflarının ardından, savcılığa bir buçuk ay önce suç duyurusunda bulunduklarını söyledi. “Kardeşimin hiç değilse kemiklerini istiyorum” diyen Yaman şu açıklamalarda bulundu:
Hüsamettin o yıl Paşabahçe’de stajını tamamlamıştı. Daha önce üzerinde pankart bulunduğu için Bayrampaşa Cezaevi’nde bir hafta tutuklu kaldı. Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi’ndendi (DHKP-C) ama radikal bir kimliği yoktu.
Mayıs 1992’de bir Cumartesi akşamı ayrıldı evden, okula yakın bir ev bakacağını söyledi. Ev eşyasına da ihtiyacı olduğunu söylemişti. Son görüşmemiz oldu. Pazartesi hâlâ dönmeyince araştırmaya başladık. O akşam bir arkadaşı aradı ve Fındıklı’da otobüs durağında Soner Gül’le birlikte gözaltına alınıp polis aracına bindirildiklerini söyledi.
Halkın Hukuk Bürosu’na başvurdum, Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne (DGM), Gayrettepe Terörle Mücadele Şubesi’ne gittim. Bizi dışarı attılar, ertesi gün tekrar gittim. Kabul etmediler, “Burada yok” dediler.
Eski Emniyet Amiri Reşat Altay’la görüştüm. Kendisinin bu konuda saklayacağı bir şey olmadığını, “Biz yapsak, köprünün altına bırakırız, haber de veririz, ama bizimle ilgisi yok” dedi.
Avukat Ergin Cinmen, Temmuz 1992’de bizim adımıza Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruda bulundu. Davanın açılmasından bir yıl sonra Terörle Mücadele Şubesi, “Örgüt evinde izini bulduk. Ev sahibinin ifadesine göre, evi boşaltıp Doğu illerinden birine gitmişler” şeklinde bir açıklama yolladı. Mahkeme takipsizlik kararı aldı.

Şüpheleri arttıran ses kaydı
Eski Özel Harekât Daire Başkanı Behçet Oktay’ın ölümüyle ilgili şüpheleri arttıran yeni bir kanıt daha ortaya çıktı. Milliyet’te dün yer alan habere göre, olay yeri inceleme kasedinin, 3.16.46 saniyesinde başlayan bir konuşmada, “Silah sesi duydun tamam mı?” denilerek, nasıl ifade verileceğinin tembih edildiği iddia edildi.
Oktay ailesinin avukatı Şenol Özel,tembihleyen kişinin kim olduğunun, olay yerinde bulunan Neriman Fıçıcı ve Ali Rıza Özçelik’ten sorulması gerektiğini kaydetti. Özel, kasetin 4.11.33 ve 4.11.43 saniyelerinde araç üstündeki doku parçalarının görüldüğünü, ancak daha önceki açı görüntülerinde ve daha önceki görüntülerde doku parçalarının görülmediğini söyledi.
Avukat Özel şöyle devam etti: “Yine aynı kasedin 4.30.27 saniyesinde duyulan bir ses de, ‘Doku parçasını sol tarafa mı koydunuz?’ demektedir ki, bu durum çok önemlidir. Şüpheli bir durum arz eden bu görüntüler delil karartması olarak görülmelidir. Çünkü o dokunun oraya polis tarafından konulduğu intibaını vermektedir.” Özel, Oktay’a ait cep telefonu dökümlerini inceledikten sonra 5 Eylül 2011’de savcılığa dilekçe vermişti. Kayıtlardan, Oktay’ın ölmeden önce son kez görüştüğü numara ile ölümünden 8 saat sonra 11 saniyelik bir görüşme yapıldığı tespit edilmiş, ayrıca Ankara Emniyeti’nde olması gereken telefonun, emniyet dışında yaklaşık 10 saat kaldığı belirlenmişti.

Telefondaki şüphe
Oktay’ın telefonlarına ait şüpheler giderilemezken, görgü tanığı Halil Kesici’nin Oktay’ın ölümünden sonra yaptığı görüşmelere ilişkin yeni çelişkiler de ortaya çıktı. Alınan bilgiye göre Kesici, 25 Şubat 2009’da Oktay’ın ölümünden sonra üç kere, saat 02.00.46’da 47 saniye, 02.03.14’te 22 saniye, 02.14.17’de de 33 saniye olmak üzere 155 Polis İmdat’ı aradı. Ancak Kesici’ye ait telefon dökümlerindeki 155 süreleri ile dosyadaki 155 ses kayıtları CD’sindeki süreler örtüşmedi. Öte yandan Behçet Oktay’ın ablası, soruşturmanın, faili meçhul cinayetlere ilişkin soruşturmayla birleştirilmesini talep etti. (RADİKAL )

16 Aralık 2011 Cuma

Radikal Gazetesi

Darbecilerin katlettiği senatörün cesedi kuyuda bulundu

16/12/2011 13:32

Arjantin'in Tucuman Eyaleti'nde 35 yıl önce askeri diktatörlük tarafından kaybedilen senatör Guillermo Vargas Aignase'nin cesedi teşhis edildi. Aignasse'in cesedinin bulunduğu bölgeye yakın askeri bir alanda 15 cesede daha ulaşıldı.
Darbecilerin katlettiği senatörün cesedi kuyuda bulundu

Canan KAYA

Aignasse’den geriye kalanlar 2002 yılında yerli hakın Vargas kuyusu adını verdiği kuyuda bulundu. Arjantin Antropolojik Adli Tıp Ekibi’nin (EAAF) Aignasse’in 3 oğlu ile yaptığı DNA eşleştirmeleri sonucu bulunan cesedin gerçek kimliğine ulaşıldı. Teşhis sonrası açıklamalarda bulunan Aignasse’in oğlu Geronimo babasının cesedinin teşhis edilmesinden dolayı karışık duygular içinde olduğunu söyledi. Geronimo, "Bir yandan neredeyse 40 senedir aradığım babamın cesedi teşhis edildiği için mutluluk duyuyorum. Ama babam gördüğü işkencelerden sonra 40 metre derinlikte bir kuyuya atıldı. Görgü tanıklarına göre kuyuya sadece ölüler atılmıyordu. Babamın da canlı canlı kuyuya atılarak tarifsiz acılar içinde ölmüş olma ihtimali beni kahrediyor" diye konuştu.

Peronist Senatör Guillermo Vargas Aignasse’dan 1976 darbesinden hemen sonra askerlerce kaçırıldıktan sonra bir daha haber alınamamıştı. Tucuman’daki işkence merkezlerinde kayıp senatörle birlikte bulunan tanıkların ifadesiyle geçen ay ölen diktatörlük dönemi Antonio Domingo Bussi ve diktatör Luciano Benjamin Menendez, Vargas Aignasse’i işkence ile öldürmekten ömür boyu hapse mahkum edilmişti.

ASKERİ ALANDA 15 KİŞİLİK TOPLU MEZAR BULUNDU
Öte yandan Tucuman’da diktatörlük döneminin en büyük gizli gözaltı ve imha merkezi Miguel de Azcuenaga Cephaneliği sınırları içinde kayıplara ait olduğu düşünülen 15 kişilik toplu mezar bulundu. Arjantinli antropologların askeri alan içinde yaptığı araştırmalarda yanmış kemiklere ve bazılarının ensesinde kurşun yarası olmak üzere elleri bağlanmış farklı pozisyonlarda bozulmamış cesetlere rastlandı.

Adli yetkililer diktatörlük valisi Domingo Bussi döneminde siyasi mahkumların enselerinden tek kurşunla öldürülmesinin yaygın olmasından dolayı mezarın kaybedilmiş insanların cesetleri olduğunu tahmin ettiklerini açıkladılar. (DHA)

2 Aralık 2011 Cuma

APPEL A LA CONFERENCE

LES SOULEVEMENTS POPULAIRES QUI DURENT DEPUIS UN AN DANS LES PAYS ARABES ONT RENVERSE LES DICTATURES. OR, TANDIS QUE LA LUTTE POUR LA LIBERTE CONTINUE, LES FORCES ARMEES DES NOUVEAUX GOUVERNEMENTS QUI ONT REMPLACE LES DICTATURES NE LAISSENT PAS OUBLIER LES APPLIQUATIONS DES DICTATEURS EN MATIERE DES DROITS DE L’HOMME. LES HOMMES SE FONT KIDNAPPER EN PLEINE RUE, PUIS SE FONT DISPARAÎTRE. PLUSIEURS DETENUS PASSENT PAR LA TORTURE.

NOUS ORGANISONS UNE CONFERENCE OU NOUS DEBATTRONS DES VIOLATIONS DES DROITS DE L’HOMME ET DES DISPARUS DEPUIS UN AN DANS LES PAYS ARABES.

NOUS INVITONS TOUS NOS AMIS A VENIR PARTICIPER AU DEBAT.

INTERVENANTS :

KAMEL BADAOUI REPRESENTANT REPRESENTANT LE COLLECTİF DE SYNDİCALİSTES DE CONTİNUER LA CGT (CL CGT)
UN REPRESENTANT DU PARTI COMMUNISTE OUVRIER TUNİSİEN
UN REPRESENTANT DE ROCML



Date : Samedi, 17 Décembre 2011

Lieu : Local Actit

Heure: 13.00h.

Organisateur :

Comité International contre les Disparitions en Garde à Vue (ICAD)

27 Kasım 2011 Pazar

Cumartesi Anneleri, Arjantin anneleri ve özür
GÖKÇE AYTULU

27/11/2011

Cumartesi anneleri tıpkı Arjantinliler gibi özürden önce gerçeği öğrenmek istiyor.

Cumartesi Anneleri, Arjantin anneleri ve özür

Tarihi özür denince hemen akla Almanya Başbakanı Willy Brandt’ın 1970’te Varşova’da Holokost kurbanlarına adanmış heykelin önündeki diz çöküşü gelir. Gerçekten de Brandt’ın Almanya’da bugün bile tartışılan özrü sembolik bir öneme sahiptir. Ama kanımca Brandt’tan daha kuvvetli bir şekilde, “özür” kelimesinin içini tam olarak dolduran bir seremoni geçen yıl Arjantin’de yaşandı.
Arjantin’in ilk kadın Savunma Bakanı Nilda Garre, “Darbe devlet terörüdür” diyerek ülkenin Kirli Savaş döneminde yaşananlardan dolayı özür diledi. Tabii ki bu özür bir günlük mesele değil.
Arjantin, 30 bin kişiyi öldürdüğü düşünülen cunta yönetimiyle epeydir hesaplaşma derdinde. Lakin, “önce bozguncuları, sonra işbirlikçileri, ardından sempatizanları ve tarafsızları öldüreceğiz. En son sıra da korkakların olacak” mottosuyla kıyım yapan cuntanın yarattığı acıları hafızalardan kazımak mümkün değil.

Mayıs Meydanı Anneleri
Yedi yıl süren cunta dönemi, muhaliflerin sivil polislerce sokaklardan toplandığı, sistematik işkenceye maruz kaldığı, hayatta kalmaya ısrar edenlerin ise kargo uçaklarından okyanusa atılıp köpek balıklarına yem edildiği günlerdi. Arjantin, cuntadan kurtulur kurtulmaz, geçmişiyle hesaplaşmaya girişti.
Kuşkusuz bu hesaplaşmada en büyük pay ‘Mayıs Meydanı Anneleri’nindi. Kayıp çocuklarının hiç değilse naaşlarına ulaşmak isteyen bu kadınlar, cuntaya kafa tutmasına rağmen ayakta kalan yegâne muhalif gruptu. Devletin evlat acısından beterini veremeyeceğini biliyor ve toplandıkları meydanda kayıp çocuklarının hesabını soruyorlardı.
Cuntanın devrilmesinden hemen sonra Mayıs Meydanı Anneleri’nin verdiği ilhamla Arjantin’de Ulusal Kayıplar Komisyonu’nu kuruldu. Komisyonun hazırladığı ‘Bir Daha Asla’ (Nunca Mas) başlıklı rapor ülkede darbe dönemine karşı yürütülen hareketin sloganı haline geldi. Bundan beş yıl önce Savunma Bakanı Nilda Garre, Kirli Savaş’ın tüm arşivlerinin halka açılacağını müjdeledi. Eğer devlet cinayet işlemişse bu gizli kalmamalı, en azından çocuklarının naaşlarına ulaşmak isteyen anneler için bir umut yaratılmalıydı.

Yedi yıllık dönemin kirini temizlemek 27 yıl sürse de Arjantin, Mayıs Meydanı Anneleri’nin öncülüğünde bu hesaplaşmayı yaptı. İşte Garre, bu hesaplaşmanın ardından geçen yıl kürsüye çıkıp, “Darbe devlet terörüdür, bir daha asla” diyerek Arjantin halkından (ve en çok da annelerden) özür diledi.
Bu günlerde “devlet özrü”nün hararetle tartışıldığı Türkiye’de de Mayıs Meydanı Anneleri’ne benzer bir sivil girişim var tam 16 yıldır. Cumartesi Anneleri, tıpkı Arjantin’de olduğu gibi faili meçhul çocuklarının hiç değilse naaşına ulaşabilmek için her hafta Beyoğlu’nda toplanıyor.

Bu süreçte bazen “teröristlerin izinde” olmakla da suçlandılar, bazen devlet kapısında konuk oldular. Ama duruşları ve istekleri hiç değişmedi.
Tıpkı Arjantinli anneler gibi özürden önce evlatlarına ne olduğunu öğrenmek istiyorlar. Onlar için hakikat, özürden daha değerli.
Yıllardır bunun için çalışacak bir komisyon kurulmasını bekliyorlar. Siyaset duymazdan gelse de dün olduğu gibi her cumartesi gerçeği öğrenmek için toplanıyorlar.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1070764&Yazar=G%D6K%C7E&Date=27.11.2011&CategoryID=97

26 Kasım 2011 Cumartesi

İHD kaybedilen kadınları sordu
ANF
12:06 / 26 Kasım 2011

İzmir - İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi, ‘kaybedilen kadınların’ akıbetini sorarak, “Kayıplar Belli, Failler Nerede?” diye sordu.

Konak eski Sümerbank önünde bir araya gelen insan hakları savunucuları, “Kayıplar Belli, Failler Nerede?” yazan pankart açarak, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Kayıplar bulunsun, hesap sorulsun” şeklinde slogan attı. Gözaltında kaybedilenlerin fotoğrafların da taşındığı eylemde basın açıklamasını İHD İzmir Şube Yöneticisi Meryem Çağ okudu.

İHD, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla, bu haftaki kayıp eylemini ‘kaybedilen kadınlara’ ayırdı.

Çağ, gözaltında kaybedilen kadınlara ilişkin devlet arşivinde bulunan her türlü belgenin açıklanmasını isteyerek, “Kadınların kaybedilmesinde sorumluluğu bulunan asker-sivil tüm görevlilerin derhal tutuklanmasını talep ediyoruz” dedi.

90’lı yıllarda yoğunlaşan ve günümüzde de devam eden ‘faili meçhul’ cinayetlere karşı devletin her zaman hamasi söylemlerle ‘sorumluları yakalayacağız’ dediğini hatırlatan Çağ, “Her yaşanan ölümün ardından halkın karşısına ‘failleri yakalayacağız’ demeçleriyle geçen yetkililerin beyanları sadece günü kurtarmaya yönelik, samimiyetten uzak beyanlardır” diye konuştu.

Açıklamada Başbakan Erdoğan’a seslenen Çağ, “Kadınları kaybeden bir devletin başbakanı olma vebalini daha ne kadar taşıyacaksınız? Neden harekete geçmiyorsunuz? Daha ne kadar susacaksınız?” diye kaydetti.

Açıklamanın ardından konuşan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ise, Türkiye’de çok büyük acıların yaşadığını belirterek, Başbakan Erdoğan’ın Dersim katliamı konusunda yaptığı ‘gayri resmi’ açıklamanın dahi bir anlamı olduğunu söyledi.

Türkdoğan, “Sayın Başbakan Dersim Katliamına ilişkin bir açıklamada bulundu. Ancak biz diyoruz ki, bu ülkede çok büyük acılar yaşandı, yaşanıyor. Her yerde kayıplarını arayan insanlar var. Samimi olalım ve bu konuda bir şey yapalım. İnsanların acılarını siyasi polemiklere kurban etmeyelim. Eğer samimiyseniz Hakikatleri Araştırma Komisyonu kuralım ve geçmişimizle yüzleşelim. Geçmişimizle yüzleşmediğimiz takdirde acılarımız yerini sevince bırakmayacaktır” dedi.

İnsan hakları savunucuları daha sonra 5 dakikalık oturma eylemi yaparak dağıldı.

Öte yandan İHD İzmir Şubesi, bugün saat 14:00-17:00 arası Tepekule Kongre Merkezi’nde, ‘Yeni Demokratik Anayasa Sürecinde İHD Ne Düşünüyor?” konulu bir panel düzenleyecek.

ANF NEWS AGENCY

25 Kasım 2011 Cuma

Kimsesiz Mezarlığı'ndan çıkarılan 5 cesette işkence izleri
ANF
11:49 / 25 Kasım 2011

Mardin - Mardin'in Derik ilçesinde 1992 yılında askerlerin ateş açıp yaralayarak gözaltına aldıktan sonra kendilerinden bir daha haber alınamayan 3 kişinin bulunması için yapılan kazı çalışmaları hakkında açıklama yapan Mardin İHD Şubesi, faili meçhul cinayet, kayıplar ve kazı çalışmalarının oluşturulacak bağımsız komisyonlar tarafından araştırılmasını istedi.

Derik ilçesinde 15 Ağustos 1992 yılında yapılan kutlamalarda askerlerin kitle üzerine ateş açması sonucu yaralanan Necat Türk (19), Rıda Yavuz (24) ve Serhat Bilen (18)'in askerlerce gözaltına alınması ve kendilerinden bir daha haber alınamaması üzerine ailelerin başvurusu üzerine Derik Cumhuriyet Başsavcılığı kazı çalışmasına karar verdi.

22-23 Kasım tarihleri arasında Derik ilçesinde Kimsesizler Mezarlığı'nda savcı, Adli Tıp Uzmanı, polis, aileler ve İHD yetkilileri denetiminde kazı yapıldığını açıklayan Mardin İHD Şubesi, kazı çalışmalarında beş kişiye ait kemiklerin çıkarıldığını açıkladı.

İHD tarafından hazırlanan raporda şunlara yer verildi: "Bulunan ilk cesedin elbiseleri ile beraber yüzükoyun, gelişi güzel mezara konulduğu, cesette ayaklarında çorap, bacaklarında gri renkli pantolon ve üst kısmında kareli gömlek olduğu gözlemlenmiştir. Söz konusu cesede ait kemikler alınarak delil torbalarına konulmuş, cesedin altından ve yanında toprak örneklerini alınarak delil torbalarına konulmuş, Ceset alındıktan sonra metal detektör ile arama yapılmış ve cesedin altında bulunan toprak elenmiştir. Bulunan birinci cesedin hemen bir metre uzağında ve yaklaşık 20 santim yukarısında ikinci cesede ulaşılmış. Söz konusu cesedin kafasında siyah ve çürümemiş bir poşetin bulunduğu, cesedin üst kısmında herhangi bir elbisenin olmadığı, bacaklarında açık renkte bir şalvarın bulunduğu ve ayaklarında birer tek çoraplarının bulunduğu tespiti yapılmıştır. Söz konusu cesette de yine detektör ile arama yapılmış, cesede ait toprakta elekleme yapılmış ve toprak örnekleri ile cesede ait kemikler numaralandırılarak delil torbalarına konulmuştur."

Hazırlanan raporda 23 Kasım günü yapılan kazılarda da üç cesede ait kalıntılar ve giysi parçalarının çıkarıldığı belirtilerek, kayıp 3 kişinin yakınlarından DNA örneği alınarak savcılığa teslim edildiği belirtildi.

İHD raporunda cesetleri çıkarılan 5 kişinin işkence ve ateşli silahla öldürüldükten sonra gömüldükleri yönünde şüphe bulunduğu belirtilerek, faili meçhul cinayet ve kayıplar konusunda bağımsız bir komisyon kurulması, mezar açma işlemlerinin de Birleşmiş Milletler protokolüne uygun bağımsız komisyonlarca yapılması talep edildi.

ANF NEWS AGENCY

9 Kasım 2011 Çarşamba

Gözaltına alınan Ramazan Alacak ölü bulundu
ANF
21:12 / 09 Kasım 2011

Amed - Diyarbakır’da 28 Ekim’den bu yana kendisinden haber alınamayan Ramazan Alaca (50) adlı yurttaş, Adıyaman’ın Kahta İlçesi kırsalında ağaçta asılı halde bulundu. Alaca’nın Malatya Emniyeti tarafından 3 gün gözaltına alındığı ve gözaltının ailesine bildirilmediği öğrenildi.

Diyarbakır’da 28 Ekim günü evinden çıkan ve bir daha kendisinden haber alınamayan mesleği saatçilik olan Ramazan Alaca (50) adlı yurttaş, Adıyaman’ın Kahta İlçesi kırsalında bir ağaçta asılı bulundu. 28 Ekim’den bu yana ailesi tarafından aranan Alaca’nın Malatya’da gözaltına alındığı ve 3 gün gözaltında tutulduğu öğrenildi.

Gözaltına alındığı emniyet ve hastane kayıtlarına da geçen Alaca’nın gözaltına alınma gerekçesi ise öğrenilmedi. Alaca’nın gözaltına alındığı zaman ailesine de haber verilmediği öğrenilirken, Alaca’nın ailesi, emniyet yetkililerinin Alaca’nın gözaltına alındığını ailesine söylenmemesini kendisinin istediğini iddia etti. Malatya ve Adıyaman’da herhangi bir işinin ve yakınının olmadığını ifade eden Alaca’nın ailesi, olayın “intihar değil cinayet” olduğunu söyledi.

Adıyaman’ın Kahta İlçesi kırsalında bir çoban tarafından ağaca asılı bulunan Alaca’nın cenazesi Malatya Adli Tıp Kurumu’na getirildi. Olayı duyan aile bugün Malatya’ya giderek, cenazeyi aldı. Alaca’nın yarın Diyarbakır’da toprağa verileceği öğrenildi.

ANF NEWS AGENCY

18 Ekim 2011 Salı

Ayhan Efeoğlu’nun Mezarı Nerede Açıklayın?
Salı, 18 Ekim 2011 18:44

Ayhan Efeoğlu’nun Mezarı Nerede Açıklayın?

Cenazesini İstiyoruz. Cevap Alıncaya Kadar Susmayacağız.

Kontrgerilla Ayhan Çarkın verdiği ifadelerde İYÖ-DER’li Ayhan Efeoğlu’nu Trakya civarında bir yere gömdüğünü itiraf etmişti. TAYAD’lı Aileler de 18 Ekim Salı günü saat 12.30’da Çağlayan Adliyesi önünde bir araya gelerek Ayhan Efeoğlu’nun mezarının açıklanmasını istediler.

“Ayhan Efeoğlu’nun Cenazesini İstiyoruz. Mezarı Nerede Cevap Alıncaya Kadar Susmayacağız” pankartı açan aileler, aynı içerikli dövizleri de taşıyarak basın açıklaması yaptılar. Aileler adına konuşma yapan Mehmet Güvel kayıpların bulunması için verdikleri mücadeleyi sürdürdüklerini ve Ayhan Efeoğlu’nun cenazesini alacaklarını ifade etti.

Daha sonra Lerzan Caner bir açıklama yaparak Ankara DGM Savcılığında Ayhan Çarkın’ın ifadesi olmasına rağmen hiçbir hukuki işlemin yapılmadığını dile getirerek “Basit bir mantık yürütme ile sorulması gereken sorular bile sorulmamıştır. Örneğin; Ayhan Efeoğlu’nun cesedini kim ya da kimler teslim etmiştir? Bir polis olan Ayhan Çarkın nasıl olur da kendisine teslim edilen bir cesedi bir yerlere gömmüştür? Ayhan Efeoğlu’nun cesedini nereye gömmüştür?

İfadeyi alan savcı bu basit soruları bile niye sormamıştır? Ne korunmaktadır? Açık ki burada basit bir çete işi yoktur. Organize edilen, iktidarın tüm olanaklarının ve araçlarının kullanıldığı bir saldırı vardır. Aksi takdirde niye Ayhan Çarkın her şeyini riske sokarak Ayhan Efeoğlu’nun cesedini gömsün?

Ayhan Efeoğlu’nun cesedi nereye gömülmüştür? Ayhan Çarkın niye bunu açıklamamıştır?

Ayhan Çarkın Ayhan Efeoğlu’nun cesedini nereye gömdüğünü açıklamalıdır. Ayhan Efeoğlu’nun cesedini nereye gömdüğünü göstermelidir” dedi.

“Ayhan Efeoğlu’nun Cenazesini İstiyoruz, Adalet İstiyoruz, Katil Devlet Hesap Verecek, Kayıplarımızın Hesabını Soracağız” sloganlarıyla eylem sona erdi.

Okunan açıklama metni:

Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi olan Ayhan Efeoğlu İYÖ-DER’in mücadelesi içinde yer almaktaydı. Defalarca siyasi polis tarafından gözaltına alınıp işkence yapılan Ayhan Efeoğlu 6 Ekim 1992 tarihinde gözaltına alındı ve bir daha kendisinden haber alınamadı. O da kayıplardan biriydi.

Ayhan Efeoğlu kontrgerilla tarafından kaybedilen onlarca devrimciden biridir. Dönem kayıpların, katliamların en yoğun olduğu dönemdir. İktidar çeşitli baskı araçlarıyla susturamadığı devrimcileri kaybetme ile susturmaya çalışmaktadır. Böylece halk tehdit edilmekte, korku saçılmaya çalışılmaktadır. Korku ile halk sindirilmek istenmiştir. İktidar açıkça; “Bana karşı mücadele edersen bir mezarın bile olmaz demektedir”. Devrimciler, halktan insanlar polis tarafından gözaltına alınıp kaybedilmiştir. Kaybedenler bellidir, kontrgerilla! Bu nedenle de kayıpları arama mücadelesi sonuçsuz kalmıştır. Savcılar, hâkimler adeta kaybedenleri korumuşlardır. Bazı kayıpların tanıkları olmasına rağmen, gözaltı kayıtları v.s. olmasına rağmen kayıplar kabul edilmemiştir.

Ayhan Efeoğlu’nu kaybedenlerin kontrgerilla olduğu Ayhan Çarkın’ın ifadeleriyle ortaya çıkmıştır. Özel tim polisi, infazcı ve işkenceci, kontrgerilla elemanı Ayhan Çarkın ifadesinde Ayhan Efeoğlu’nun cesedinin kendisine teslim edildiğini, kendisinin de bu cesedi gömdüğünü itiraf etmiştir. Ayhan Çarkın’ın ifadesi Ankara DGM Savcılığında vardır. Ayhan Efeoğlu’nun kaybedilmesiyle ilgili de suç duyuruları vardır. Ancak yapılan hiçbir hukuki işlem yoktur.

Basit bir mantık yürütme ile sorulması gereken sorular bile sorulmamıştır. Örneğin; Ayhan Efeoğlu’nun cesedini kim ya da kimler teslim etmiştir? Bir polis olan Ayhan Çarkın nasıl olur da kendisine teslim edilen bir cesedi bir yerlere gömmüştür? Ayhan Efeoğlu’nun cesedini nereye gömmüştür?

İfadeyi alan savcı bu basit soruları bile niye sormamıştır? Ne korunmaktadır? Açık ki burada basit bir çete işi yoktur. Organize edilen, iktidarın tüm olanaklarının ve araçlarının kullanıldığı bir saldırı vardır. Aksi takdirde niye Ayhan Çarkın her şeyini riske sokarak Ayhan Efeoğlu’nun cesedini gömsün?

Ayhan Efeoğlu’nun cesedi nereye gömülmüştür? Ayhan Çarkın niye bunu açıklamamıştır?

Ayhan Çarkın Ayhan Efeoğlu’nun cesedini nereye gömdüğünü açıklamalıdır. Ayhan Efeoğlu’nun cesedini nereye gömdüğünü göstermelidir.

Göstermelik soruşturmalar, yargılamalarla hiçbir şeyin üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz. Bürokrasinin çarkları arasında gerçeklerin üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz. Sorumlu “devlet içindeki bazı çeteler” değildir. Sorumlu iktidardır.

Ayhan Efeoğlu’nu gözaltına alan polisler, işkence yapan ve kaybeden polisler, onu katleden ve bilinmez bir yere gömen polisler, bu polisler hakkında soruşturma açmayan savcılar, hâkimler, onca kaybı görmezden gelen politikacılar, kaybedenleri savunan politikacılar kayıplardan sorumludur. Artık kimse burada “devlet içindeki çeteden” bahsetmesin.

Biz sorumluları biliyoruz. Sorumlu kontrgerilladır. İktidardır. Ayhan Efeoğlu’nun cenazesini istiyoruz. Alıncaya kadar susmayacağız. 18.10.2011

TAYAD’LI AİLELER
http://www.halkinsesi.tv/index.php/haberler/4288-ayhan-efeolunun-mezar-nerede-acklayn.html
'Amcan gibi seni de kaybederiz'

18/10/2011 20:31


Çocukluğu, Cumartesi Anneleri ve Bayrampaşa Cezaevi görüş günlerinde geçen üniversiteli Eser, parasız eğitim istediği için gözaltına alındığında, "Amcan gibi seni de kaybederiz" diye tehdit edildiğini söyledi.
'Amcan gibi seni de kaybederiz'

Üniversite öğrencisi Eser Morsümbül, İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampusu önünde elinde "Parasız eğitim istiyoruz" pankartıyla katıldığı basın açıklamasının ardından gözaltına alındı. Saatlerce bekletildiği araçta dövülen, arama sırasında çırılçıplak soyulan ve soğuk hücrede mahkemeye çıkmak için bekletilen Eser, "Beni de amcam gibi 'kaybetmekle' tehdit ettiler" diyor. 26 yaşındaki Eser, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi İşletme Bölümü öğrencisi.

"Evime dönerken yolum kesildi"
12 Ekim'de İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampusundaki akademik yılın açılışında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da konuşma yapacağından, çevrede olağanüstü önlemler alınmıştı. Bianet'ten ayça Söylemez'in haberine göre, aralarında Başbakan Erdoğan'ın konuşması sırasında parasız eğitim pankartı açtıkları için 19 ay tutuklu yargılanan Berna Yılmaz ile Ferhat Tüzer'in de bulunduğu Gençlik Federasyonu üyesi üniversiteliler, ellerinde "Parasız eğitim istiyoruz" ve ""Füze Kalkanı Değil Tam Bağımsız Türkiye" yazılı pankartlarla okulun önüne gelmek istedi.

Eser, "Yollar kesilmişti, okulun yakınına bile girmemize izin vermediler. Biz de polisin gösterdiği yerde basın açıklamamızı okuyup dağıldık. Evime dönmek için yola koyulduğumda, polisler yolumu kesti ve yerlerde sürüklenerek, tekmelenerek gözaltına alındım. Benim ve arkadaşlarımın ellerini kelepçeleyerek bir inşaata götürdüler, orada darp edildikten sonra otobüslere bindirildik" diye anlatıyor sonrasında olanları...

'BÖBREKLERİME VURDULAR'
Gözaltına alınan 12 öğrenci, Vatan Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Eser, "Güvenlik Şube Müdürlüğü'nün karşısına park ettikleri araçta altı saat kelepçeli olarak bekletildiklerini, bu sırada dövüldüklerini, onur kırıcı küfürler edildiğini" söyledi. Böbreklerinde yüzde 50 fonksiyon kaybı olan, nakil için sıra bekleyen Eser'de hipertansiyon, gelişme bozukluğu ve kemik erimesi hastalıkları da bulunuyor. "Darp ve küfürler, sağlık kontrolü için götürüldüğümüz Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde de devam etti. Böbreklerim hasta olduğu için tuvalete gitmem gerektiğini söyledim, üzerimi aramak istediler. Kabul etmeyince yere yatırıp tekmelemeye başladılar, 'Seni öldürürüz, ailene zarar veririz, amcan gibi kaybederiz' diye tehdit ettiler. Boş silahın tetiğini çekerek, öldürecekmiş gibi yapıyorlardı."

"Dönüşte araçta da silah kabzasıyla Cem Erbay ile Eda Arı isimli arkadaşlarımızı yaraladılar, Eda'nın kolu kırıldı. Benim de sürekli böbreklerime vurdular" diyen Eser, Emniyet'e tekrar götürüldüklerinde bu sefer de arama bahanesiyle çırılçıplak soyulup tacize uğradığını ifade etti. Ertesi akşam çıkarıldıkları mahkemece, "adli kontrol tedbiri" konarak serbest bırakılan ve "2911 sayılı gösteri ve yürüyüş kanuna muhalefet etmekle" suçlanan öğrencilerden, içlerinde Eser'in de bulunduğu altısı, her umartesi günü akşam 20.00'de mahallelerindeki karakola giderek imza vermek zorunda. Eser gülerek, "Eda'nın ikametgahı Mersin'de, umarım her hafta oraya gitmek zorunda kalmaz" diyor.

BABAANNESİ 'CUMARTESİ ANNESİ'
Eser'in amcası Hüseyin Morsümbül, 12 Eylül darbesinden bir hafta sonra, henüz 19 yaşındayken Bingöl'de gözaltına alınıyor. Eser'in babaannesi, Hüseyin'in annesi Fatma Morsümbül, ertesi gün jandarma karakolu gidiyor, "Hüseyin burada" cevabını alıyor. Ancak ertesi gün gittiklerinde "Oğlunuz kaçtı" diyorlar. Hüseyin'in babası Hanefi Morsümbül de evinden gözleri bağlanarak götürüldü, işkence yapıldıktan sonra bırakıldı. Bir hafta sonra savcılığa giderek şikayetçi oldular. Olaydan dört yıl geçtikten sonra evlerine telefon eden bir kişi, "Hüseyin'in işkencede öldürüldüğünü ve battaniyeye sarılarak karakoldan çıkarıldığını, Murat nehrine atıldığını" söyledi. Aile, baskıların artması sonucu İstanbul'a göç etmek zorunda kaldı. 2003'te askerlik yapmadığı için vatandaşlıktan çıkarılan Hüseyin, 31 yıldır kayıp.

Eser'in diğer amcası Ekin Morsümbül de "PKK'ye üye olmak suçlamasıyla" 1995-1999 arasında Bayrampaşa Cezaevi'nde tutuklu yargılandı. "Ben de küçükken Cumartesi Anneleri/İnsanları'na babaannemle birlikte çok gittim. İnsan Hakları Derneği'ne (İHD) de birlikte giderdik. 9-10 yaşlarındayken, hapishanedeki amcamı ziyarete gittiğimizi, hatta cezaevi koridorlarında oynadığımı hatırlıyorum." (Bianet)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1066774&Date=18.10.2011&CategoryID=77

17 Ekim 2011 Pazartesi

Taş atan çocukların sembolü Berivan, 2 aydır kayıp

17/10/2011 12:30


Polise taş attığı gerekçesiyle 10 ay tutuklu kalan 16 yaşındaki Berivan özgürlüğüne kavuştuktan bir yıl sonra kayboldu.
Taş atan çocukların sembolü Berivan, 2 aydır kayıp

Berivan'ın annesi, tutukluluk sürecinde ulusal ve uluslararası basında da sıkça yer bulmuştu

Arif ARSLAN

BATMAN - Güvenlik güçlerine taş attığı gerekçesiyle Diyarbakır Cezaevi’nde 10 ay tutuklu kalan ve Cumhurbaşkanı ile TBMM Başkanlığı’na yazdığı mektupla kamuoyunun gündemine gelen Batmanlı 16 yaşındaki Berivan Sayaca’nın, 2 aydır kayıp olduğu belirtildi.

Batman’da meydana gelen yasadışı bir gösteri sırasında polise taş attığı gerekçesiyle tutuklanan Berivan Sayaca, 10 ay tutuklu kaldığı Diyarbakır Cezaevi’nden, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve TBMM Başkanlığı’na yazdığı mektupta "Özgürlüğüme kavuşacağım günleri iple çekiyorum" demesiyle kamuoyunun gündemine gelmişti.

’Taş Atan Çocuklar’ yasası olarak da bilinen Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklikle 23 Ağustos 2010 tarihinde serbest bırakılan Berivan Sayaca, Batman merkez Aydınkonak’taki ailesinin yanına döndü.

Berivan Sayaca’nın ailesi kızlarının 2 aydır kayıp olduğunu ve nerede olduğunu bilmediklerini belirterek, "2 aydan beri aramadığımız yer kalmadı. Gören ya da yerini bilenler insanlık namına bize haber versin" dedi. (dha)

15 Ekim 2011 Cumartesi

İki kardeşin kaybediliş hikayesi…
ANF
12:55 / 15 Ekim 2011

Amed - İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınlarının bu haftaki eyleminde 1993 yılında Bitlis'in Tatvan İlçesi'ne bağlı Ulusoy Köyü'nde askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra bir daha kendilerinden haber alınamayan Hamide ve Ramazan Şarlı kardeşlerin kaybediliş hikayeleri anlatıldı. belirten İHD MYK Üyesi ve Diyarbakır Şube Yöneticisi Av. Serdar Çelebi, faili meçhul cinayetlere kurban gidenler ile kaybedilenlerin akıbetinin aydınlatılmadığı bir ülkede yeni anayasa çalışmasının bir anlamı olmadığın söyledi.

İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları, "Kayıplar bulunsun failler yargılansın" sloganıyla her hafta Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı anıtı önünde düzenledikleri oturma eylemine 140'ıncı haftada da devam etti. İHD üye ve yöneticileri, MEYA-DER, Barış Anneleri İnisiyatifi, KESK’e bağlı sendikaların temsilcileri ve kayıp yakınlarının katıldığı oturma eyleminde, kaybedilen ve faili meçhul cinayete kurban gidenlerin resimleri taşındı.

140'ıncı haftaya giren eylemlerine rağmen, ülkede işlenen faili meçhul cinayetler ile kaybedilenlere ilişkin hiçbir gelişme yaşanmadığına dikkat çeken İHD Diyarbakır Şube Yöneticisi Avukat Serdar Çelebi, son dönemlerde medyaya yansıyan "Ölüm listesi vardı" sözlerine rağmen savcıların harekete geçmemesinin düşündürücü olduğunu vurguladı. Kaybedilenlerle ilgili hiçbir girişimin olmadığı bir süreçte AKP hükümetinin yeni anayasa çalışmalarının kendileri için hiçbir anlam taşımadığını vurgulayan Çelebi, Türkiye'nin öncelikle gündemine alması gereken tek konunun kayıpların bulunması için Hakikatleri Araştırma Komisyonunu kurdurmak olduğunu söyledi.

KAYIPLAR BULUNMADAN YENİ ANAYASA ANLAM İFADE ETMEZ

Düzenledikleri oturma eylemine katılanların kaybedilen çocuklarını arayan insanlardan oluştuğuna dikkat çeken Çelebi, "Geçmişle yüzleşmeden, geçmişi bilmeden öğrenmeden nasıl yeni anayasa yapılabilir? 1990'lı yıllardaki faili meçhul cinayetlerle yüzleşmeden faili meçhul cinayetlerle yüzleşilmeden yeni anayasa bizler için hiçbir şey ifade etmez. Çünkü insani yanı eksik olur. Ortada çıkan ölüm listeleri var öncelikle bu listenin açığa çıkarılması ve faillerinin yargılanması gerekiyor. Artık bu olayların üzerine gidilmeli ve faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için girişimlerde bulunulmalıdır" dedi.

İKİ KARDEŞİN KAYBEDİLİŞ HİKAYESİ

Yapılan açıklamanın ardından 1993 yılında Bitlis'in Tatvan İlçesi'ne bağlı Ulusoy Köyü'nde askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra bir daha kendilerinden haber alınamayan Hamide ve Ramazan Şarlı kardeşlerin kaybediliş hikayeleri anlatıldı. Ulusoy Köyü Karakolu'na bağlı askerler ile yüzü maskeli özel harekat timleri tarafından köye düzenlenen baskında gözaltına alınan Hamide Şarlı götürülmek istenirken kardeşi Ramazan Şarlı'nın da kız kardeşine eşlik etmek istediği belirtilen hikayede, gözaltına alındıktan sonra kardeşlerden bir daha haber alınamadığı bildirildi. Tüm köy sakinleri gözü önünde meydana gelen olayla ilgili yapılan suç duyurusunun ardından 2 yıl devam eden soruşturma savcılık tarafından "şahit yok" denilerek kovuşturmaya yer olmadığı gerekçesiyle kapatıldığına dikkat çekildi.

Yapılan konuşmaların ardından 5 dakikalık oturma eylemi yapıldı.

ANF NEWS AGENCY
http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=51453

8 Ekim 2011 Cumartesi

31 yıl önce kaybedilen Cemil Kırbayır köyünde anıldı
ANF
21:01 / 08 Ekim 2011

Ardahan - Ardahan'ın Göle İlçesi'nde 13 Eylül 1980 tarihinde gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alınamayan ve 31 yıl sonra gözaltında öldürüldüğü kabul edilen Cemil Kırbayır, doğduğu köyde anıldı.



Ardahan'ın Göle İlçesi'nde 13 Eylül 1980 tarihinde gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alınmayan, Cumartesi Anneleri'nin Başbakan Erdoğan ile yaptığı görüşmenin ardından kurulan Meclis alt komisyonunun gözaltında öldürüldüğü itirafında bulunduğu, ancak hala cenazesi bulunmayan Cemil Kırbayır, doğup büyüdüğü Okçular Köyü'nde anıldı.

Kırbayır'ın babasının evinin önünde kurulan çadırın önündeki anma törenine Kırbayır'ın annesi Berfin Karabayır (Berfo Ana), Emekçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın, CHP Ardahan İl Başkanı Yalçın Taştan, BDP Göle İlçe Başkanı Akif Tekin, Artvin 78'liler Derneği, İHD Kars yöneticileri, ailenin avukatı Yaşar Kaya ile çok sayıda yurttaş katıldı.



Cemil Kırbayır ve farklı tarihlerde kaybedilenlerin fotoğraflarının asılı olduğu çadırda 1 dakikalık saygı duruşunun ardından konuşan Cemil Kırbayır'ın ağabeyi Mikail Kırbayır, kardeşini en son 8 Ekim 1980 yılında gördüğünü belirterek, o günden sonra bir daha kendisinden haber alamadıklarını söyledi.

Kırbayır, "Cemil 13 Eylül'de Göle'deki evinde gözaltına alındı. 8 Ekim'de Kars Sıkıyönetim Gözetimevine götürüldü. Bu tarihte kardeşime para ve giysi götürdüm. 9 Ekim'de tekrar gittiğimde 'burada öyle birisi yok, firar etti' dediler. Ancak, görgü tanıkları büyük bir işkence gördüğünü söyledi. Ben ve 104 yaşındaki Berfo anam 31 yıldır Cemil'in yolunu bekliyoruz. Anneme Cemil'in kemiklerini göstermeden o da ölmeyecek. Ölüme meydan okuyacak" dedi.



Başbakan Erdoğan'ın bugün annesini kaybettiğini belirten Kırbayır, "Ben buradan Başbakan Tayyip Erdoğan'a sesleniyorum; faillerin bulunması konusunda başlattığınız soruşturmanın sonucunu istiyoruz. Bugün sizin anneniz rahmetli oldu. Evlat acısı ana acısından daha zordur. Bize anlayın" şeklinde konuştu.



31 YILDIR ADALET İSTİYORUZ



Mikail Kırbayır'ın ardından konuşan Cemil Kırbayır'ın annesi Berfin Kırbayır (Berfo ana), oğlunun bir mezarının bile olmadığına dikkat çekerek, 31 yıldır adalet için mücadele ettiklerini söyledi. Türkçe ve Kürtçe ağıtlar yakan Berfo Ana, oğlunun bir mezar taşının olmasına bile razı olduğunu söyledi. Kırbayır'ın ardından konuşan Emekçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın ise, Meclis'te kurulan komisyonun yaklaşık 4 aylık çalışma sonucu hazırladığı raporda Cemil Kırbayır'ın Kars'ta işkence ile öldürüldüğü ve cesedinin kaybedildiğinin kaydedildiğini belirterek, "Türkiye ilk kez devlet gözaltında kaybetme suçunu kabul etti. Devlet suçunu kabul etti ama kaybedenler hala yargı önüne çıkmadı. Cemil'in mezarını açığa çıkaramadı. Değişen bir şey olmadı. 31 yıldır adaleti arıyoruz. Ama kararlıyız kaybedenler hesap verecek. Buradan bir kez daha Başbakana sesleniyoruz sözünüzü tutun Cemil'in mezarını Berfo Anaya verin" dedi.



ANF NEWS AGENCY
Cumartesi Anneleri Kırbayır'ın akıbetini sordu
ANF
13:33 / 08 Ekim 2011

ISTANBUL - Galatasaray Meydanı'nda 341. haftasına ulaşan adalet arayışlarını sürdüren Cumartesi Anneleri, "KCK" adı altında Kürt siyasetçiler yönelik gelişen operasyonları protesto etti. Eylemde Meclis İnsan Hakları Komisyonu raporunda da işkenceyle öldürüldüğü belirtilen Cemil Kırbayır'ın akıbeti soruldu.

Faili meçhul cinayetlere kurban giden ya da kaybedilen yakınlarının bulunması ve faillerinden hesap sorulması için adalet arayışlarını sürdüren Cumartesi Anneleri, 341. kez Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemi gerçekleştirdi. Her hafta olduğu gibi "Failler belli, kayıplar nerede?" pankartı ile katledilen ve kaybedilen yakınlarının fotoğraflarını taşıyan anneler, karanfillerle adalet talebinde bulundu.

KIRBAYIR DAVASI AİHM’E GÖTÜRÜLECEK

Cumartesi Anneleri'nin eyleminde ilk olarak konuşan Karbayır ailesinin avukatı Eren Keskin, Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun Mayıs ayında Cemil Kırbayır'ın işkenceyle öldürüldüğü ve cesedinin yok edildiğini belirttiği raporu anımsatarak, bu raporun işkence ve kayıpların itirafı olduğunu söyledi. Gözaltına kayıpların kontrgerilladan ayrı düşünülemeyeceğini belirten Keskin, gözaltındaki kayıpların AKP ve Genelkurmay arasındaki uyum çerçevesinde devam ettiğini vurguladı. Kırbayır için Kars Savcılığı'nda başlatılan soruşturmanın, muhtemelen zaman aşımı gerekçesiyle sonuçlandırılamayacağını belirten Keskin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AIHM) gitmeye hazırlandıklarını söyledi.

DERİN ARŞİVLERİNİZ AÇILDIĞINDA..

Keskin'in ardından haftanın basın açıklamasını ise kayıp yakınlarından Başak Can yaptı. 13 Eylül 1980 tarihinde Kars'ın Göle ilçesinde gözaltına alınan ve 8 Ekim'de ise işkence ile öldürülen Cemil Kırbayır'ın kaybedilişin 31. yılında bir kez daha adaletin peşinde olduklarını belirten Can, Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun Mayıs ayında Kırbayır'ın işkenceyle öldürüldüğü ve cesedinin yok edildiğini belirttiği rapor ile devletin sorumluluğunu devlet tarafından belgelendiğine dikkat çekti. Can, rapora rağmen Kırbayır'ın sorgusuna giren emniyet, MIT ve Genelkurmay görevlilerin hala yargılanmadığına dikkat çekerek, bunun suçlularla ortaklığın devam edilmesi anlamına geldiğini söyledi. Can, gözaltında kaybedilenler için komisyon kurmanın ve devlet eliyle kaybedildiklerinin itiraf edilmesinin yeterli olmadığını dile getirdi. Raporlarda adı geçen suçlular cezalandırılmadığı sürece, kayıpların mezarları teslim edilmediği sürece bu dosyaların kendileri için kapanmayacağını hatırlatan Can, "Vicdandan, insanlıktan bahsedebilmeniz için, hızlı ve tarafsız soruşturma yürütülmesini sağlayarak, kayıplarımızı bize geri verin. Biliyoruz ki derin arşivleriniz açıldığında bizim sevdiklerimizin akıbeti de ortaya çıkacak" dedi.

KÜRT SİYASETÇİLERİNE YÖNELİK OPERASYONLAR PROTESTO EDİLDİ

Eylemde, kayıp yakınlarının, kayıplarını arama çabası içindeyken "KCK" adı altın geçekleştirilen operasyonlarda Kürt siyasetçilerin gözaltına alınması da protesto edildi. Urfa'da kaybedilen Nazım Babaoğlu'nun yakını Cemal Babaoğlu ile 1993'de Urfa'nın Siverek İlçesi'nde gözaltına alınan ve kaybedilen Hüseyin Taşkaya'nın kardeşi Faik Taşkaya'nın KCK operasyonları kapsamında gözaltına alındığı belirtildi. Hüseyin Taşkaya'nın eşi Sultan Taşkaya, sabah saat 04.00'da evlerine baskın yapıldığını belirterek, "Ağabeyini aramak suç muydu? Bizim evimizin direği kayboldu. Nasıl aramayalım? Urfa'dan kaçtık Van'a gittik. Van'dan buraya geldik. Burada da rahat bırakmadılar. Eğer aramak suçsa biz bu suçu işlemeye devam edeceğiz" dedi.

ANF NEWS AGENCY
Berfo Ana oğlunu andı

08/10/2011 19:24


Ardahan'ın Göle İlçesi'nde 13 Eylül 1980 tarihinde gözaltına alındıktan sonra akibetinden haber alınmayan Cemil Kırbayır, doğup büyüdüğü Okçular Köyü'nde anıldı.
Berfo Ana oğlunu andı

Deniz BAŞLI

31 yıl önce gözaltına alındıktan sonra kaybolan oğlu Cemil Kırbayır ile ilgili haber alamadığını söyleyen 104 yaşındaki Berfo Kırbayır, "Oğlumun mezarını bile görsem bana yeter" diyerek Türkçe-Kürtçe ağıtlar yaktı. Göle İlçesi’ne bağlı Okçular Köyü’nde Cemil Kırbayır’ı anmak için düzenlenen törene Berfo ana, köylüler, Emekçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın, CHP Ardahan İl Başkanı Yalçın Taştan, BDP Göle teşkilatı, Artvin 78’liler Derneği temsilcileri, Kars İHD Temsilcileri, Kars Barosı temsilcileri, ailenin avukatı Yaşar Kaya katıldı. Ağabey Mikail Kırbayır, kardeşi, Cemil Kırbayır’ı en son 8 Ekim 1980 tgünü gördüğünü söyledi. O günden sonra Cemil’den haber alamadıklarını belirten Mikail Kırbayır, şunları söyledi:

"Cemil 13 Eylül’de Göle’deki evinde göz altına alındı. 8 Ekimde Kars Sıkıyönetim gözetimevine götürüldü. Bu tarihte kardeşime para ve giysi götürdüm. 9 Ekim’de tekrar gittiğimde ’burada öyle birisi yok, firar etti’ dediler. Ancak, görgü tanıkları büyük bir işkence gördüğünü söyledi. Ben ve 104 yaşındaki Berfo anam 31 yıldır Cemil’in yolunu bekliyoruz. Anneme Cemil’in kemiklerini göstermeden o da ölmeyecek. Ölüme meydan okuyacak."

BAŞBAKAN ERDOĞAN'A SESLENDİ

Konuşmasında vefat eden annesi Tenzile Erdoğan’ı bugün toprağa veren Başbakan Erdoğan’a da seslenen Mikail Kırbayır, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bir gece kardeşimi götürdüler bir daha da haber alamadık. 1980’lerde ’kardeşim nerede’ diye ısrarla devlete sordum. 12 Eylül bürokrasisi cevap olarak beni sürgün etti. Ben buradan Başbakan Tayyip Erdoğan’a sesleniyorum, faillerin bulunması konusunda başlattığınız soruşturmanın sonucunu istiyoruz. Bugün sizin anneniz rahmetli oldu. Evlat acısı ana acısından daha zordur. Ne olur bize anlayın."

Köyde düzenlenen törende gözyaşlarını tutamayan "Berfo Ana" olarak tanınan Berfo Kırbayır, Türkçe ve Kürtçe ağıtlar yaktı. "Oğlumun mezarını görsem yeter. 31 yıldır evimin kapısını açık tutuyorum" diyen Berfo Ana, defalarca oğlunun fotoğrafını öptü. Berfo Ana, bu acıyı yaşatanlardan hesap sorulmasını istedi. Törene katılan Cemil Kırbayır’ın arkadaşları, siyasi parti temsilcileri birer konuşma yaptı.

Emekçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın, köyde yaptığı basın açıklamasında, "TBMM tarafından kurulan Komisyon 3.5 aylık çalışması sonucu hazırladığı raporunda Cemil Kırbayır’ın Kars’ta işkence ile öldürüldüğünü ve cesedinin kaybedildiği açıklandı. Türkiye ilk kez devlet gözaltında kaybetme suçunu kabul etti. Devlet suçunu kabul etti ama kaybedenler hala yargı önüne çıkmadı. Cemil’in mezarını açığa çıkaramadı. Değişen bir şey olmadı. 31 yıldır adaleti arıyoruz. Ama kararlıyız kaybedenler hesap verecek. Buradan bir kez daha Başbakana sesleniyoruz sözünüzü tutun Cemil’in mezarını Berfo Anaya verin" diye konuştu.

BAŞBAKANLA GÖRÜŞMÜŞTÜ
Berfo Ana, 7 Şubat 2011 günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmeyle gündeme gelmişti. Cumartesi Anneleri’nden biri olan Berfo Kırbayır, görüşmede Ardahan Göle’deki evinden askerler tarafından alınan ve tam 31 yıldır kayıp olan oğlu Cemil’in bulunmasını istemişti. (DHA)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1065753&Date=08.10.2011&CategoryID=77

1 Ekim 2011 Cumartesi

Kayıp yakınları: Başbakan kan üzerinden siyaset yapıyor
ANF
12:47 / 01 Ekim 2011

Amed - İHD ve kayıp yakınlarının “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” sloganıyla düzenlenen oturma eyleminde konuşan İHD MYK Üyesi ve Diyarbakır Şube Yöneticisi A. Serdar Çelebi, Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde söylediği “ciğerim yanıyor” sözlerini anımsatarak, “Senin ciğerin yanıyor da buradaki insanların yüreği yanmıyor mu? Kalkıp sadece ciğerim yanıyor demekle sorunlar çözülmüyor. Ciğerin yanıyorsa başkasının yüreğindeki ateşi de anlayabilmelisin. Başbakan’ın yaptığı kan üzerinden siyaset yapmaktan başka bir şey değildir” dedi.

İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları tarafından “Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın” sloganıyla her hafta düzenlenen oturma eylemi, 138. haftasında Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirildi. Kaybedilen ve faili meçhul cinayetlere kurban gidenler ile savaş döneminde yaşamını kaybeden çocukların fotoğraflarının taşındığı eyleme, İHD yönetici ve üyeleri, KESK’e bağlı sendikaların temsilcileri, MEYA-DER, TUHAD-DER ve Barış Anneleri İnisiyatifi üyeleri ile kayıp yakınları katıldı.

Oturma eylemi öncesi bir konuşma yapan İHD MYK Üyesi ve Diyarbakır Şube Yöneticisi A. Serdar Çelebi, her hafta kayıpların bulunması amacıyla oturma eylemi gerçekleştirdiklerini belirterek, “Biz buraya sadece muhalefet etmek için gelmiyoruz. Burada sadece birilerini sıkıştırmak için oturmuyoruz. Bu insanların yüreği yandığı için buradalar. Kayıplarının bulunmasını istiyorlar, faili meçhul cinayete kurban giden yakınlarının faillerinin bulunmasını istiyorlar” dedi.

KAN ÜZERİNDEN SİYASET YAPIYOR

Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde söylediği ve günlerce medya tarafından işlenen “ciğerim yanıyor” sözlerini anımsatan Çelebi, şöyle konuştu: “Başbakan ‘ciğerim yanıyor’ diyor. Senin yüreğin yanıyor da buradaki insanların yüreği yanmıyor mu? Kalkıp sadece ciğerim yanıyor demekle sorunlar çözülmüyor. Yüreğin yanıyorsa başkasının yüreğindeki ateşi de anlayabilmelisin. Bu insanların yüreğindeki acıyı anlamıyorsan söylediklerin çok da anlamlı değildir. Başbakan’ın yaptığı sadece kan üzerinden siyaset yapmaktan başka bir şey değildir. Bu insanlar devletin bilgisi dahilinde gözaltına alınmak suretiyle kim olduğunu bildiğiniz çevreler tarafından katledildi. Madem yüreğiniz yanıyor bulun bu kayıpları ve faillerini.”

CİĞERİ YANIYORSA ÇÖZÜM İÇİN ÇABA GÖSTERSİN

Kayıp yakınlarının acısının Başbakan’ınkiyle eşdeğer tutulamayacak büyüklükte olduğunu kaydeden Çelebi, “Dikkat edin Başbakan ciğerim yanıyor deyip halkı direnişe davet edebiliyor. Geçmişte bu direniş daveti Hizbullah gibi bir örgütü ortaya çıkarmış, kanlı bir dönemin yaşanmasına neden olmuştu. Yine yakın tarihte Başbakan’ın direnişe daveti batıda bazı kesimleri pompalı tüfeğini alarak sokağa çıkma cesaretini vermişti. İşyerleri taşlanıp göçe zorlanan vatandaşlara rastladık. Gerçekten yüreği yanıyorsa, halkı direnişe davet edeceğine, sorunun çözümü için çaba göstermelidir. Yüreği yanan bu insanların acısına çare bulmalıdır” diye konuştu.

KEMAL MUBARIZ’IN KAYBEDİLİŞ HİKAYESİ

Çelebi, konuşmasının ardından 1 Şubat 1994 tarihinde Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde JİTEM elemanları ve askerler tarafından gözaltına alınarak kaybedilen Kemal Mubarız’ın kaybediliş öyküsünü anlattı. Çelebi, Mubarız’ın kaybediliş öyküsünü ağabeyi Ömer Mubarız’ın ağzından şöyle aktardı: “1 Şubat 1994 tarihinde İlçe Jandarma Komutanlığı’na bağlı istihbarat elemanı olduğunu söyleyen 2 kişi evimize geldiler. Beni ve kardeşim Kemal’i alarak Nusaybin İlçe Jandarma Komutanlığı’na götürdüler. Oraya ulaşır ulaşmaz beni kapının önüne bıraktılar. Bizi götüren JİTEM elamanları bana, ‘bize 3 gün içerisinde 100 milyon getirirsen kardeşini bırakırız, yoksa bir daha kardeşini göremezsin’ dediler. Ben de hemen eve döndüm ve parayı temin ederek onlara verdim. Ancak kardeşimi serbest bırakmadılar. Bu tarihten sonra kardeşimden bir daha haber alamadık.”

Yapılan konuşmaların ardından kayıp yakınları 5 dakika oturma eylemi yaparak eylemlerine son verdi.

ANF NEWSA GENCY
Cumartesi Anneleri bu kez İsmail dosyasını açtılar
ANF
14:52 / 01 Ekim 2011

İSTANBUL - Gözaltında yakınlarını kaybedenler 340. kez Galatasaray Meydanı'ndan kayıplarının faillerini sordu ve sorumluların yargılanmasını istediler. Bu haftaki oturma eyleminde İsmail'in Tunç dosyası açılarak, sorumluların yargılanması istendi.

Aralarında sanatçılar Suavi, Mehmet Atak, Zeynep Tanbay ve yazarlar Hasan Ozan, Mukaddes Erdoğdu Çelik, Aslı Erdoğan'ın bulunduğu kayıp yakınları bu hafta, 1994 yılının Ekim ayında evi basılarak eşiyle birlikte gözaltına alındıktan sonra kaybedilen İsmail Tunç dosyasını açtılar.

Bu haftaki oturma eylemine katılması beklenen Rabia Tunç'un işkence sonucunda yaşadığı travma nedeniyle ve sağlık sorunlarından kaynaklı açıklamaya katılamadığı belirtildi.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplar Komisyonu adına açıklama yapan Maside Ocak Kışlakçı konuyla ilgili şu bilgileri verdi: "Tunç ailesinin evi, Bismil Komando Taburu'na bağlı askerlerce sarıldı. Rabia ve İsmail Tunç'un kafasına torba geçirildi. Çocuklarının gözü önünde öldüresiye dövüldüler. Gözaltına alınarak Bismil Komando Taburu'na götürüldüler.

Onları bodrum kata indirip, İsmail'i hüçereye aldılar, Rabia'yı salonda beklettiler. Bir süre sonra işkence başladı; İsmail'in saatler süren çığlığı bütün bodrum katını sardı. Sonra sesi aniden kesildi. Askerlerden biri 'İsmail Tunç öldü' dedi. Bunun üzerine feryat eden Rabia çırılçıplak soyulup, başına torba geçirilerek saatlerce dövüldü. 9 gün aç susuz bırakıldıktan sonra ifade vermek için hücreden çıkarıldı. İfadesini alanlara eşini sordu. 'Bir daha sorma. O aradığı yeri buldu' dediler. Ardından, tehdit ederek, yarı baygın şekilde geçe yarısı evine yakın bir yere attılar."

İnsan Hakları Derneği'nden yardım isteyen ailenin yetkili makamlara yaptığı başvuruların dikkate alınmadığına işaret edene Ocak, olayla ilgili tüm sorumlularla birlikte savcılarında yargılanmasını talep etti.

O dönemde devletin üst makamlarında bulunanların da gözaltında kaybetme ikliminin yaratıcıları olduğunu söyleyen Ocak, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan'ı Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe gibi isimlerinde yargılanmasını istedi.

"Kendi topraklarında savaş politikalarına ısrar eden Başbakan ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 'Barışın yerine ikame edilecek hiçbir şey yoktur' diyor" şeklinde konuşan Ocak, kayıp yakınları adına bir kez daha Başbakan Erdoğan'a seslendi: "Hak ihlallerinin son bulması için, adaletin tecellisi için, hukukun üstünlüğü için, kayıplarımızın akıbetinin açığa çıkması için insanlık suçu işleyenlerin yargılanması için önce barışa ihtiyacımız var. Önce kapınızın önünün temizleyin."

Yine 1994 yılında gözaltına alınarak kaybedilen Aydın Doğan'ın eşi Halime Doğan, "Yeter, yeter, yeter. 17 yıldır eşimini arıyorum. Bana eşimi geri verin. Öldüyse cenazesini verin. Kızım babam nerede diye soruyor. En azından ona babasının mezarını gösterebileyim" şeklinde isyan etti.

1980 askeri darbesi döneminde 8 Ekim'de gözaltına alınarak kaybedilen Cemil Kırbayır'ın abisi Mikail Kırbayır ise şöye konuştu: "Kavurucu bir yaz dönemini daha geride bıraktık. Ama biz kayıp yakınları halen burada, Galatasaray Meydanı'nda oturmaya devam ediyoruz. Görünmeyen adelet, bitmek tükenmek bilmeyen belirsizlik biz kayıp yakınlarının yaşamında işkence oldu. Ancak anlaşılan o ki; bizim bu yaşam biçimimizden keyif alan duyarsız, duygusuz insanlar var. Ancak unutulmamalıdır ki; bu duruma seyirci kalanları bu sistem ve düzenle birlikte tarih affetmeyecektir."

12 Eylül döneminin toplum üzerinde yarattığı karanlığa değinen Kırbayır, "Bu zifiri karanlığı aydınlatmaya belki bizim gücümüz ve ömrümüz yetmeyecek. Ama bu kararlı ve ısrarlı mücadelemiz de devam edecektir" dedi.

ANF NEWS AGENCY
foto:http://www.firatnews.com/gallery/index.php?rupel=galeri&gid=6997&rupel2=2

22 Eylül 2011 Perşembe

Efeoğlu kardeşleri için eylem var!
ANF
08:11 / 22 Eylül 2011

İstanbul - Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) öğrencisi Ayhan Efeoğlu (25) 6 Ekim 1992’de, ağabeyi Ali Efeoğlu (29) da 5 Ocak 1994’te gözaltına alınarak kaybedildiler. Baba Osman Efeoğlu, Susurluk hükümlüsü Ayhan Çarkın’ın açıklamaları üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında 5 Temmuz 2011’de yeniden ifade verdi. İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon üyeleri de bu akşam Gayrettepe’de Efeoğlu kardeşleri kaybedenlerin yargılanması için eylem yapacak.

Ayhan Efeoğlu, üniversite önünde, ağabeyi Ali Efeoğlu ise Pendik’te gözaltına alındı. Gayrettepe’deki Terörle Mücadele Şubesi’ne götürülen iki kardeşten bir daha haber alınamadı. Ayhan Efeoğlu’nun kaybedilmesinden 19 yıl sonra, Ayhan Çarkın, Ayhan Efeoğlu’nun İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde işkenceyle öldürüldüğünü, parçalanmış bedeninin ormanlık alana gömüldüğünü itiraf etti. Ali Efeoğlu için yapılan başvurulara ise 1994’te Hüseyin Kocadağ imzasıyla verilen yanıtta, Ali Efeoğlu’nun altı ayrı suçtan arandığı, yakalandığında bilgi verileceği ifade edildi. Baba Osman Efeoğlu, yeniden açılan soruşturmada verdiği ifadede, “Oğlum Ayhan’ın sivil polislerce gözaltına alındığını arkadaşlarından öğrendim. Oğullarımı kaybedenlerden şikâyetçiyim” dedi.

İHD üyeleri de bu akşam saat 20.00’de Gayrettepe’de, Ayhan Efeoğlu’nun mezarının ortaya çıkarılması, Ali Efeoğlu’nun akıbetinin açıklanması istemiyle bir araya gelecekler.

ANF NEWS AGENCY

14 Eylül 2011 Çarşamba

Kayıp Büyükanneleri'ne Barış Ödülü

14/09/2011


Merkezi Paris'te bulunan Bilim, Eğitim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) barış ödülü, Arjantin'de darbe sonucu kaybettikleri yakınlarını sesini duyurabilmek için yıllardır başkentin "Plaza del Mayo'da (Mayıs Meydanı) gösteri yapan "kayıp büyükannelerine" verildi.
'Kayıp Büyükanneleri'ne Barış Ödülü

UNESCO binasında düzenlenen törende ödül, kamuoyunda “Mayıs Meydanı Büyükanneleri” adıyla bilinen kuruluşun başkanı Estela de Carlotto'ta takdim edildi.
Törende, Estela de Carlotto'ya bir altın madalyayla birlikte, 150 bin dolar tutarında para ödülü sunuldu. UNESCO “Felix Houphouet-Boigny Barış Ödülü” Komitesi Başkanı Mario Soares, Mart ayında yaptığı açıklamada, “30 yıldır bıkmadan ve yorulmadan gösterilerini sürdüren Arjantinli büyükannelerin bu yılki ödüle layık görüldüğünü” açıklamıştı.

1976 ve 1982 yılları arasında, Arjantin'de darbe sonucu ülke yönetimini ele geçiren generallerin döneminde, hapishaneye atılanların dışında en az 30 bin kişi kaybolmuştu. 1977'de bir grup anne ve büyükanne hükümet binası önünde bulunan Plaza del Mayo'da toplanarak, kayıp olan oğullarının, kardeşlerinin ve torunlarının izini arama yoluna gitmişti. Daha sonra sayıları giderek artan büyükanneler, birçok soruşturmaya ve dayağa maruz kalmalarına rağmen, başlarına beyaz başörtülerini takıp meydana çıkmaktan vazgeçmemişti.

Ülke normal yönetime kavuştuktan sonra yapılan araştırmalarda kayıpların çoktan öldüğü ve cesetlerinin yok edildiğini ortaya çıkmasına rağmen bu büyükanneler generallerden hesap sorulması için eylemlerine devam etmişti. İlk defa 1989 yılında oluşturulan “Felix Houphouaet-Boigny” barış ödülü UNESCO tarafından barışın sağlanması ve sürdürülmesiyle ilgili çalışmalar yapan kişi ve kuruluşlara veriliyor. Nelson Mandela, Frederik W. De Klerk, İsak Rabin, Şimon Peres, Yaser Arafat, İspanya Kralı Juan Carlos, eski ABD Cumhurbaşkanı Jimmy Carter, eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari, daha önce ödülü alanlar arasında bulunuyor. (AA)
UNESCO Barış Ödülü Arjantinli annelere verildi
ANF
17:47 / 14 Eylül 2011

Paris - Bilim Eğitim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) barış ödülü, Arjantin'de darbe sonucu kaybettikleri yakınlarını sesini duyurabilmek için yıllardır başkentin 'Plaza del Mayo'da gösteri yapan kayıp büyükannelerine' verildi.

UNESCO binasında düzenlenen törende ödül kamuoyunda 'Mayıs Meydanı Büyükanneleri' adıyla bilinen kuruluşun başkanı Estela de Carlotto'ta takdim edildi.

Törende, Estela de Carlotto'ya bir altın madalyayla birlikte, 150 bin dolar tutarında para ödülü sunuldu.

UNESCO, 'Felix Houphouet-Boigny Barış Ödülü' Komitesi Başkanı Mario Soares, Mart ayında yaptığı açıklamada, 30 yıldır bıkmadan ve yorulmadan gösterilerini sürdüren Arjantinli büyükannelerin bu yılki ödüle layık görüldüğünü açıklamıştı.

1976 ve 1982 yılları arasında, Arjantin'de darbe sonucu ülke yönetimini ele geçiren generallerin döneminde, hapishaneye atılanların dışında en az 30 bin kişi kaybolmuştu.

1977'de bir grup anne ve büyükanne hükümet binası önünde bulunan Plaza del Mayo'da toplanarak, kayıp olan oğullarının, kardeşlerinin ve torunlarının izini arama yoluna gitmişti. Daha sonra sayıları giderek artan büyükanneler, birçok soruşturmaya ve dayağa maruz kalmalarına rağmen, başlarına beyaz başörtülerini takıp meydana çıkmaktan vazgeçmemişti.

Ülke normal yönetime kavuştuktan sonra yapılan araştırmalarda kayıpların çoktan öldüğü ve cesetlerinin yok edildiğini ortaya çıkmasına rağmen bu büyükanneler generallerden hesap sorulması için eylemlerine devam etmişti.

İlk defa 1989 yılında oluşturulan ''Felix Houphouaet-Boigny'' barış ödülü UNESCO tarafından barışın sağlanması ve sürdürülmesiyle ilgili çalışmalar yapan kişi ve kuruluşlara veriliyor.

ANF NEWS AGENCY

13 Eylül 2011 Salı

Baba Efeoğlu: Çiller ve Ağar da soruşturulsun

14/09/2011

Çarkın'ın 'öldürülüp paketle araziye götürüldüğünü' söylediği Ayhan Efeoğlu'nun babası, Çiller ve Ağar'ın da soruşturulmasını istedi.
Baba Efeoğlu: Çiller ve Ağar da soruşturulsun
İSMAİL SAYMAZArşivi

İSTANBUL- Susurluk hükümlüsü özel harekâtçı Ayhan Çarkın’ın 1992 yılında kaybedilen üniversiteli Ayhan Efeoğlu’nun işkenceyle öldürüldükten sonra bir paketle Trakya’da bir araziye götürüldüğünü itiraf etmesi üzerine İstanbul Özel Yetkili Savcılığı’nca soruşturma açıldı. Eski bir astsubay olan baba Osman Efeoğlu’ysa 19 yıl aradan sonra adalet için bir umut doğduğunu belirterek, dönemin Başbakanı Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ve İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in de soruşturulması gerektiğini söyledi.

Taraf gazetesinde dün yayımlanan habere göre, Susurluk dönemi ve devletin bilgisi dahilinde işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili itiraflarıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturma açmasına neden olan Çarkın, cezaevinde itiraflarını içeren 110 sayfalık bir kitap yazdı.

‘Bir insan, A. Efeoğlu’
Kitapta, Ekim 1992’de, daha 26 yaşındayken kaybedilen Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Ayhan Efeoğlu’nun öldürüldüğünü ve bir paket içerisinde Trakya’da gömüldüğünü anlatıldı. Çarkın, kitabında şöyle yazdı: “Şubeden çıkarılan bir paket ne bu? Patlayıcı öyle mi? Peki ne olacak? Açık araziye götürüp imha edilecek. Tamam. Müdür önde biz ardında yola devam Trakya tarafında bir yerde ormanlık bir yer ağaçlar çok öyle boylu değil. Tam paketi açalım derken o da ne? Bir insan. A. Efeoğlu...”

Çarkın’ın itirafı üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açtı. Baba Osman Efeoğlu’nun, 5 Temmuz’da ifadesi alındı. Efeoğlu’nun avukatı olan Bursa İHD Şube Başkanı Mustafa Yağcı, Sincan Cezaevi’ne giderek Çarkın’la görüştü.

Soruşturma açıldı
Baba Osman Efeoğlu, Radikal’e yaptığı açıklamada Çiller, Ağar ve dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in de yargılanması gerektiğini belirterek, “Adalete güveniyoruz. Ben asker kökenliyim. Neyin ne olduğunu biliyorum. Tansu Çiller’den başlayarak bu iş Mehmet Ağar’a, Necdet Menzir’e kadar gidecek. Ben çok yoruldum. Bunun yüzünden hanımım stres halinde. Beyin kanaması geçirdi. Hâlâ bekliyorum. Ona (çeteyi kastediyor) ulaşsınlar bakayım. Aynı grup yapıyor bu işi. Bunlar da soruşturmaya girsinler. Şimdi genç olsaydım, o adamları aramaya çalışırdım.”

YTÜ’lü Ayhan Eroğlu’ndan üç yıl sonra da İstanbul Üniversitesi’nde okuyan kardeşi Ali Efeoğlu, 5 Ocak 1995’te kaybedilmişti.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1063269&Date=14.09.2011&CategoryID=77

http://www.cnnturk.com/2011/guncel/09/13/cesedini.tasidigi.gencin.annesini.kayip.eyleminde.gormus/629090.0/index.html

Cesedini taşıdığı gencin annesini kayıp eyleminde görmüş


Cezaevinde kitap yazan Çarkın'ın faili meçhul cinayetlere ilişkin insanın kanını donduran nitelikteki itirafları sürüyor. Çarkın, cesedini taşıdığı üniversite öğrencisinin annesini "Cumartesi anneleri" eyleminde gördüğünü yazdı.

Susurluk hükümlüsü ve eski özel harekât polisi Ayhan Çarkın, faili meçhul cinayetlerle ilgili itiraflarına devam ediyor. Çarkın, cezaevinde kitap için kaleme aldığı 110 sayfalık bölümde, Ekim 1992’de gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Ayhan Efeoğlu’nun işkenceyle öldürüldüğünü, cesedinin ise kendisinin taşıdığını yazdı.

Taraf Gazetesi’nde yer alan habere göre, 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhullerle ilgili itiraflarının ardından 5 Haziran’da tutuklunan Ayhan Çarkın, cezaevine girdiği günden itibaren tanık olduğu olaylar ve yaşadıklarına dair önemli bilgileri 110 sayfalık bir kitapta kaleme aldı. Özel harekat camiasına girişinden ayrılışına kadar tanık olduğu olayları el yazısıyla anlatan Çarkın, 1992 yılında, henüz 26 yaşındayken öldürülen Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Ayhan Efeoğlu’nun akıbeti ve 1994’te Ankara’da infaz edilen Altındağ Nüfus Müdürü Mecit Baskın’la ilgili önemli yeni bilgiler verdi.


"Cumartesi anneleri eyleminde gördüm"

Oğlu ile Beyoğlu’nda gezerken Cumartesi Anneleri ile karşılaştığını belirten Çarkın, o an hissettiklerini şöyle anlatıyor:

“Beyoğlu Galatasaray Lisesi önünde Cumartesi Anneleri var. Evlatları kayıp. Hep bir umut ile bekliyorlar. Bir gün oğlumla onların karşısından durdum. ‘Baba’ dedi, ‘Hayırdır, daldın yine’ deyince ‘Bak dedim hep anlatıyorum ya ben onların akıbetlerini biliyorum.”

Çarkın öldürülen Efeoğlu'nu taşımış

Çarkın’ın akıbetini bildiği isimlerden birisi de Ekim 1992’de okulunun önünden gözaltına alınan Ayhan Efeoğlu. Çarkın, Ayhan Efeoğlu’nun infaz edildikten sonra nereye gömüldüğüne dair şu bilgileri veriyor: “Şubeden çıkarılan bir paket ne bu? Patlayıcı öyle mi? Peki ne olacak? Açık araziye götürüp imha edilecek. Tamam. Müdür önde biz ardında yola devam Trakya tarafında bir yerde ormanlık bir yer ağaçlar çok öyle boylu değil. Tam paketi açalım derken o da ne? Bir insan. A. Efeoğlu…”


"Mecit Baskın beyefendi bir adamdı"

Çarkın, Ankara’da 1994’te öldürülen Mecit Baskın olayına ilişkin de şu önemli bilgileri verdi:

“Bana ve diğer arkadaşlarıma söylenen ‘gidin Altındağ Nüfus Müdürü Mecit Baskın isimli şahısla temas kurun, daire başkanlığına getirin’ diye. Bir soruşturmayla alakalıymış sözde. İki sefer gittik bulamadık, yoktu. Ancak kimlik gösterdik, not yazdım. Hatta orada bir görevli vardı, adımı dahi yazdım. Birçok şahıs şahittir. Tabi şimdi aradan yıllar geçti ama hatırlayan vardır. Üçüncü gidişimizde kendisi karşıladı bizi. Beyefendi bir adamdı. Kendisine olayı anlattık. Aynen şöyle hitap etti: ‘Hay hay ne demek. Tabii ki’ diyerek, bizim daire başkanlığına ait diğer bir arabayla ekip tarafından alındı. Bizde Keçiören tarafından Ulus istikametinden hatta gezerek daire başkanlığına gittik. Baktığımızda ne diğer ekip vardı ne şahıs. D.Başkanı ile karşılaştık, bilgi verdik. ‘Tamam, ne işiniz var burada gidin onlarla buluşun’ diye azarladı…


"İnfaz olayı yüzünden tartıştık"

Neyse bize diğerleri ile Gölbaşı’nda buluşmamız söylendi. Gölbaşı’nın kenarından bir lokantadan sağa döndük. Bir müddet gittik ve buluştuğumuzda bir baktık ki adamcağızı metruk bir binada infaz etmişlerdi. Neyse biz bağrıştık, karşı çıktık bu ne biçim iş diye. Neyse sen karışma dediler. Başkanın bilgisi var. Küçük kulübe gibi bir yerde infaz etmişlerdi… O sinirle daire başkanlığına gittik. Bunun ne anlama geldiğini sorunca makamından fırladı. Ağzı köpürürcesine üzerimize gelince Oğuz elini beline attı. Küfür etti ben araya girdim. Bu insana çok üzülmüştük. Çok kibar beyefendi bir adamdı… Tabi daha sonra bu tür işlerin Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararı olduğu teröre destek verenlerin bir şekilde bertaraf edilmesi gerektiği için görev verildiğini söyleyince Oğuz, Ercan ben artık her olana asi bir tavır içerisinde olmaya başladık.”

10 Eylül 2011 Cumartesi

23/09/2011 Expo
WAAR ZIJN ZE ?
EEN TENTOONSTELLING OVER EN TEGEN GEDWONGEN VERWIJNINGEN
Ersan Cagatay (kunstenaar en activist, ( 1978 in Malatya/Dogansehir - Turkije) aandacht vragen voor het fenomeen van de gedwongen verdwijningen. Onder gedwongen verdwijning wordt bedoeld "de arrestatie, gevangennemen of ontvoeren van burgers door agenten van de overheid of door personen of groepen personen die met de overheid samenwerken, gevolgd door een weigering om de vrijheidsbeneming te erkennen of door het achterhouden van informatie over het lot of de verblijfplaats van de verdwenen persoon, waardoor die persoon buiten de bescherming van de wet wordt geplaatst". Deze tentoonstelling is een duidelijk protest tegen de gedwongen verwijningen overal ter wereld.
De expo loopt tot 6 oktober 2011
Opening-Cocktail: 23/09/2011-19:00
De Centrale | intercultureel centrum
(vzw De Centrale)
Kraankindersstraat 2, 9000 Gent-Belgium
tel ++ 32 (0)9 265 98 28
fax ++32 (0)9 265 98 28
e-mail decentrale@gent.be
website www.decentrale.be
http://www.decentrale.be/activiteit-waar-zijn-ze-_913.aspx
http://ersancagatay.blogspot.com
BIOGRAFİE:
ERSAN ÇAĞATAY

In 1978 ben ik geboren in Turkije. Na mijn lager en middelbaar onderwijs ben ik afgestudeerd in de richting leraar in de plastische kunst aan de faculteit of Fine Arts' Education of İnonu University in Malatya Turkije. In 2004 ben ik mijn studies begonnen voor het masters diploma at the Branch of Art Painting of the Mimar Sinan Fine Arts University in İstanbul, waar ik het masters diploma gehaald heb met het onderzoek naar en thesis met de titel "The Pictural İmage and Presentation at the Francis Bacon's Paintings" in 2007. Ik heb deelgenomen aan verschillende kunstprojecten en groepstentoonstellingen. Ik schreef voor verscheidene kunstmagazines en won reeds prijzen in meerdere wedstrijden.Ik ben lid van de UNESCO.
'Kaybolan biz' fotoğraf sergisi Diyarbakır'da açılıyor
ANF
12:10 / 09 Eylül 2011

AMED - Fotoğraf sanatçısı Veysi Altay'ın Cumartesi Annelerinin Mücadelesi ve kayıplar ile ilgili fotoğraf sergisi 12 Eylül Pazartesi günü Sümerpark'ta bulunan Amed Sanat Galerisi'nde açılıyor.

27 Mayıs 1995 tarihinde Galatasaray Lisesi önünde az sayıda kayıp yakını ve insan hakları savunucusunun başlattığı ve daha sonra Diyarbakır, Batman, Urfa ve Cizre'deki kayıp yakınlarının katılımıyla 17 yıldır devam eden Cumartesi Anneleri'nin oturma eylemi fotoğraf sanatçısı Veysi Altay tarafından belgelendi. Kayıp eylemlerinden çekilen fotolar ve albüm 12 Eylül Pazartesi günü Diyarbakır Sümerpark'ta bulunan Amed Sanat Galerisi'nde sergilenecek.

Birçok sanatçı, aydın ve politikacının da yazılarıyla katkı sunduğu albüm ve fotoğraf sergisi konusunda açıklama yapan Altay, gözaltında işkenceli sorgulardang eçirilen insanların katledilip helikopterlerle ormanlara atıldığını, kalorifer kazanlarında yakıldığını, kiminin de Mutki, Newala Qesaba gibi toplu mezarlara gömüldüğünü belirterek, kaybedilenlerin çocukları, eşleri ve anne babalarının yakınlarının akıbetini öğrenmek için mücade ettiğini söyledi.

Altay, geçmişin hesabının sorulmadan özgür ve adil birgeleceğin kurulmasının hiçbir koşulda mümkün olmadığını kaydederek şunları söyledi: "Kimisinin sevdiği, kimisinin âşık olduğu insan elinden alındı. Kimisi ise öldüğünde kimsesizler mezarına gömülmek istedi, belki sevdiği ya da yakını ile orda karşılaşır diye. Kimisi gidip başında ağlayacağı bir mezar taşı olsun istedi. Hep kapılarını açık bıraktılar, kaybedilen yakınları geldiğinde kapıda kalmasınlar diye. Ama maalesef hiçbir istekleri şimdiye kadar karşılık bulmadı. Çünkü devlet öldürdüğü insanların kemikleriyle yüzleşmekten, işlediği insanlık dışı uygulamaların hesabını vermekten korktu ve korkuyor. Oysa ki geçmişin hesabı sorulmadan ve verilmeden özgür ve adil bir geleceğin kurulması hiçbir koşulda mümkün değildir. Geçmişin hesabını sormak, Cumartesi Anneleri'nin sesine az da olsa ses vermek amacıyla, Diyarbakır, Batman, Cizre ve İstanbul'da çektiğim fotoğraflar ve albümle kayıp yakınlarına dikket çekmek istedim" dedi.

ANF NEWS AGENCY

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Kayıp yakınları: Daha neyin peşindesiniz?
ANF
11:59 / 20 Auğustos 2011

AMED - İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları tarafından her hafta düzenlenen oturma eyleminin 132’inci haftasında konuşan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, bu ülkenin yeterince acılar çektiğini vurgulayarak, “Son üç dört gündür bu halkın çocuklarının üzerine bombalar yağdırılıyor. Bu ülkenin insanları bunu kabul etmez. Ülkeyi yönetenlere soruyoruz; bu kayıplar size yetmiyor mu, bu katliamlar size yetmiyor mu? Siz daha neyin peşindesiniz?” diye konuştu.



İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları tarafından her hafta “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” sloganıyla düzenlenen oturma eylemi 132’inci haftasına girdi. Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapılan oturma eylemine, İHD yöneticileri ve üyelerinin yanı sıra MEYA-DER, Barış Anneleri İnisiyatifi, KESK'e bağlı sendikaların temsilcileri ve çok sayıda kayıp yakını katıldı. Kaybedilenlerin ve faili meçhul cinayetlerde yaşamını yitirenlerin fotoğraflarının taşındığı oturma eyleminde konuşan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, Başbakan Erdoğan’ın çatışmaların fitilini ateşleyen konuşmaları ve PKK kamplarına yönelik gerçekleştirilen hava harekatına tepki gösterdi. Yıllarca bu ülkede acıların son bulmasını, kayıpların bulunmasını, faillerin yargılanmasını istediklerini belirten Bilici, “Biz artık ne diyeceğimizi şaşırdık. Bir ülke düşünün ki, Başbakanı, Cumhurbaşkanı, yargısı, muhalefeti, profesörleri ve gazetecileri, insan haklarından, demokrasiden, hukuktan insanlıktan nasibini almamışcasına savaş çığırtkanlığı yapmaktadır. Düşünün; o ülkede ne olur? O ülkede ölümler olur, acılar olur, gözyaşı olur, kayıplar olur” dedi.

BU KADAR KAYIP, BU KADAR KATLİAM YETMEDİ Mİ?

Ülkede demokrasiyi, özgürlüğü, barışı savunanların barış istemlerine savaşla karşılık verildiğini kaydeden Bilici, şunları söyledi: “Biz yıllardır kayıplarımızı bulun ailelere hesap verin diyorduk. Ama maalesef bu ülkeyi yönetenler, ‘bu kayıplar yetmez, bu kayıpların üzerine bir bu kadar daha eklememiz gerekir. Kürt sorununun çözümü için bu kadar can kaybı yetmez, bunun üzerine bir o kadar daha eklememiz gerekir’ diyerek hareket ediyorlar. İşte son bir haftadır bu ülkenin Başbakanı savaş kararı aldı. Son üç dört gündür halkın çocuklarının üzerine bombalar yağdırılıyor. Bu ülkenin insanları bunu kabul etmez. Biz buradan tekrar söylemek istiyoruz; bu yönteminiz doğru bir yöntem değildir.”



Yapılacak tek şeyin acil olarak savaş kararından vazgeçmek olduğunu ifade eden Bilici, “Denemediğiniz tek bir yöntem kalmıştır, o da diyalogdur, müzakeredir, bu halkın varlığını kabul etmedir. Bunun dışında hiçbir yöntemi kabul etmeyeceğiz. Biz kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları olarak bu ülkeyi yönetenlere diyoruz ki; bu kayıplar size yetmiyor mu? Bu katliamlar size yetmiyor mu? Siz daha neyin peşindesiniz. Düşünün ki, siz 5 bin tane PKK militanını yok ettiniz, bütün Kürtleri yok ettiniz. Peki elinize ne geçecek? Başarı mı sağlamış olacaksınız? Bu nedenle bir an önce bundan vazgeçin” diye konuştu.



Bilici’nin konuşmasının ardından 6 Kasım 1997 tarihinde Diyarbakır’da kaybedilen Abdulselam Çelik’in kaybediliş hikayesi oğlu Salih Çelik tarafından anlatıldı.

Yapılan konuşmaların ardından kayıp yakınları 5 dakikalık oturma eylemi yaparak eylemlerine son verdi.

ANF NEWS AGENCY

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Kayıp yakınları: Kürt sorunu güvenlikçi politikalarla çözülemez
ANF
12:10 / 13 Auğustos 2011

AMED - İHD ve kayıp yakınları tarafından her hafta düzenlenen oturma eyleminde konuşan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, devlet ve hükümet yetkililerinin ortamı gerecek açıklamalar yapmak yerine barışın ve hoşgörünün dilini kullanması gerektiğini belirterek, “Siz Türkiye’de yaşayan her insanın başına bir polis, bir özel harekatçı koysanız dahi bu sorunları baskıyla, öldürmekle, yok etmekle çözemezsiniz” dedi.

İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları tarafından her hafta “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” sloganıyla düzenlenen oturma eyleminin 131’incisi gerçekleştirildi. Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapılan oturma eylemine, İHD yöneticileri ve üyelerinin yanı sıra MEYA-DER, Barış Anneleri İnisiyatifi üyeleri, KESK'e bağlı sendikaların temsilcileri ve çok sayıda kayıp yakını katıldı. Kaybedilenlerin ve faili meçhul cinayetlerde yaşamını yitirenlerin fotoğraflarının taşındığı oturma eyleminde konuşan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, İnsan hakları savunucuları ve kayıp yakınları olarak her hafta kayıpların faillerini açıkladıklarını belirterek, son olarak tetiği çeken itirafçıların, JİTEM’cilerin, özel harekatçıların bu cinayet ve kayıpları itiraf ettiğini söyledi.

Kendilerinin sadece tetiği çekenlerle ilgilenmediklerini asıl olarak bunların emrini kimlerin verdiğinin peşinde olduklarını kaydeden Bilici, “Bu emirleri veren bu konsepti uygulayan kimlerdir, devlet bunların hesabını vermelidir. Hiçbir polis, hiçbir özel harekatçı tek başına kendi inisiyatifiyle bu vahşeti gerçekleştiremez. Bütün bunlar ortadayken, bunlar bir bir çıkıp biz yaptık dedikleri halde halen Kürt sorununun çözümüne güvenlik eksenli yaklaşan bir zihniyetle, ‘Ben özel harekat polisleriyle bu sorunu çözeceğim’ diyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Siz Türkiye’de yaşayan her insanın başına bir polis, bir özel harekatçı koysanız dahi bu sorunları baskıyla, öldürmekle, yok etmekle çözemezsiniz. Çözülseydi şimdiye kadar çözülürdü. Eğer varsa bir kotanız; ‘bu kadar insan daha ölmeli, şu kadar insan daha kaybedilmeli’ dediğiniz bir sınırınız varsa, bunu da açıklayın tüm halkımız bilsin. Ama bu bir çözüm değildir” diye konuştu.

TEHDİT EDEREK ÖLDÜMLER DURDURULAMAZ

“Biz şunu söylüyoruz; bir an önce bu kayıplarımızın nasıl kaybedildiğini, kimler tarafından kaybedildiğini ve nerede saklandığını açıklayın artık” diyen Bilici, “Aksi takdirde yine ölüm, yine gözyaşı olacak. Yine gencecik insanlar ölecek. Buna hakkınız yok. Hiçbirinizin çocuğu bu bölgede askerlik yapmıyor, polislik yapmıyor. Çıkıp tehdit etmekle hiçbir yere varamazsanız. İftar sofralarında yapacağınız tehditler yerine çıkıp şunu söylemeniz lazım; ‘evet bu ülkenin adalete, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, çağdaş demokrasiye ihtiyacı var. Biz bunları yapacağız. Biz geçmişimizle yüzleşeceğiz, bu ülkede yapılan bütün insanlık dışı uygulamaların hesabını vereceğiz. Bundan sonra tek insanın burnu kanamasın diye çalışacağız’ demelisiniz. Bunları diyeceğinize kalkıp tehdit ediyorsunuz. Bu tehditlerin bir anlamı yok artık. Bunları tekrar etmekle bu ölümleri durduramıyorsunuz” diyerek Cemil Çiçek’in BDP’yi hedef gösteren konuşmasına tepki gösterdi.

GÜVENLİK EKSENLİ YAKLAŞIM YERİNE MUHATAPLARLA GÖRÜŞÜLSÜN

İnsan hakları savunucuları olarak, anneler olarak, kayıp yakınları olarak artık tahammülleri kalmadığını söyleyen bilici şöyle devam etti: “Artık sabrımız kalmadı. İnsanların ölümüne dayanamıyoruz. Durdurun artık bu ölümleri. Gelin doğru yol nedir onu yapalım. Dünyanın başka yerlerinde sorunlar nasıl çözülmüş, onlara bakalım. Siz en lüks yerlerde, en güzel ülkelerde yaşıyorsunuz. Ancak burada ölenler gariban insanların çocuklarıdır, bizleriz. Bu ülkenin sahipleri olan insanlardır. Biz buradan tekrar çağrıda bulunuyoruz; tehditlerinizden, güvenlik eksenli yaklaşımlarınızdan artık vazgeçin. Yapacağınız tek şey insan hakları ve demokrasi çerçevesinde, bireysel ve kolektif haklara saygı çerçevesinde bu sorunu çözmektir. Muhataplarıyla görüşme kanallarını açın ve bu sorunu bu şekilde çözün. Geçmişle yüzleşmek adına geçmişte yaşananları ortaya çıkaracak bir komisyon kurun ve bu bir an önce çalışmalarına başlasın. Ancak bunlar gerçekleştirildiğinde Kürt sorununda adil ve onurlu bir çözüm gelişir.”

YUSUF NERGİZ’İN KAYBEDİLİŞ HİKAYESİ

Yapılan konuşmaların ardından 1997 yılında Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’nde askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Yusuf Nergiz’in kaybediliş hikayesi eşi Sabiha Nergiz tarafından anlatıldı. Eşinin güvenlik güçleri tarafından kaybedildiğini söyleyen Sabiha Nergiz, yaptıkları tüm girişimlere rağmen eşi ile ilgili herhangi bir bulguyu rastlamadıklarını dile getirdi.

ANF NEWS AGENCY

12 Ağustos 2011 Cuma


Kayıp yakınları İğneada'ya gidiyor
ANF
11:34 / 12 Auğustos 2011

İSTANBUL - Kayıp yakınlarıyla insan hakları savuncuları, 7 yıl önce gözaltında kaybedilen üniversite öğrencisi Tolga Baykal Ceylan ile ilgili gerçeği öğrenmek için yarın İğneada'ya gidecek.

7 yıl önce İğneada'da gözaltına alınarak kaybedilen Tolga Baykal Ceylan'ın akıbetini araştırmak üzere TBMM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde alt komisyon oluşturuldu. Ancak komisyon çalışmaları sonucunda hazırladığı raporda, Tolga Baykal Ceylan’ın "gözaltına alınmadığı, dolayısıyla gözaltında kaybedilmediği" iddiasında bulundu. Buna gerekçe olarak da yapılan inceleme sonucunda Ceylan'ın gözaltına alındığına dair bir kayıt bulunmadığı gösterildi.

İnsan Hakları Derneği üyeleriyle kayıp yakınları, rapora itirazlarını dile getirmek için, Tolga Baykal Ceylan'ın kaybedilişinin 7. yılında kaybedildiği İğneada'ya gidiyor. Yarın adaya gidecek olan grup, taleplerini şişelere koyup, karanfillerle denize bırakacak.

ANF NEWS AGENCY

18 Haziran 2011 Cumartesi

Kayıp yakınlarından helalleşme şartı: Failleri bulun
18/06/2011 14:49

Ramazan YAVUZ

DİYARBAKIR - İHD ve kayıp yakınlarının ’Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın’ sloganıyla her hafta düzenlediği oturma eylemi, 123’üncü haftasında Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapıldı. Bugünkü oturma eylemine aralarında İHD yönetici ve üyeleri, Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma Dayanışma ve Kültür Derneği (MEYA-DER), kendilerine ’Barış Anneleri İnisiyatifi’ adını veren grup ile KESK’e bağlı sendikaların temsilcileri ile kayıp yakınları katıldı. Oturma eyleminde kayıp yakınları, kaybedilenlerin fotoğraflarıyla alandaki yerlerini aldı.

İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, yıllardır kayıpların akıbetinin ortaya çıkması amacıyla çaba harcadıklarını, tüm çabalarına rağmen ilerleme sağlanamadığını söyledi. Başbakan Erdoğan’ın seçim sonrası yaptığı konuşmada herkesten ’helallik’ istediğini belirten Bilici, şöyle dedi: "Başbakan helalleşmeden bahsediyor. Eğer bu helalleşme, karşılıklı affetmeler olacaksa, öncelikle burada yıllardır dile getirdiğimiz kayıpların akıbeti ortaya çıkarılsın. Eğer helalleşeceksek, katledilen binlerce faili meçhulün failleri ortaya çıkarılsın. Eğer birbirimizi affedeceksek, bu anaların acılarını dindirecek adımlar atılsın. Eğer helalleşme olacaksa bölgede yaşanan tüm insan hakları ihlallerinin ortaya çıkması için Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nu kurulmalıdır. Aksi takdirde helalleşme olmaz."

‘YENİ MECLİS TALEPLERİMİZİ GÖRSÜN’

Türkiye’de 12 Haziran seçimleri sonrası artık bu ülkede yeni bir sayfa açılması gerektiğini belirten Bilici, şöyle devam etti: "Seçim sonrası Meclis yeni bir şekil kazanıyor. Önemli bir sürece girmiş bulunuyoruz. Yeni oluşacak Meclis’in taleplerimizi görmesi gerekiyor. Seçimden çıkan sonuçların iyi okunması gerekiyor. Kürtler hala bu ülkede sorunların çözümü için demokratik yöntemlerde ısrarcıdır. Bu savaşın bir tarafı olan PKK, eylemsizlik halini bir kez daha uzatmıştır. Bu önemli bir fırsattır. Bu fırsatın bir kez daha heba edilmemesi ve uzatılan barış elinin havada kalmaması gerektiğini tekrardan belirtiyoruz. Biz bu ülkede artık insanların ölmesini istemiyoruz." (dha)

17 Haziran 2011 Cuma

Devlet Tolga Baykal’ın akıbetini ortaya çıkaramadı

ANF
08:34 / 17 Haziran 2011
ANKARA - Yedi yıl önce kaybolan Tolga Baykal Ceylan’ın akıbetini araştıran Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, 9 Şubat 2011’de başlattığı incelemelere ait nihai raporu yayınladı. Prof. Dr. Zafer Üskül, Çorum Milletvekili Murat Yıldırım, İzmir Milletvekili Erdal Kalkan, İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın imzasını taşıyan rapor 4 ay süren araştırmalar sonucu hazırlandı. Raporu hazırlayan alt komisyon üyeleri . Tolga’nın son görüldüğü Demirköy, İğneada, Limanköy, Beğendik köyü ve Bulgaristan sınırında incelemeler yaparak bilgiler aldı.

Raporda, Tolga’nın tatil için gittiği İğneada’da güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınmadığı iddia edilerek şu ifadeler kullanıldı: “Tolga Baykal Ceylan’ın İğneada Beğendik köyü yakınlarında durdurularak kimlik sorgusunun yapıldığı ve aranan şahıslardan olmadığı anlaşıldığından hakkında bir işlem yapılmadığı, güvenlik güçlerince gözaltına/gözlem altına alınmadığı, dolayısıyla gözaltında kaybedilmesi gibi bir olgunun şu aşamada olduğunu söylemek mümkün değildir. Komisyonumuzca, Tolga Baykal Ceylan’ın sürekli yurt dışına çıkmak istemesini dile getirmesi, sınıra çok yakın olan Beğendik ve Limanköy’de keşif olarak tabir edilebilecek eylemlerde bulunması, Bulgaristan’ı ve sınırı sorması, verileri değerlendirildiğinde Bulgaristan’a geçme isteği olduğu ancak bu isteğini gerçekleştirip gerçekleştirmediği şimdilik kaydıyla ortaya koyulamadığı için kaybının ve akıbetinin ne olduğuna tam olarak ulaşılamamıştır. Bu aşamada normal asayiş olayı olarak değerlendirilmesi gereken bir kayıp olayı ile karşı karşıya olduğumuz sonucuna ulaşmıştır.”

Tolga Baykal Ceylan’ın annesi Kadriye Baykal “Komisyon araştırmaları boyunca beni bu sürece müdahil etmedi, sadece 1 saat dinledi beni, şahitlerimi dinlemedi. Çelişkilerin üstüne gidilmedi. Hükümet bu konuda samimiyse önce kendi dönemini ve ayıbını temizlemeli, gerekirse Başbakanla bir görüşme daha yapmak istiyorum” diye konuştu.

ANF NEWS AGENCY

9 Haziran 2011 Perşembe

Kayıplar için Brüksel'e yürüyecek
Foto: Kayıplar için Brüksel'e yürüyecek
İSTANBUL (09.06.2011)- Kayıp yakını Muzaffer Yedigöl, seçimlerden sonra yeni gelecek hükümet gözaltında kayıplar konusunda bir adım atmazsa Brüksel'e yürüyecek. 31 yıldır ağabeyi Nurettin Yedigöl'ü arayan Yedigöl, babasının oğlunu ararken kalbine yenildiğini ve tüm başvuruların sonuçsuz kaldığını belirtiyor.
Nurettin Yedigöl, 12 Eylül darbesiyle kaybedildi. Ailesi 312 yıldır O'nu arıyor. Babası, ararken kalbine yenik düştü. Kardeşi Muzaffer Yedigöl, devlet kayıplar konusunda adım atmazsa 1 Eylül'de Brüksel'e yürüyüş başlatacak. Yedigöl, 12 Haziran seçimlerinden sonra yeni gelecek hükümetin bu tarihe kadar adım atmazsa Brüksel'de bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yürüyecek.
Aile yıllardır iç hukuk yollarının tükenmesine rağmen AİHM'e başvurmadı. Muzaffer Yedigöl, "Biz bugüne kadar ülkemizi rencide etmemek için AİHM'e başvurmadık. Ama bir adım atılmazsa... Kayıpların akıbetinin açıklanması ve başka kayıpların olmaması için yol çıkacağım" diyor.
Kardeş Yedigöl, yürüyüş kararını geçen yıl 21 Haziran'da Ankara'ya 10 günlük yürüyüşün ardından almış.
Kimse bu yürüyüşe katılmasa da tek başına yürümeye kararlı olan Muzaffer Yedigöl, kararının şöyle anlattı: "Bu kararı biz geçen yıl 21 Haziran'da Ankara'ya giderken aldığımız bir karardı. Eğer buradan bir sonuç çıkmazsa bugünkü iktidar ve muhalefet bu durumu çözmezse, savsaklarlarsa, duyarlı olmazlarsa bunu artık Türkiye sınırları dışına çıkaralım dedik. Türkiye'de bu konuda büyük bir sorun var. Bin 700 tane kayıp olduğu söyleniyor tabi bu İnsan Hakları Derneği'ne müracaatlar. Bir de olmayanlar vardır. Güneydoğu'daki kayıplar ve faili meçhulleri sayarsak 17 bin gibi bir rakamdan söz ediliyor."
Kesin kararlıyım
Avrupa'da seslerini duyurmak istediklerini dile getiren Yedigöl, "Avrupa'da da gittiğimiz her ülkede etkinliklerle sesimizi duyururuz. Gittiğimiz ülkelerdeki devrimciler, ilericilerle buluşup bu olayı gündeme getirebiliriz. Brüksel'de de son noktayı koyarız. O zaman Hüseyin Ocak, Mikail Kırbayır ile düşünmüştük. Mikail Kırbayır ile konuştum, geleceğini söyledi. İnsan Hakları Derneği'nden de birkaç kişi destek sunacak. Ben kesin kararlıyım. 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde Taksim'den Brüksel'e yürüyüp 1 aylık bir yürüyüş ile tamamlayacağımıza inanıyorum" şeklinde konuştu.
Bizden sonra kayıplar olmasın
Türkiye'de gözaltında kayıpların aydınlatılması gerektiğine dikkat çeken Yedigöl, "Artık bizden sonra olmasın. Ülkenin Avrupa Birliği'ne girmesinden söz ediliyor, 21. yüzyıldayız artık ülkemizde insanlar ölmesin amacımız da bu. Bizimkiler öldü biz acılar çektik ama bizden sonra gelenler acılar çekmesin. Ve bize bu acıyı yaşatanların yanında kar kalmasın. Bu insanlarda biz yaptık öldürdük, yanımıza kaldı demesinler. Zaman aşımı bile olsa yargılansınlar. Bir nebze de olsa yüreklerimize su serpilsin ve kemikleri nerede olduğu bilinmeyenler rahat uyusunlar. 'Ailelerimiz bu ülkenin insanları bize sahip çıktı' desinler" dedi.
'Bunlar boşa ölmedi'
Ağabeyi Nurettin Yedigöl ve onun gibi gözaltında kaybedilen insanların düşündükleri, eşitliği savundukları, halktan yana oldukları için kaybedildiklerine dikkat çeken Yedigöl ağabeyini şu şekilde anlattı: "Bunlar boşu boşuna ölmedi. Nurettin Yedigöl o dönem İstanbul üniversitesi işletme mezunu. Doğuda erkek evlat ailenin sermayesi gibidir. Bizim tek sermayemiz çocuklardır. Bizim aileler için çocuklarının okuyup bir mevkiye gelmesi çok önemli çünkü kendileri yoksulukla, çiftçilikle uğraşmış, istediğini bulamamış, istediğini almamış ezilmiş insanlar. Bizim çocuklarımız ezilmesin istiyor. Ailelerimizin sigortası bile yok, 'Yaşlandığımda çocuğum bana bakar' diye düşünüyor. Bunlar önemli. Ağabeyim okurken zor şartlarda okudu, başkalarının evlerinde kaldı, bitlendi, aç kaldı, harçlıksız kaldı ama o okudu. Bunların suçu neydi? Suçları güzel düşünmek, solcu olmak, suçu sömürgelere karşı çıkmak, suçu devrimci olmaktı, suçu herkesin eşit yaşamasını istemesiydi. Bunun sonucunda gözaltına alındı ve öldürüldü. Biz de insanlar bu sebeple gözaltına alınmasın, öldürülmesin, insanlarımıza farklı düşünseler de bir tırnağı bile kanamasın. İnsanalar huzur içinde fikrini söylesin özgürce tartışabileceği bir ülke olsun. Abimlerde bunun için öldü."
'Geçmişle yüzleşmek zorundayız'
Brüksel yürüyüşü öncesi kamuoyuna çağrı yapmayı düşünen kayıp yakınları, seçimlerin geçmesini ve yetkililerin bu konu da bir adım atmasını bekliyor. 1 Eylül'e kadar uzun bir süre olduğunu ifade eden Yedigöl, "Bu süre zarfında atacağı adımlar çok önemli. Bu zamanda bizler bakacağız gözaltında kayıplar, faili meçhullerin üzerine ne kadar gidildi. Eğer gerçekten samimilerse, failler yargılanacaksa ben de istemem ülkemin yurt dışında rencide olmasını, birileri yapmış bu hataları ama biz geçmişimizle yüzleşmek zorundayız. Biz geçmiş ile yüzleşemezsek geleceğe asla sağlam adım atamayız gelecekte demokrasiye ulaşamayız. 1 Eylül'de yola çıkmadan önce biz Ağustos ayında çalışmalara başlayacağız, duyurularımızı yapacağız. Cumartesi Anneleri'nin eylemlerinde duyuracağız. Bunun eylemin içinde İHD ne kadar olacak bilemiyoruz ama yardımcı olsa da, olmasa da ben yürüyeceğim. Tabi sonuç alamazsak yürüyeceğim gelecek iktidarın samimiyetine bakacağız. Eğer üstüne gitmezlerse biz mecburen yürüyeceğiz" dedi.
'CHP'liyim ama CHP bizi dinlemedi'
21 Haziran'da başladıkları Ankara yürüyüşünü ve mecliste yaşadıklarını Muzaffer Yedigöl şu şekilde anlattı: "Yazın sıcağında her gittiğimiz yerde bizi kitle örgütleri karşıladı ve bu bizi çok duygulandırdı. Bizimle en çok ilgilenen parti BDP oldu. Ben CHP'li olmama rağmen bizimle ilgilenmedi. Kemal Anadol ile görüştük bizi dinlemek yerine o konuştu. Her şeyi biliyormuş gibi savunmaya geçti. Ama BDP Grup Başkan vekili bizi uzun uzun dinledi, ellerinden bir şey gelmese de dinlediler.
AKP'den Ayşenur Paşakapı da bizi dinledi dosya hazırladık onları ilettik. Zafer Üskül de 15 dakika bizi dinledi ama onlar dinlemekle kaldılar. Sonuç beklemek? Ama ondan sonra Başbakan bizi çok ümitlendirdi. Ben Başbakanın duygusal, vicdanlı bir insan olduğuna inanmıştım. Ama baktım ki maalesef yanılmışım."
Her şey oy her şey siyaset
Başbakan'ın Cumartesi Anneleri'yle Dolmabahçe'de yaptığı görüşmeye annesinin katıldığını anlatan Yedigöl, "Annem anlattı, 'oğlumu istiyorum' dedi ama bir şeyde çıkmadı. Görüşmeye giderken umutluyduk. Sonra baktım ki her şey oy, her şey siyaset. Ve toplantı sonunda sadece iki kayıp varmış gibi davrandılar. Öbürlerine dair tek bir adım bile atılmadı, komisyon yetkilileri bir gün olsun bizi aramadı. Hiç kimseyi aramadılar. Reklam olsun diye Berfo anayı kullandılar. Zaten samimi olsalardı bir adım atarlardı. O dönem Gayrettepe'deki insanları araştırabilirlerdi. Bizi seçim malzemesi olarak kullandılar" dedi.
Devlet samimiyse...
"Devlet samimi olursa kozmik odaları açar. Kimlerin nerede yattığını, kimlerin nasıl işkenceler gördüğünü devlet biliyor. Tansu Çiller, Mehmet Ağır kilit nokta. Örneğin bizim dönemden Faik Karıncaoğlu. 12 Eylül döneminde İstanbul'da askeri savcıydı. Şimdi AKP'den Milletvekili. Zihniyetleri belli, timsah gözyaşlarına bakmamak lazım gerçekten insanlar için, halk için. Müslümanlıkta insan öldürmek yoktur" dedi.
31 yıldır arıyorlar
Ağabeyinin 12 Nisan 1981'de İdealtepe'de karakol kurulan bir evde gözaltına alındığını ve tanıkların ifadesine göre işkencede öldürüldüğünü ifade eden Muzaffer Yedigöl, babasının yıllar boyunca oğlunu bulmak için her yolu denediğini, bütün resmi makamlara başvurduğunu ancak bir yanıt alamadığını belirtti.
'Babam gözü açık gitti'
Babasının yılda üç ay gidip köyde kaldığını daha sonra yılın geri kalan kısmını İstanbul'da oğlunu aramakla geçirdiğini ifade eden Yedigöl, "Babam oğlunu ararken kalp krizi geçirerek öldü. Babam çok dinçti, köyde yaşamış, hayatını orada idame ettirmiş biriydi. Ağabeyimin kaybedilmesi ile babam çöktü. 3 ay köydeyse diğer aylarda burada oğlunu aramakla geçirdi. Varını yoğunu burada harcadı. En son da yüreği dayanamadı, gözleri açık gitti. İlk Cumartesi eylemine katılanlardan biri. O zaman elinde küçük bir abimin resmi vardı. O meydanda coplandığı, dayak yediği de oldu. Orada yılarca bütün eylemlere katıldı. Ümit Efe- Yedigöl'ü Gayrettepe Emniyet Müdürlüğünde gören tanıklardan biri- babamla tanışıyor daha sonra çok duygusal bir an yaşanıyor babam oğlunu bulmuş gibi hissediyor o da babasını bulmuş gibi. Babam ümit Efe'den sonra öldüğüne inanmıştı." dedi.
Annesinin hala oğlunun yolunu gözlediğini dile getiren Yedigöl, "Annem hala televizyon izlediğinde çocuğunu ölüsünü dirisini görmediği için herkesi Nurettin'e benzetiyor. Nisan ayında abimle ilgili bir anma düzenledik. Bir belgesel hazırladık 200 kişi katıldı. biz ilk defa orada öldüğünü kabul ettik. Biz mevlüt okutmadık, cenaze yemeği vermedik çünkü biz abimin bir şeyini görmedik. Sürekli abimin yaşadığına dair rivayetler çıkardı ve biz onlara inanırdık.
Yedigöl, en son dava dosyasının 95-96 yıllarında sonuçlandığını, ama en son 12 Eylül kayıplarıyla birlikte toplu suç duyurusunda bulunduklarını ifade etti. (DİCLE MÜFTÜOĞLU/ETHA)