27 Mart 2011 Pazar

Anne Ceylan: Hep aynı senaryo

Gözaltında kaybedilen Tolga Baykal Ceylan'ın annesi Kadriye Ceylan, oğlunun gözaltında kaybolmadığını iddia eden TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül'e sert tepki gösterdi, "Başından beri bu senaryoyu uydurdular" dedi. Anne, "Hep aynı yöntem, hep aynı aldatmaca hep aynı senaryo" dedi.
Kaybedilen kişileri "ölü" diye yazmışlar 5
Etkin Haber Ajansı / 27 Mart 2011 Pazar, 12:02
İSTANBUL- Başbakan Erdoğan'ın "AKP hükümeti döneminde tek gözaltında kayıp" dediği ve Meclis Komisyonu açılan Tolga Baykal Ceylan'ın bir kez daha gözaltında kaybolmadığı ileri sürüldü.

ÜSKÜL: GÖZALTINDA KAYBOLMADI

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül, Mülkiye Başmüfettişi Mehmet Firik ve Adalet Müfettişi Mecit Gürsoy, jandarma yetkilileri 2004 yılında gözaltında kaybedilen Ceylan'ın eşyalarının bulunduğu İğneada beldesine bağlı Beğendik köyü balıkçı barınağında incelemelerde bulundu.
Üskül incelemelerin ardından, bugüne kadar yaptıkları incelemeye göre Tolga Baykal Ceylan'ın gözaltında kaybolan bir kişi olmadığını ileri sürdü. Üskül, "Çünkü hiçbir zaman gözaltına alınmadığını tespit ettik. Jandarma karakol kayıtlarını inceledik. Kendisinin kimlik tespiti yapılmış, inceleme yapılmış ama karakola hiç götürülmemiş. Nezarete alınmamış, dolayısıyla Ceylan'ın gözaltına kaybolduğunu söyleme imkanına sahip değiliz. Bunun tersi geçerli görünüyor" dedi.
"Gözaltında kaybolmuş değil, bu önemli" diyen Üskül şöyle devam etti:
"Şunu tespit etmiş durumdayız ki Tolga Baykal Ceylan gözaltında kaybolmuş birisi değildir. Yaşıyor olduğunu umut ediyoruz. Yurt dışına çıkmış olabilir, bu konuda da kesin bir kanıt şu anda yok ama bir ihtimaldir" dedi.

ANNE CEYLAN: BAŞINDA BERİ BU SENARYO

İstanbul Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü öğrencisi Tolga Baykal Ceylan'ın annesi Kadriye Ceylan ise ETHA muhabirine yaptığı açıklamada,
"Onlar zaten başından beri bu senaryoyu uydurdular. Başından itibaren bu iddiadalar" dedi.
Anne Ceylan, "Eğer öyleyse bulsunlar. Bulsunlar, beni oğluma götürsünler. Ya da oğlumu bana getirsinler. Şimdi yurtdışını çıkıpta Tolga'nın beni aramaması, bana ulaşmaması mümkün değil. Zaten uydurdukları sanaryolar bunun üstüneydi. İlk baştan itibaren senaryolar bunun üstüneydi" dedi.
Yetkililerin, oğlunun "bu ülkede yaşanmaz ben bu ülkeden gitmek istiyorum" sözlerinin bildiklerini ifade eden Anne Ceylan, "O yüzden bu kolay oldu onlar için. Evet onun gözaltında kaydı yok ama diğerlerinde olduğu gibi o gözaltında kaybedildi" dedi.

JANDARMA NEDEN GİZLEDİ?

Oğlunun kaybedilmesinin ardından İğneada'ya gittiğini söyleyen anne Ceylan, şöyle devam etti: "Eğer oğlum orada kaybedilmemiş olsaydı Jandarmaya, 14 Ağustos'ta gittiğimde neden benden sakladı? Neden inkar etti. Köyleri gezeceğim dediğimde 'köylere gitmiş olsa bize haber gelirdi' diye yalan söylediler. Halbuki ben 16 Ağustos'ta Beğendi köyünü muhtarının oğlu, oğlumun kaybolduğu tarihte jandarmaya teslim ettiğini söylemişti. Ki bu doğru. O zaman jandarma bunu benden niye gizledi."

OĞLUM BANA NOT BIRAKMIŞTI

Kadriye Ceylan, tanıkların olayın ardından öldüklerine dikkat çekerek şöyle devam etti: "Muhtarın oğlu motosiklet kazasında ölmüş. Tanıklardan birisi o. Diğeri kahvecilik yapan Orhan Uyanık. O da ölmüş. Tolga'nın bana verdiği cep numarası ona ait çıktı daha sonra. İkincisi Tolga. Orhan Uyanık'a not bırakmış; 'Şu şu numaralardan annemi arayıp haber verirmisin' diye. Oğlum niçin bu notu ona bıraktı? Orhan Uyanık beni arayıp haber vermedi. Niçin arayacaktı, neyi haber verecekti? Oğlum neden arayamıyordu? Bunu kahvecinin çırağı söylemişti. Bu notu daha sonra Orhan Uyanık'tan aldım. O ölmüş daha sonra Beğendik köyünün muhtarı da ölmüş"
"30 sene önce kaybedilen kişiler için de o dönemdeki hükümetler de aynı şeyi söylediler, aynı şeyi yaptılar" diyen Anne Ceylan, "Bir 30 sene sonra ancak sanırım bende bu hükümetten bunun hesabını sorabileceğim. Hep aynı yöntem, hep aynı ağıt, hep aynı aldatmaca hep aynı senaryo" dedi.

ANALARIN DUYGULARIYLA OYNAMASINLAR

Yetkililerin anaların duygularıyla oynamamasını isteyen Kadriye Ceylan şöyle dedi: "Anaların duygularıyla oynamasın hiç kimse. Bunun günahını kimse ödeyemez. Şimdi kamuoyu oluştu, benim oğlumun kaybedildiği herkes duydu. Bunu yalanlamak için yaptıkları bir şey bu soruşturma. Yani kendilerini aklamak için yaptıkları.. Bizi başbakanlık kabul etti, bizi dinledi, öyle göründü, amaçları buymuş demek ki. Anaların duygularıyla oynamasınlar, bunu bedelini ödeyemezler."

15 Mart 2011 Salı

Nihat Aydoğan, 17 yıldır kayıp! 

http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=41914

ZEYNEP KURAY -ANF
14:28 / 15 Mart 2011
İSTANBUL- - Midyat'a bağlı Doğançay köyünde jandarma tarafından gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınmayan Nihat Aydoğan, kaybedildiğinde 32 yaşındaydı, aradan 17 sene geçti, hala bir haber yok… Ailesi toplu mezar haberlerinden sonra birçok kayıp yakını gibi “belki cenazesini buluruz” diye harekete geçti. Eşinin akıbetini öğrenmek isteyen Halime Aydoğan, İHD İstanbul Şubesi’ne başvurdu.

Köyde hayvancılık yaparak geçimini sağlayan Nihat Aydoğan’a yönelik baskılar 1990’lı yılların başında başlamıştı. Dört çocuk babası Aydoğan diğer köylüler gibi jandarma ve korucular tarafından sıraya dizilip dövülüyor, korucu olmaması halinde evi yakılmak tehdit ediliyordu. Büyük oğlu Feyzi’nin de gerilla katılmasıyla baskıları daha da arttı. 1993’te oğlunun Hakkari’de girdiği çatışma sonucu yaşamını yitirdiği haberini alan Nihat Doğan, defalarca gözaltına alındı.

20 Kasım 1994 günü sabah saat 05.00 sularında Midyat Karakolu’nda görevli jandarmalar ve korucular tarafından basılma anını ise Nihat Aydoğan’ın eşi Halime Aydoğan şöyle anlatıyor: “Kapı hızlı hızlı vuruldu. Komşu sanarak kapıyı açtım. Birden beni itekleyerek içeri daldılar. Aralarında bizi her zaman tehdit eden Serdêfe köyünden Sarhoş Kemal diye bilinen korucubaşı da vardı. Korucu ve askerler etrafı sarmıştı. Eşimi yataktan döverek kaldırdılar. 12 yaşındaki kızım olayın dehşetinden dili tutuldu.”

JANDARMANIN TELEFON OYUNU!

Eşinin önce Midyat karakoluna, daha sonra da Merdin Merkez Komutanlığı’na sevk edildiğini hatırlatan Aydoğan “15 gün orada kimseye göstermeyerek, sabah akşam işkence yaptılar. En sonunda kocam köy muhtarını arayarak, ‘Beni bıraktılar, geleceğim’ demiş. Ama bundan sonra kendisinden bir daha hiç haber alamadık. Bu telefon jandarmanın oyunuydu, kocamı kaybetmek için hazırlanmış bir düzendi” diye konuştu.

Daha sonra Merdin Jandarma Merkez Komutanlığı’na gittiğini belirten Halime Aydoğan, “Bana ‘biz bıraktık. Dağa çıkmış, onu orada ara’ dediler. Bunun üzerine Midyat’a gittim ve okuma yazmam olmadığı için orada bir dilekçe yazdırarak Midyat Cumhuriyet Savcılığına verdim. Köyde kimse kendi başları da yanacak korkusuyla yanımıza yaklaşmadığı için, çocuklarımla birlikte yalnız kaldım. Bu yüzden eşimin başına gelenlerin peşine de yeterince düşemedim, bir sonuç alamadım” dedi.

Bir gün köylülerin yanına gelerek, “Kaçın, sizi de öldürecekler” dediklerini anlatan Aydoğan, “Sadece çocuklarım ve bir valiz eşyayla İstanbul’a kaçtım. Bir müddet burada akrabalarımın yanında kaldım. Çocuklarımı yalnız başıma büyüttüm. Yıllarca ne oğlumun cenazesini, ne de eşimden bir haber alabildim. Ama Bölgede durmadan ortaya çıkartılan toplu mezarlar bana eşimin de Mardin’deki bir toplu mezarda gömülü olduğunu düşündürüyor. Kaybedildiğinde 32 yaşındaydı, aradan 17 sene geçti, hala bir haber yok” diye konuştu.

İHD’YE BAŞVURDU

Bölgede çıkartılan toplu mezarlardan sonra İHD İstanbul Şubesi’ne başvuran Halime Aydoğan, eşinin akıbetini öğrenmek için her türlü hukuki yolu sonuna kadar deneyeceğini söyledi.

ANF NEWS AGENCY

12 Mart 2011 Cumartesi

Kayıp yakınları Gazi katliamın protesto etti

ANF
13:16 / 12 Mart 2011
AMED - İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları tarafından her hafta düzenlenen oturma eyleminin 109. haftasında İstanbul Gazi Mahallesi’nde yaşanan Gazi Katliamı’nda yaşamını yitirenler anıldı. Yapılan konuşmalarda Türkiye’de Kürtler ve muhalif kesimlere yönelik sistematik bir katliamın yürütüldüğü belirtilerek, bu katliamların sorumlularının halen açığa çıkarılmadığı vurgulandı.

İHD ve kayıp yakınlarının “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” sloganıyla her hafta düzenlediği oturma eylemi 109. Haftasında Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirildi. Her hafta bir kayıp hikayesinin işlendiği oturma eyleminde bu hafta 12 Mart 1995 yılında İstanbul Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirilen provokasyon sonrası Kürt ve Alevilere yönelik yapılan katliam protesto edilerek, katliamda yaşamını yitirenler anıldı. Eyleme aralarında İHD Diyarbakır Şube yönetici ve üyeleri, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Diyarbakır Şube yöneticileri, Barış Anneleri İnisiyatifi, MEYA-DER, KESK’e bağlı sendikaların temsilcileri ve çok sayıda kayıp yakını katıldı. Eylemde, kaybedilenlerin isimleri ile resimlerinin yer aldığı pankartlar açılırken, “Devlet ‘faili devlet’ olan cinayetleri gizlemeye devam ediyor”, “Toprak altında çürüyen bedenler değil, üstündeki vicdan, ahlak, hukuk ve insanlıktır” ve “JİTEM tetikçilerini kurucularını, yargılamamak suça ortak olmak demektir” yazılı dövizler taşındı.

Oturma eyleminde ilk olarak kısa bir konuşma yapan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, Mart ayında yaşanan katliamlara değinerek, “Mart ayı Newroz gibi kutlu bir bayramı içinde barındıran özgürlüklerin ve güzelliklerin ayı olduğu kadar Kürtler ve muhalif kesimler açısından ölümün, yıkımın ve katliamların ayıdır” dedi.

GAZİ, QAMİŞLO, HALEPÇE…

Bugün tarihin sayfalarına kara bir leke olarak giren Gazi katliamının yıldönümü olduğunu hatırlatan Bilici, “Ancak bugün aynı zaman Suriye’nin Qamişlo kentinde Kürtlere yönelik Baas rejiminin uyguladığı katliamın da yıldönümü. Yine birkaç gün sonra, Kürtleri toptan yok etme harekatı olarak bilinen Enfal harekatı, yani Halepçe katliamının da yıldönümü olacak. Bu coğrafyada Kürtler, Aleviler ve muhalif kesimler, hak talebinde bulundukları her dönemde katliamlarla yüz yüze kalmışlardır. İşte Gazi katliamı da bunlardan biridir” diye konuştu.

Çorum’da Maraş’ta, Malatya’da ve Sivas’ta gerçekleştirilen katliamların failleri ortaya çıkarılmadı ve hesap sorulmadığı için Gazi katliamının yaşandığını belirten Bilici, yine yıllardır faillerini sordukları kayıpların ve faili meçhul cinayetlerin ortaya çıkmamasının nedenin de aynı zihniyet olduğunu sözlerine ekledi.

GÖZ GÖRE GÖRE BİR KATLİAM

Bilici’nin konuşmasının ardından Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Av. Cafer Koluman, hazırlanan ortak açıklamayı okudu. Gazi Mahallesi’nde yaşanan katliamı anlatan Koluman, “Gazi Katliamı, ilk defa bu kadar açık ve herkesin gözü önünde yapılmıştı. Katliam, polis karakoluna 100 metre mesafedeki bir kahvehanede yapılmış, polis olay yerine saldırı olduktan, mahalle halkı sokağa çıkıp protestoya başladıktan sonra gelebilmiştir. Geç gelen polisler saldırganların peşine düşmektense, protestocu halkı dağıtmayı tercih etmesi, saldırının adresi açısından manidar bir ipucu niteliğindeydi. Ertesi gün de devam eden protestolar sırasında güvenlik güçlerinin halkın üzerine ateş açması sonucu 17 canımız yaşamını yitirmiş, yüzlercesi de yaralanmıştı” dedi.

Saldırının, Alevilerin örgütlenme bilincinin arttığı yerlerden biri haline gelen Gazi Mahallesi'ni hedef seçmesi, örgütlenme bilincini dağıtmaya yönelik olduğunu vurgulayan Koluman şöyle devam etti: “Gazi Mahallesi'ne yapılan saldırıyı protesto etmek isteyenlere yönelik şiddet kullanılması sonucu Gazi ve Ümraniye Mustafa Kemal Mahallelerinde 22 kişi yaşamını yitirmişti. Otopsi raporları, ölenler tümünün arkadan ve tek kurşunla öldürüldüğünü açığa çıkardı. Buradan da anlaşılıyor ki, Gazi Mahallesi'nde yapılan protestolar sırasında güvenlik güçleri ile halk arasında bir çatışma söz konusu olmamış, inançlar arasındaki farklılıkların çatışmaya dönüşmesini isteyenlerin provokasyon senaryolarının kurbanı olarak katledilmişlerdir.”

FAİLLERİN BULUNMAMASI OLAYIN DERİNLİĞİNİN İŞARETİ

“Toplumsal bir çatışmanın fitilini ateşleyebilecek bir kışkırtmaya yol açabilmek amacıyla yapılan katliam için Gazi'nin seçilmesinin rastlantı olmadığı sonradan anlaşılacaktı” diyen Koluman açıklamasını şöyle sürdürdü: “Alevi kökenli yurttaşların yoğun olarak yaşadığı, kendi inançlarını gerçekleştirmek için Cemevini kendi olanaklarıyla kurduğu bir ortamda, çalıntı arabayla otomatik silah kullanan faillerin bugüne dek bulunmamaları da, olayın ne kadar 'derin' olduğunun işareti olarak algılanmalıdır. Hedef seçilen yerleri Alevi kökenli yurttaşlar işletmekteydi. Hedefleri arasında Cemevinin bulunması da, muhtemelen Maraş ve Madımak katliamı gibi bir sonuç elde etme amaçlı olduğunun işaretiydi.”

AİHM KARARI HATIRLATMASI

Gazi'de gerçekleşen katliamın ardından konunun yargıya intikal ettiğini hatırlatan Koluman, “20 polis hakkında dava açıldı. İstanbul'dan Trabzon'a taşınarak gözden kaçırılmaya çalışılan dava sonrasında polislerden 18'i aklandı, sadece ikisi 20 ay hapis cezası ile cezalandırıldı. Gazi Katliamı'na yol açtıkları iddiasıyla yargılanan polislerin davalarının, yargı sisteminin kadro ve mekan olarak çok güçlü olduğu varsayılan İstanbul gibi bir ilde değil de, Trabzon gibi bir taşra kentine nakledilmesi de davanın seyri açısından ilk işaretti. AİHM'nin yargılamanın adil yapılmadığına dair kararına rağmen, davanın yeniden görülmesinin bir türlü gerçekleşmemiş olması da bu katliamın unutturulmasına yönelik bir çabadır” dedi.

ESAS KATİLLER ORTAYA ÇIKARILMIYOR

Tarihe bir kara leke olarak düşmüş olan Gazi- Ümraniye Katliamlarını unutmak bir yana, sürekli olarak hatırlamaya ve topluma hatırlatmaya devam edeceklerini kaydeden Koluman, açıklamasının sonunda şunlara verdi: “Çünkü bu katliamın ucu, ülkemizdeki karanlık güç odaklarının her türden yasa dışı faaliyetlerinde karşımıza çıkmaktadır. Yaşadığımız ülkede meydana gelen birçok faili meçhul cinayetler benzer yöntemlerle yapılmıştır. Esas katillerin bulunup toplumun önüne çıkartılması ve yargılanması görevi bilinçli olarak hep savsaklanmıştır. Bu nedenle 16 yıl önce yaşadığımız Gazi-Ümraniye Katliamlarını perde arkasında organize edenler ile tetikçilerini kınıyor, katliamların araksındaki gerçek güçlerin ve sorumlularının açığa çıkartılarak cezalandırılmasını, AİHM kararına uyularak yeniden yargılamanın yapılmasını bekliyor ve bu talebimizin takipçisi olduğumuzu bir kez daha duyuruyoruz.”

Yapılan konuşmaların ardından kayıp yakınları 5 dakikalık oturma eylemi gerçekleştirdi.

ANF NEWS AGENCY

8 Mart 2011 Salı

'Git babanı hangi devlet almışsa ona sor…'

ANF
Özel / 10:04 / 08 Mart 2011
ADANA - Mehmet Gürkan bir köy muhtarıydı. 1994 yılında Bolu Dağ Komando Tugayı tarafından kaçırıldı. Yıllar sonra ortaya çıkan görgü tanıkları Gürkan’ın askeri helikopterden atıldığını söylediler. Gürkan ailesi, 'Git babanı hangi devlet almışsa ona sor' diyen Bolu Tugayı'nın cinayetini AİHM'e götürüyor.

Kürt coğrafyasında birçok sivili kaybederek katleden ve 90’lı yıllardan bu yana çok tartışılmasına rağmen halen görevde olan Bolu Dağ Komando Tugayı ile bir dosya daha AİHM’e gidiyor. AİHM’e gidecek olan dosyanın hikayesi ise Kürt coğrafyasında kayıpların adresinin hatta katledenlerin künyelerinin bilinmesine rağmen halen nasıl devlet tarafından koruma altına alındığına da ışık tutuyor.

Diyarbakır’ın Hani ilçesine bağlı Akçayurt köyü Muhtarı Mehmet Gürkan’ın köyleri 1993 yılında Türk ordu güçleri tarafından ‘PKK’ye yardım ve yataklık ediyor’ denilerek boşaltıldı ve yakıldı. Muhtar Mehmet Gürkan ve ailesi ise Adana’ya göç ettiler. Ancak, Mehmet Gürkan 1994 yılında resmi işler için köye geri döndü. Topçular Jandarma Karakolu’na bağlı askerler Gürkan’ın köye geldiğini öğrenince hemen gözaltına aldılar. Daha sonra ise aynı bölgede operasyon yapan Bolu Dağ Komando Tugayı’na teslim edildi.

Gürkan son olarak köye yakın bir yerde bulunan Damlatepe Mezrası mevkiinde çobanlar ve bazı köylüler tarafından helikoptere bindirilirken görüldü. O günden sonra ise Gürkan’dan bir daha haber alınamadı. O dönem Bolu Tugayı kimi gözaltına almışsa ya bir daha izini rastlanmamıştı yada bir çukurda cenazesi bulunmuştu.

GÜRKAN’IN HANGİ ‘DEVLET’ ALDI?

Oğlu Hikmet Gürkan ise köye gelerek babasını gözaltına alan Topçular Jandarma Karakolu giederek babasının ‘nerede’ olduğunu sormak istedi. Fakat, karakol komutanı tarafından "Git babanı hangi devlet almışsa ona sor" yanıtını verdi.

Daha sonrasını ise Gürkan şöyle anlatıyor: ‘’Babamı götüren Topçular Jandarma Karakoluna gidip komutanlardan babamı sordum. Ordaki rütbeliler bana 'Git babanı hangi devlet almışsa ona sor' yanıtını verdiler. Bende buna karşılık rutbelilere bende bir TC vatandaşı olarak soruyorum sizlere, bu ülkede kaç devlet var dediğimde beni karakoldan kovdular. Bana 'Git bir daha gelme buralara’ dediler” dedi.

Oğul Gürkan bölgedeki savaş atmosferi ve kendisininde kaybedilme ihtimaline karşı çaresizlik içinde geri döndü ancak arayışları hiç bir zaman bitmedi.

TANIKLAR YILLAR SONRA KONUŞTU...

Gürkan olayını gören ve tanıklık edenler 90’lı yılların ‘vahşet’ olarak adlandırılan atmosferinden korkarak konuşmadılar. Yıllar sonra yani 2001 yılında bildiklerini ve gördüklerini anlattılar. Görgü tanıkları Fehmi, Abdullah ve Hayriye Demir, Mehmet Gürkan'ı Bolu Komando Tuğayı askerleri tarafından helikoptere bindirildiğini gördüklerin uzaklaştıktan sonra ise Gürkan olduğunu sandıkları bir kişiyi aşağıya attıklarını ifade ettiler. Bunun üzerine Gürkan ailesi harekete geçerek hem karakol hakkında hem de Bolu Tugayı hakkında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılğı’na suç duyurusunda bulundu. Ancak aradan 10 yıl geçesine rağmen ne açılan soruşturmada bir adım ileri gidildi ne de bir sonuç çıktı.

‘AİHM’E GİDECEĞİZ’

Mehmet Gürkan'ın oğlu Hikmet Gürkan, Başbakan'a ve İçişleri Bakanlığı'na dilekçe ile başvruarak, babasının akıbetini sordu. Dilekçesinde, olayı ve yaşadıkları hukuksal süreci ayrıntıları ile anlatan Hikmet Gürkan, "Şu ana kadar görgü tanıklarına rağmen bir sonuç alamadık. Ben o dönemde görev yapan Topçular Jandarma Karakolu Komutanı ve Bolu Komando Tugayı askerlerinin başında bulunan komutanlardan şikayetçiyim. Babama ne yapıldığını araştırılık öğrenilmesini istiyorum" diye yazdı.

Ancak, oradan da ne bir sonuç ne de bir yazı geldi. Oğul Gürkan, yaşananlara isyan ederken, şunları söyledi: “Bu kişiler babamı alıp götürdüklerinden beri, aile içindeki huzursuzluk yok olmuştur. Babamın yaşayıp yaşamadığını 15 yıl sonra öğrendim. Babam hakında yıllardır dava açıyoruz, dilekçeler yazıyoruz fakat hiçbir şekilde sonuç alamıyoruz. Hep boynumuz bükük kalıyor. Artık babamın katillerin bulunmasını istiyoruz." Adalet aradığını ancak İçişleri Bakanlığı’nın bile bugüne kadar bir soruşturma yürütmediğine dikkat çeken Gürkan, olayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyacaklarını söyledi.

ANF NEWS AGENCY

3 Mart 2011 Perşembe

Cemil Kırbayır işkenceyle öldürüldü

ANF
08:22 / 04 Mart 2011
ANKARA - 12 Eylül darbesi sonrasında Kars’ta gözaltına alındıktan sonra “kaybolan” ve annesi 103 yaşındaki Berfo Kırbayır’ın yıllardır aradığı Cemil Kırbayır’la ilgili Meclis komisyonuna bilgi veren birlikte gözaltına alınan arkadaşları, “işkencede öldüğünü” söyledi.

Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun “gözaltında kayıplar”la ilgili oluşturduğu alt komisyon, Cemil Kırbayır’ın kardeşi Mikail Kırbayır ile Kırbayır ile beraber gözaltına alınan Zübeyit Çelik, Cengiz Kaya, Türkan Çiftçi ve Davut Aksu’nun bilgisine başvurdu.

Kırbayır’ın arkadaşları gözaltına alındıklarında “5 kişi” olduklarını, çıkışta “4 kişi” kaldıklarını, belirterek şunları anlattılar: “Ağır işkence yapıldı. Gözlerimiz bağlıydı ama birbirimizi duyabiliyorduk. Hepimize elektrik verildi. Sesinden anladığımız kadarıyla Kırbayır da aynı muameleye maruz kaldı. Bir ara Cemil, istifra etmek (kusmak) istedi. Kustuktan sonra bir daha sesini duymadık. Orada ölmüş olabilir. Çünkü daha sonra etrafa kan yayıldığını hissettik. Hemen arkasından ortalık yıkandı. Ondan sonra da po-lislerin kendi aralarında ‘nereye kaçmış olabilir, kaçmış’ gibi ifadeler kullandığını duyduk.”

Alt komisyonun, Kırbayır’ın bir arkadaşını “tanık” olarak dinlemek için Münih’e gideceği öğrenildi. Komisyon, Kars Valiliği’ne yazı yazarak, Kırbayır’ın hangi birim veya komutanlıkça gözaltına alındığını, o dönem bölgede görev yapan bekçiler ile rütbeli emniyet personelinin isim ve adreslerini istedi.

ANF NEWS AGENCY