26 Aralık 2010 Pazar

Neredesin sen?

26.12.2010
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1034029&Date=26.12.2010&CategoryID=77

Türkiye gözaltında kaybolan bini aşkın kişiyi unuttu.

Neredesin sen?
Hevi, elinde babaannesi Asiye’nin resmini sımsıkı tutuyor. Karşı uçtaki babasını gösterirken “İşte orada” diyor, “Orhan Cingöz’ün yanında.” Hevi aslında, 1995 yılında kaybedilen Orhan Cingöz’ün son fotoğrafını kastediyor. Orhan Cingöz’ün yanındaki kişi, Hevi’nin babası Kadri. Kadri’nin elinde, yeniyetme bir gülücükle bakan, kardeşi Seyhan’ın resmi var. Seyhan; Orhan Cingöz’le aynı yıl Dargeçit’te gözaltında kaybedildiğinde 13 yaşındaydı.

Hevi’den topu topu iki yaş büyüktü. Hevi, amcası Seyhan’ı hiç tanımadı. Şimdi elinde resmini tuttuğu babaannesi Asiye, kırık dökük bir Türkçe ile oğlunu aradı, ‘Cumartesi Annesi’ oldu ve bu uğurda işkence gördü. Asiye Doğan, torunu Hevi’nin doğumundan üç yıl sonra, oğlunun izine bile kavuşamadan öldü. Sonra Hevi’nin dedesi... Hevi dün Galatasaray Meydanı’ndaki 300. Cumartesi Anneleri buluşmasına, ardında böyle bir öyküyle geldi. Adalet arayışı, babaannesinden mirastı. Ve Hevi’nin Türkçesi ‘Umut’tu.

Randevu 1999 yılından bu yana, tam 300 haftadır hiç değişmeyen saatinde, 12.00’deydi. Ak yazmalı ve entarili kadınlar, sakalı uzamış kardeşler ve saçı ağarmış babalar her köşebaşından çıkıp geldi. Ellerindeki siyah-beyaz ve sararmış fotoğraflara bakılırsa, ta 1915’ten beri 90 yıllık bir ‘serüveni’ paylaşan yol arkadaşlarını andırıyorlardı. Ermeni tehcir ve kırımının kayıpları, 1948’de öldürülen yazar Sebahattin Ali’nin fotoğrafıyla yan yanaydı. Sebahattin Ali’nini fotoğrafıysa, Karslı Cemil Kırbayır’a el veriyordu.

Palabıyılkı bir gençti, Kırbayır. Altı kardeşin küçüğü. Göle’de, Dev-Genç’li bir solcuydu. 13 Eylül’de gözaltına alındı, 8 Ekim’de, cesedi bile bulunmayacak biçimde yok edildi. Ağabeyi Mikail’e göre, o gün arkadaşları Cemil’in bağrışlarını işitmişler. Sonra ses kesilmiş. Mikail, “Kaçtı dediler, adını firar koydular” diyor. Mikail’in hemen arkasında, gazeteci Faruk Eren var. O, 21 Kasım 1980’de gözaltına alınıp kaybedilen ağabeyi Hayrettin’i arıyor. Hasköylü Hayrettin, Cemil Kırbayır gibi, mezarsız ölülere eklendiğinde, 26 yaşındaydı.

Bahçeci’nin kayıp yıldönümü 
Umut Bahçeçi, “Böyle bir yürek yok edildi” derken, 24 Araık 1994’e İstanbul Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınıp kaybedilen ağabeyi İsmail’i kastediyor. İsmail’in kayıp yıldönümü bugün... Sonra ağabeyinin karikatürlerini gösteriyor. Birinde, küllükten çiçekler fışkırtıyor İsmail, diğerinde, ağzında zeytin dalı olan bir güvercini vurulmuş çiziyor. Gazeteci Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, Bahçeci’nin elindeki ‘ölü güvercine bakıyor. Dink de adalet istiyor. “Birileri işitsin” diyor.

İğneada’da, 2004’te, gittiği tatilde ‘kayıplara karışan’ Tolga Balkal Ceylan’ın annesi Kadriye, oğlu için “İkinci Sabahattin Âli vakası” benzetmesini yapıyor. Sonra, Cumartesi Anneleri için, “Onlar kim bilmiyorum” diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sitem ediyor. “Biz anneyiz” diyor Kadriye Ceylan, “Holding sahibi değiliz diye mi görüşmüyorsunuz?”

Hasan Taşkaya, Siverek’te, 1993’te gün ortası gözaltına alındığı günden beri kayıp... Sultan Taşkaya, dört çocuk babası eşi için hâlâ, “Kimseye zararı yoktur” diyor. Belki bir haber çıkar diye, 18 yıldır televizyon başındaymış. Ne mi istiyor: “Kemiklerini bana göstersinler.”


Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’la başlayan süreç
Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç, birer gün arayla, 20 ve 21 Mart 1995’te kaybedilmişlerdi. Bu iki kurban, kayıp mücadelesinin simgesiydiler. Cumartesi Anneleri’ne varan süreç, Ocak ve Karakoç’la başlamıştı. Karakoç ve Ocak ailelerinin, diğer ailelerden tek ‘şanslı’ yönü varsa, o da çiçek bırakabildikleri bir mezarın olmasıydı. Rıdvan Karakoç’un ağabeyi Hasan, “Böyle şanslı bir insan olmak ister miydiniz?” diye soruyor.

Karakoç ve diğer bütün aileler bir Hakikat Komisyonu kurulmasını, darbecilerin yargılanmasını, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasını istiyordu ki bu isteklerinde yalnız değildiler. Radikal yazarları Oral Çalışlar, Yıldırım Türker ve Sırrı Süreyya Önder, Vatan yazarı Ruşen Çakır, Habertürk yazarı Balçiçek Pamir, eski milletvekili Mahmut Alınak ve müzisyen Pınar Sağ da yanlarındaydı.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Cumartesi Anneleri 15 yıldır adalet arıyor

Cumartesi Anneleri 15 yıldır adalet arıyor

25.12.2010
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1033956&Date=25.12.2010&CategoryID=99

Cumartesi Anneleri'nin Galatasaray'daki oturma eylemlerinin bugün 300'üncü haftası. Anneler, babalar, kardeşler, torunlar gözaltına alınıp kaybedilen sevdiklerinin akıbetini soruyor.

“Ceset yoksa cinayet de yoktur” diye düşünen birçok despot iktidar, muhaliflerini, tehlikeli gördükleri insanları kaybetmeyi bir yöntem olarak benimsedi. Hitler’in ünlü ‘Gece ve Sis’ kararnamesiyle 1941’de Avrupa’nın çeşitli kentlerinden binlerce Nazi karşıtı gözaltına alındı, trenlere bindirildi ve kendilerinden bir daha haber alınamadı. Ya da Arjantin cuntası, 30 bine yakın insanın çoğunu uçaklardan okyanusa atarak kaybetti.
Ne yazık ki filmlerden, kitaplardan öğrendiğimiz bu alçak yöntem bize hiç de yabancı değil. Daha Naziler ortada yokken, 1915’te imparatorluğun başkentinde 220 Ermeni aydını bir gecede gözaltına alındı. Aralarında Meclis-i Mebusan üyeleri bile vardı. 220 kişiden 81’inin öldüğü tespit edildi/açıklandı. 139 kişinin ne olduğu ise hâlâ bilinmiyor.
Gözaltında kayıp olaylarının cumhuriyet döneminde de muhaliflere, farklı kimlik aidiyetlerine sahip insanlara karşı bir devlet politikası olarak izlendiği artık birtakım emekli yetkililer tarafından açıkça söyleniyor.
Türkiye’de gözaltında kaybedilme olaylarının yaygınlaşması, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından başladı. Askeri darbenin hemen ardından Cemil Kırbayır, Hayrettin Eren, Nurettin Yedigöl gibi solcu gençler gözaltına alındı. Bu gençlerden bir daha haber alınamadı. Ancak esas felaket ‘demokrasi döneminde’ yaşandı. 1990’larda özellikle OHAL Bölgesi’nde yüzlerce kişi kayboldu. (İHD’ye 1000’e yakın kayıp başvurusu vardır.)

Eyleme başlarken
Gözaltına alındıktan sonra Hasan Ocak’ın ardından Rıdvan Karakoç’un işkence edilmiş bedenlerinin bulunması üzerine bir grup insan hakları savunucusu ve kayıp yakını 27 Mayıs 1995’te Galatasaray Lisesi’nin önünde “Gözaltında kayıpların akıbeti açıklansın, sorumluları yargılansın ve bu topraklarda bir daha hiç kimse kaybedilmesin” talebiyle sessiz oturma eylemini başlattı. Grup, ‘Cumartesi Anneleri’ adını aldı. Eylem kısa sürede kamuoyunda büyük yankı buldu. Aydınlar, sanatçılar sivil toplum örgütleri Cumartesi Anneleri’ne destek vermeye başladı. Artık onlar Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları olarak anılıyordu.
Ne var ki bu sessiz eyleme bile tahammül edilemedi. 15 Ağustos 1998’de başlayan polis saldırısı ve gözaltılar, 13 Mart 1999’a kadar sürdü. Toplam 1093 kişi gözaltına alındı. Kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları daha Galatasaray’a gitmeden yolda, hatta kafelerde dövülerek gözaltına alınmaya başlandı. Baskıların sürmesi üzerine Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları, 200. haftadan itibaren oturma eylemine ara verdi.
Kayıp yakınlarının hukuk mücadelesinde ise birçok sorunla karşılaşıldı. Suç duyuruları ya yüzlerine fırlatıldı ya da savcılığın tozlu raflarına terk edildi. Tanıklar adliye kapılarından kovuldu ve ifadeleri kayda değer bulunmadı. İnsanlığa karşı işlenen bu suçlar devletin çeşitli kademelerdeki görevliler tarafından açıkça korundu, desteklendi, övüldü. ‘Hukuk’ failler için değil, adalet arayanların, gerçekleri dile getirenlerin cezalandırılması için işletildi.

İtiraflar
Galatasaray’da oturmalara ara verilmesinin üzerinden 10 yıl geçti. Bu 10 yılda birçok kayıp davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi suçlu buldu ve mahkûm etti. Faillerin isimleri dava dosyalarında, AİHM kararlarında geçti.
Devlet bağlantılı Yıldırım Beğler, Abdulkadir Aygan, Tuncay Güney gibi isimler gözaltında kaybedilen insanların, işkencehanelere götürdüklerini, ardından kalorifer kazanlarında yakıldıklarını, asit kuyularına, çukurlara, derelere ve toplu mezarlara gömüldüklerini krokileriyle anlatıp itiraflarda bulundu.  
Cinayetlerin faillerine ilişkin isimleriyle birlikte bilgiler de verdiler. Adresleri gösterilen yerlerde kemikler çıkmaya başladı.
Sadece hükümete karşı darbe teşebbüsüyle sınırlandırılan ‘Ergenekon Davası’nda yargılanan bazı askerlerin, gözaltında kayıp dosyalarında, tanık ifadelerinde, JİTEM elemanlarının itiraflarında adının geçmiş olması bir umut oldu. Bu gelişmeler üzerine, kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları, 31 Ocak 2009 tarihinde İstanbul, Galatasaray Meydanı’nda ve Diyarbakır Koşuyolu Parkı’nda her cumartesi, saat 12.00’de tekrar ‘oturmaya’ başladı. Talepleri yine aynıydı: Evlatlarının, sevdiklerinin başına neler geldiğini öğrenmek ‘ve’ fail ve sorumlularının yargı önüne çıkarılması.
Faili meçhul cinayetler ve kayıplarla ilgili bilgiler medyada yer almaya başladı.  Böylelikle kamuoyu bu korkunç gerçekle yüzleşmeye başladı.  
27 Eylül 2009 günü dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bir gazeteye “Devlet, ‘devlet politikası olarak’ adam öldürür”; Koramiral Atilla Kıyat da 2 Ağustos 2010 günü bir televizyon programında, “Failli meçhuller, gözaltında kayıplar bir devlet politikasıydı” dedi.
Bu itirafların gelmesi de hükümetin tutumunu değiştirmedi. Yine de birkaç soruşturma ve dava dışında faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların, işkencelerin failleri ve olaylar yargı önüne getirilemedi.
Cumartesi Anneleri, “Ben onların ne iş yaptığını bilmiyorum” demesine rağmen Başbakan Erdoğan’a Galatasaray Meydanı’ndan ısrarla oğullarının akıbetini sormayı sürdürdü.
Uruguaylı ünlü yazar Eduardo Galeano kayıplar için ‘mezarsız ölüler’ der. Bu ülkede yüzlerce anne-baba, kardeş, eş, çocuk yakınlarına ne olduğunu bilmiyor. Mezarları olmadığı için yas da tutamıyor. Yüreklerinde bir mezarla yaşıyor. Başbakan’ın, “Kullanılıyorlar” iması yaptığı Cumartesi Anneleri’nden, “Bari çiçeklerle donatacağım bir mezar olsaydı” diyen Elmas Eren mi, 103 yaşındaki Berfo Kırbayır mı, Hanım Tosun mu, Erdoğan Alpsoy mu, Kadiriye Ceylan mı, Fatma Morsümbül mü, Sultan Taşkaya mı kullanılıyor?
“Yaradılanı yaratandan dolayı seven” Başbakan, daha önce kendi koltuğunda oturanların kaybettiklerinin yakınlarına, ‘dua edebilecekleri mezarları bile’ çok görüyor.

28 Şubat’ın unutulan mağdurları Son bir not da 28 Şubat tartışmaları üzerine. 28 Şubat’ın bir darbe mi, ‘post modern darbe mi’, ‘cumhuriyetin kendini koruma refleksi’ mi olduğu tartışıldı her yıldönümünde. Mağduriyetler anlatıldı. Cumartesi Anneleri’nden kimse söz etmedi bu tartışmalarda. Oysa, kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları da bu dönemin en büyük mağdurlarındandı. O süreçte, yine onların kanı döküldü. Annelerin oturma eylemleri tehditle, copla ve gözaltılarla bu süreçte daha fazla kesintiye uğratıldı. Oturma eyleminin en büyük destekçisi İnsan Hakları Derneği’nin Genel Başkanı Akın Birdal alçak bir saldırıdan rastlantıyla kurtuldu.
Evet, Cumartesi Anneleri hâlâ Galatasaray’da sessizce oturuyor. Uzun bir süre ne gazetelerin büyük bölümü, ne televizyonlar gördü onları. Sadece hemen yanı başlarında duran çevik kuvvet polisleri, yoldan geçen meraklılar ve şaşkınlık içinde kameralarının deklanşörlerine basan turistlerin ilgilerini çektiler.
15 yıl sonra, 300. haftada talep aynı: “Kayıplara ne olduğunu bilmek ve bir mezarlarının olmasını istemek...”
Yukarıdaki satırlarda anlatageldiğimiz kirli tarihten de açıkça anla-
şıldığı gibi,  aslında kayıplara ne olduğunu herkes biliyor. İstenen şey, ne öç alma ne intikam.
Çok basit. Evrensel hukuka uygun adaletin tecellisi, sorumluların yargılanarak cezalandırılması ve bir mezarlarının olması...
Leman Yurtsever, Sebla Arcan: İnsan hakları savunucusu. Faruk Eren: Kayıp yakını

24 Aralık 2010 Cuma

Cumartesi Anneleri 300. hafta Oturma Eylemi

27 Mayıs 1995 ve 13 Mart1999 tarihleri arasında 200 hafta her Cumartesi Galatasaray Meydanı'ndan kamu vicdanına seslendik ve 200. haftadan sonra oturmalarımıza ara verdik. Hukuk mücadelemiz ise, hep devam etti.
10 yıl aradan sonra Cumartesi anneleri ve insan hakları savunucuları olarak, resmi ağızlardan itirafların gelmesi, Jitem elemanlarının adres gösterdikleri asit kuyularında, derelerde, çukurlarda, gözaltında kaybedilen ev...latlarımıza, sevdiklerimize ait kemiklerin bulunması, Ergenekon davası kapsamında yargılanan bazı isimlerin gözaltında kaybedilen yakınlarımızın failleri arasında olması nedeniyle 31 Ocak 2009 Cumartesi günü yeniden Galatasaray Meydanı'nda oturmaya başladık.

25 Aralık 2010 Cumartesi günü 300. oturmamızı gerçekleştireceğiz.

Sizlerden, sesiz çığlığımızı daha da güçlü duyurmak için 25 Aralık 2010 Cumartesi günü saat 12.00’de Galatasaray meydanında bize katılmanızı ve bizi desteklemenizi diliyoruz.

İnsan Hakları Derneği
İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon

23 Aralık 2010 Perşembe

Arjantin:Diktatör Videla ve 31 askeri cunta görevlisine müebbet hapis cezası verildi

Arjantin:Diktatör Videla ve 31 askeri cunta görevlisine müebbet hapis cezası verildi

http://lahy.wordpress.com/2010/12/23/arjantindiktator-videla-ve-31-askeri-cunta-gorevlisine-muebbet-hapis-cezasi-verildi/

23/12/2010
Buenos Aires: Salı günü, bir federal mahkeme üç gizli gözaltı merkezinde işlenen 181 suçtan dolayı askeri cunta döneminin 12  görevlisine müebbet hapis cezası verdi. Cordoba ve Mar del Plata şehirlerinde ki mahkemeler de insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı  19 eski subay ve polis memuruna müebbet hapis cezaları verdi.

Askeri Cunta’nın başını çeken diktatör Jorge Rafael Videla Cordoba şehrinde yargılandığı 1.nolu mahkeme tarafından Çarşamba günü  insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, 85 yaşındaki Videla’nın cezasını, yaşından dolayı evinde değil de hapishane de çekmesine karar verdi.
General Videla merhametsiz ve acımasız biri olarak tanınıyor. 1977′de yapılan bir basın toplantısı sırasında, ”Kayıplar, kayıplardır. Ne yaşıyorlar ne de ölüler, kayıplar” demişdi. Videla bugüne kadar işlenen süçlardan dolayı bir pişmanlık bildiriminde bulunmadı.

Cordoba da ki mahkeme 1975-1979 yılları arasında sol görüşlü örgütlere karşı operasyonları yöneten yüksek rütbeli subaylardan Luciano Benjamín Menéndez’i Videla ile birlikte 31 tutuklunun kurşuna dizilmesinden dolayı müebbet hapis cezasına çarptırdı. 14 sanık daha aynı suçlardan dolayı müebbet hapis cezası aldı.

Buenos Aires’de bulunan 2.nolu federal mahkeme, 12 müebbet hapis cezası ile birlikte,  ayrıca 4 görevliye   25′er yıl hapis cezası verirken, bir sanığın da beraatine karar verdi.
En ağır ceza eski polis memuru  ”Türk Julian” lakabıyla tanınan Julio Simón’a verildi. Simon, daha önce de,  2006 yılında, ”af yasasının” iptalinden sonra yargılanan ilk kişi olarak, 1978 yılında bir karı-koca’nın  gözaltında kayıbından dolayı 25 yıl hapis cezasına çarptırılmışdı.
Müebbet hapis cezası alanlar:  eski polis memurları Samuel Miara, Raúl González, Juan Avena, Eduardo Kalinec, Jorge Uballes, Luis Donocik, Oscar Rolón ve Roberto Rosa, eskiden subay olan Enrique Del Pino ve dönemin jandarma görevlileri Eugenio Apestegui ve Guillermo Cardozo.
Kararın okunmasından sonra mahkeme önünde  hazır bulunan politik ve insan hakları örgütlerinin savunucuları müzikli bir kutlama düzenlediler. 13 ay süren yargılama boyunca askeri diktatörlük döneminde (1976-1983),  Club Atlético, Banco ve Olimpo gizli gözaltı merkezlerinde tutulan 1.500 kişiye karşı işlenen 181 ayrı suç incelendi.
Mar del Plata’da Salı günü sonuçlanan diğer bir mahkeme de ise  üç eski asker insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Sanıklar Buenos Aires’in 400.km uzağında bulunan bir deniz üssünde bulunan yasadışı bir hapishane de işlenen suçlardan dolayı yargılandı.
Arjantin’de diktatörlük döneminde  30.000 kişi kayıp edildi. (EFE ve diğer haber kaynakları)

Protestocu öğrenciler şimdi neredeler?

Protestocu öğrenciler şimdi neredeler?

Sabah yazarı Emre Aköz, 16 Aralık tarihli (ODTÜ’lü sosyalistlere yakışan oyun: Uzuneşek) başlıklı yazısında “Yüzleri hiç kızarmadan parasız eğitim isteyen” öğrencilere bir de soru yöneltmişti:

“Bu protestocu öğrencilerin 10 yıl sonraki hallerini çok merak ediyorum. Sosyalistlik oynadıkları için, kapitalizmin göbeğinde sermayeye karşılar ya… Bakalım 10 yıl sonra nerelerde olacaklar?”

Parasız eğitim talebini bir yüz kızarma nedeni olarak gören Sabah yazarının “günün şartları” nedeniyle yaşadığı fikri değişimi, kendi eğitim ve öğrenimi nedeniyle devlete ne kadar borcu olduğunu hesaplayarak göstermeye çalışmıştım. Günümüzün protestocu, politize öğrencilerinin on yıl sonra ne olacağını bilemem elbette ama bir zamanların aktif politik üniversite öğrencilerinin akıbetiyle ilgili bir örnek verebilirim.

***

Milliyet gazetesinin çok yerinde ve faydalı bir hizmeti var. Geçmişten bugüne çıkan bütün sayılarını toplayıp taramışlar ve dijital ortama geçirmişler. Sistemin en güzel tarafı, basılan gazeteleri bire bir o zamanki halleriyle görebilmek. Mizanpajlarından kullanılan dile, sonradan aslını astarını öğrendiğimiz bazı meselelere nasıl yaklaştığına kadar her açıdan ilgi çekici buluyor. Ne zaman başım sıkışsa, aklıma bir şey takılsa yararlanıyorum. Mesela “1996’da aldığım ilk maaş, acaba o zamanlar kaç dolara tekabül ediyordu” diye merak ettiğim zaman, hemen gazetenin ilgili sayısını bulup oradaki döviz kurlarına bakarak hesabımı yapabiliyorum. Tabii bir kere girdikten sonra da, kâh o kupüre basarak, kâh orada gördüğüm bir konunun sonrasını ya da öncesini merak ederek ileri geri gidiyorum.

Geçen gün, bir vesileyle, 1991 yılındaki memur maaşları ve o günün döviz kurunu öğrenmem gerekti. Neden diye sormayın. Maaş zamlarını aratınca, karşıma daha çok eylül ayına ilişkin gazeteler çıktı, ben öğreneceğimi öğrendim ama daha önce de anlattığım gibi sayfalar ve de sayılar arasında dolaşmaya başladım.

Tesadüfen, hareketli bir döneme denk gelmiştim. 20 Ekim 1991’deki, sonucundan DYP-SHP koalisyonu çıkacak olan genel seçimlerden bir ay öncesi, sayfaları siyasilerin demeçleri, birbirleri hakkındaki iddiaları kaplıyordu. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’ın da ortağı olduğu (ve sonra sanırım çırak çıkarıldığı) ilk özel televizyon kanalı Magic Box Star 1 hakkında yoğun bir anti propaganda vardı mesela. Diğer yandan SHP genel başkanı Erdal İnönü de, günde iki saat yayın yapacak bir SHP TV için girişimlerde bulunduklarını söylemişti ki ona biraz tebessüm ettim. Aradan 20 yıl geçtikten sonra CHP’nin dolaylı bağlantılı olduğu kanallar vareste, Halk TV ile anca yarışa katılması biraz komik geldi.

Ama beni bunu yazmaya iten sebep bunların hiçbiri değil.

Gazetenin 21 Eylül 1991 tarihli sayısının baş sayfasında bir kutu haber ilişti gözüme. Yaklaşan genel seçimle ilgili olarak teybini öğrencilere uzatan Milliyet muhabiri Kürşat Yılmaz, 9. sayfada ‘Oy verecek partimiz yok’ başlığını attıran yazısının baş sayfadaki anons kutusuna “Öğrenciler: ‘Bize Göre Parti Yok’ şeklinde yazmış ve dört üniversite öğrencisinin, fotoğraflarıyla birlikte görüşlerine yer vermişti.

Şimdi utanarak itiraf ediyorum ki, söz konusu fotoğrafları o sırada yanı başımda bulunan Uğur Gürsoy’a göstererek, üniversite öğrencisinin giyiminin ve kuaförünün bugüne kıyasla o zamanlar ne kadar farklı olduğunu söyledim. Utanmamın sebebini birazdan anlayacaksınız. Uğur Gürsoy, gösterdiğim öğrencilerin fotoğraflarına bakarak “Şimdi ne yapıyordur acaba bunlar?” diye sordu. Eh, cevabını bulması kolaydı, sonuçta artık elimizin altında Google vardı, öyle değil mi?

Görüşü alınan öğrencilerden, o dönemde Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi ve İstanbul Öğrenci Dernekleri Federasyonu üyesi Erdem Kocabaş’ı arayarak başladım. 1991 yılında Milliyet’e “Partiler arasında fark yok” diyen Erdem Kocabaş, okulunu bitirmiş hatta ihtisasına devam etmişti, anladığımız kadarıyla bir bilişim şirketinde çalışıyordu. Bir isim benzerliği ihtimaline karşın kendisiyle temasa geçtik ve gerçekten söz konusu haberdeki Erdem Kocabaş olduğunu memnuniyetle öğrendik. Neden mi memnuniyetle? Zira kendisiyle temasa, ancak diğer üç ismi de Google’ladıktan sonra karar vermiştik.

Dört öğrenciden ikincisi, Edebiyat Fakültesi Öğrenci Derneği’nden Neslihan Uslu’ydu. “Hiçbiri öğrenci sorunlarını bilmiyor” şeklinde, bugün de altına hemen her öğrencinin imzasını atacağı bir görüş belirten Uslu’yu aradığımızda, yüzümüzdeki tebessüm ansızın donuverdi.

Neslihan Uslu, iddialara göre 90’ların ikinci yarısında gözaltına alınmış ancak kendisinin gözaltına alındığı resmi makamlarca inkâr edilmişti. Yürüyüş dergisinde yer alan haberde, eski bir kontrgerilla elemanı, Neslihan Uslu’nun da aralarında bulunduğu dört kişinin işkence yapıldıktan sonra kolları bacakları kırılarak bir tekneye koyulduğu ve teknenin de Seferihisar açıklarında batırıldığı iddia ediliyordu.

Haberdeki üçüncü öğrenci Soner Gül’dü. Milliyet gazetesine seçimle ilgili “Sorun çok-çözemeye niyetleri yok” şeklinde beyanat verdikten çok değil yedi ay sonra, 5 Mayıs 1992’de kayboldu. Adını arattığımda karşıma Cumartesi Anneleri’yle ilgili haberler çıktı. Ve onlardan birinde, Soner Gül’ün hikâyesi anlatılıyordu. Kaybolan Soner Gül’ün ağabeyi, kardeşini kendi kişisel ilişkileriyle aramış, önce Bayrampaşa polis karakoluna sonra da siyasi şubeye götürüldüğünü öğrenmişti ama yetkililer Soner Gül’ü gözaltına aldıklarını inkâr ettiler. Soner Gül hâlâ kayıp.

Son öğrenci Kazım Gülbağ, İstanbul Yüksek Öğrenim Öğrenci Derneği’ndendi ve “Düzen partilerine oy yok” demişti teyp kendisine uzatıldığında. İsminin bir kez daha gazete sayfalarında yer alması için aradan on yıl geçecekti. 19 Aralık’ta Türkiye’deki 20 cezaevine birden yapılan ve 30 tutuklunun ölümüyle sonuçlanan “Hayata Dönüş” operasyonunu protesto etmek için Nisan 2001’de kendisini yakmıştı Gülbağ.

Yukarıda isimlerini saydığım dört üniversite öğrencisi, bir zamanlar seslerini duyurmak için dernek çalışmalarına katılmışlar, hayatlarını şekillendiren politikalara karşı belli bir tavır almışlar. Nasılını nedenini ayrıca incelemek gerekir ve yirmi yıl sonrasından benim bu konuda bir yargıda bulunmam hayli abes kaçacaktır ama öylesine açılan bir gazete sayfasında, kendisinden görüş alınan dört öğrenciden üçünün doğal olmayan yollarla hayatını kaybetmiş ya da halen kayıp olması sanırım üzerinde durmaya yeterince değer bir durum.

Her şeyden önce, bütün kayıpların, “12 Eylül dönemi bitti, artık konuşan Türkiye var” diyerek iş başına gelen DYP-SHP koalisyonundan sonra gerçekleşmesi açısından anlamlı. Demokrasi ve halka özgürlük mücadelesi verdiklerini, 12 Eylül’de yüreklerinin sıkıştığını anlatanların, o dönemde Başbakan’a danışmanlık yapmış olması açısından anlamlı. Annelerin babaların “Evladım etliye sütlüye karışmadan okuluna git, evine dön, herkes kendini kurtarır bir sen kalırsın ortada bak” diye verdikleri öğütleri maalesef haklı çıkarması açısından anlamlı. Ve son olarak 12 Eylül’ün ne 1987 referandumunda siyasi yasakların kalkmasıyla ne de 1991’deki iktidar değişikliğiyle bitmediğini göstermesi açısından anlamlı.

Ve son olarak, ülkenin geleceği üzerine, yaşayacağı hayatın tasarımı üzerine söz söylemeye kalkan, inisiyatif almaya niyetlenen dört gençten üçünün de zamanla bu mücadelelerini yasal zeminde sürdüremeyerek yasa dışına itilmeleri ve kendi trajik sonlarıyla yüzleşmeleri açısından anlamlı.

Peki bugün hükümeti protesto eden üniversite öğrencileri? Anayasa Komisyonu Başkanı’nın elinde hiçbir belge ve bilgi olmadan “Ergenekoncu” diye suçladığı, ellerinde bir tek Molotof kokteyli olmadığı halde Başbakan’ın “Molotof kokteyli atan” diye tanımladığı, hükümetin ağızbirliği etmişçesine arkalarında yasadışı terör örgütleri aramaya kalktığı öğrenciler… Umarım bundan yirmi yıl sonra, internet başında eğlenen bir başka şahıs, “A şu eylemde yumurta atan şimdi ne yapıyor acaba lan?” merakıyla arama yaptığında benim karşıma çıkan sonuçlarla karşılaşmaz.


Barış Uygur/habervesaire

20 Aralık 2010 Pazartesi

Kayıp Özgürlük (2009)

Kayıp Özgürlük

Yapımcılığını Özlem Turan’ın, yönetmenliğini Umur Hozatlı’nın yaptığı Kayıp Özgürlük filmi, 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali Özel Bölüm’de gösteriliyor.
2010 Türkiye yapımı olan ve Türkçe-Kürtçe çekilen film, 1990’lı yıllarda özellikle Kürt Bölgesi ile Marmara Bölgesi’nde etkin olan Türk kontrgerilla örgütü JİTEM’in faaliyetlerinden bir kesit sunuyor.
JİTEM itirafçılarının ifadeleri ile devlet kaynaklı raporlara dayanılarak çekilen filmin senaryosunu Umur Hozatlı yazdı.
2011 yılının kış aylarında Türkiye ve Avrupa’da vizyona girecek olan Kayıp Özgürlük, Dünya Prömiyeri’ni de Altın Portakal’da yapıyor.
Kayıp Özgürlük’ün Altın Portakal Özel Gösterim tarih, saat ve salon bilgileri şöyle:
9 Ekim Saat 14:00 Özdilek Park AVM Cinetime Salon 3 (Prömiyer-Film ekibiyle söyleşi)
10 Ekim Saat 20:00 Burdur Salon
13 Ekim Saat 17:00 Akşin Plaza Salon 2
FİLMİN ÖZETİ
1990’lı yılların ortalarında İstanbul’da bir sabah, Deniz Şahin adlı bir genç, silahlı ve sivil kişiler tarafından evinin bulunduğu sokakta kaçırılır. Gencin götürüldüğü yer JİTEM adlı kontrgerilla örgütünün sorgu merkezi, kaçıranlar ise JİTEM timidir. Timin amacı, örgüt üyesi olmakla suçladıkları Deniz Şahin’den örgütün faaliyetlerine ilişkin bilgi almaktır…
Üç hafta boyunca işkence yaptıkları Deniz Şahin’den bilgi alamayan JİTEM şefi Kemal ve ekibi, elde ettikleri yeni bir istihbarat sonucunda, örgütün para kuryesi olarak suçlanan Liceli’yi kaçırırlar. Aynı sorgu üssünde uzun süre yaptıkları işkencelerde Liceli’yi çözemeyen JİTEM ekibi bu kez Liceli’nin 17 yaşındaki kız kardeşi Lili’yi kaçırıp ağabeyine karşı kullanırlar.
Asıl ”hikaye” bundan sonra başlar…
KAYIP ÖZGÜRLÜK (KÜNYE)
Senaryo & Yönetmen UMUR HOZATLI Yapımcı ÖZLEM TURAN Yönetmen Yardımcıları SERHAT HALİS & ALİ RIZA GÜLER Yapım Koordinatörü ŞERİF ŞİYAR AKYAPI Görüntü Yönetmeni HÜSEYİN MAZLUM KARAMAN Sanat Yönetmeni KEZBAN BOZAN Kostüm ELİF AYAZ Kurgu AYTEKİN BİRKON Müzik NAİL YURTSEVER Işık BERZAN YÜCEL Ses ORÇİN İNCEOĞLU
KAYIP ÖZGÜRLÜK (OYUNCULAR)
Serdar KAVAK, Vedat PERÇİN, Musa YILDIRIM, Öznur KULA, Ömer ŞAHİN, Mehmet ÜNAL,
Aysun AKGÜN, Tayfur AYDIN, İbrahim TURGAY, Baran DEMİR, Mustafa Diyar DEMİRSOY,
Koray TARHAN, Selahattin GÜLTEKİN, Cemal TAŞ, Ali Rıza ŞAHİN, Gül KEM, Aydın ORAK,
Hatice DOĞAN, Senar TANRITANIR, Sinan AYDIN, Halime AYDOĞAN…
Y A P I M N O T L A R I
1- Kayıp Özgürlük filmi; JİTEM kurucularından Binbaşı Cem Ersever, JİTEM itirafçıları Abdülkadir Aygan, Derya Ege, Serhat Ege ve İdris Özer’in anlatımları ile gözaltında kaybedilmek üzereyken kurtulan Ayhan Uzala’nın “Bir Kayıp’ın Ölüm Güncesi” adlı kitabı ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Susurluk Raporu’na dayanılarak çekildi.
2- İnsan hakları için bir film olan Kayıp Özgürlük’ün renk konsepti, filmin anti-militarist yapısı uyarınca haki renk (asker yeşili) ağırlıklı bir yapıya sahip.
3- Çekimler İstanbul ve çevresinde toplam 17 işgününde tamamlandı.
4- Çekimler 45 kişilik bir ekiple yapıldı.
5- Filmin oyuncu kadrosu tiyatroculardan ve amatör oyunculardan oluşturuldu.
6- Film, yapımcı ve yönetmenin bireysel bütçesi ve oyuncular ile teknik ekibin kolektif katılımıyla çekildi.
7- Kayıp Özgürlük, Umur Hozatlı’nın ilk uzun metraj sinema filmi.
T E K N İ K B İ L G İ L E R
Filmin Adı : Kayıp Özgürlük
Yapım Yılı : 2010 Türkiye
Dili : Türkçe & Kürtçe
Süresi : 91 Dakika
Çekim Formatı : HD
Gösterim Formatı : 35mm
UMUR HOZATLI (Biyografi)
1969 yılında Tunceli’de (Dersim) doğdu. İlkokul mezunu. 1992 yılında gazeteciliğe başladı. Özgür Gündem, Özgür Ülke, Yeni Politika, Demokrasi, Özgür Bakış ve Yeni Gündem gazetelerinde muhabirlik, editörlük ve köşe yazarlığı yaptı.
1993 yılında Kürt meselesiyle ilgili yazdığı bir yazı nedeniyle Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 3 yıl 9 ay hapis ve 400 milyon lira para cezasına çarptırıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu davada yazarı haklı buldu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tazminat ödemeye mahkum etti.
Hozatlı, 1997′de düzenlenen MKM Film Öyküsü Yarışması’nın Kürtçe dalında yazdığı “Serfiraz” adlı öyküsüyle Jüri Özel Ödülü’ne, aynı yıl açıklanan Helsinki İzleme Komitesi Hellman Hammet Basın Özgürlüğü Ödülü’ne layık görüldü.
Türkiye, Avrupa ve Irak’ta yayın yapan özel televizyon kanalları için programlar yapan Umur Hozatlı’nın “Kalbimin Her Yanı” adlı bir kitabı bulunuyor.
“Kayıp Özgürlük”, Umur Hozatlı’nın ilk uzun metraj sinema filmi.

6th International Conference Against Disappearances 9th – 12th December 2010, London "Wars, National Movements and Disappearances" CONFERENCE DECLARATION




6th International Conference Against Disappearances
9th – 12th December 2010, London
"Wars, National Movements and Disappearances"
CONFERENCE DECLARATION
The 6th International Conference Against Disappearances was held in London on 9th -12th December 2010 under the heading "Wars, National Movements and Disappearances". 123 delegates participated, some of whom were relatives of those disappeared under detention, from 27 different countries and nationalities, including Balochistan, Tamil Eelam, Sri Lanka, the Philippines,  Punjab, Kashmir, Nepal, India, Northern Kurdistan, Turkey, Mexico, Argentina, Chile, Colombia, United States, Ethiopia, Morocco, the Basque Country, Switzerland, Italy, France, Germany, the Netherlands, Belgium, Norway, Great Britain, and Ireland.
As well as talking about the forced disappearances of their loved ones, the conference participants testified about their experience of political suppression, attacks they have been subjected to and their reactions and resistance to these assaults. Delegates discussed how to fight in common against forced disappearances and human rights violations in the future.
The 6th International Conference Against Disappearances has become a platform to discuss and show the painful level of forced disappearances and human rights violations in countries under the occupation of imperialist forces, such as Afghanistan and Iraq. The conference defended the isolated national movements, gave them opportunity to express themselves and know each other through their suffering from human rights violations and disappearances.
The 6th International Conference Against Disappearances, which decided to increase worldwide joint struggle against human rights violations and forced disappearances, has reached following conclusions:
Since the launching of the so-called “New World Order” project in the 1990s, the imperialist states, attempting to project the free movement of capital on a global level, have intensified their attacks on the working class and oppressed people in their efforts to remove any obstacles in the way of the free movement of capital.
In this process, involving the re-sharing of the world’s most important strategic spheres and opening of these spheres to imperialist capital, the imperialist powers began the 21st century with the invasions of Iraq and Afghanistan.
As well as their primary threat to the right to life, wars and occupations bring about many human rights violations and allow disappearances under custody to reach atrociously high numbers. Today, along with many other human rights violations, the disappearance of hundreds of thousands of people in Iraq and Afghanistan is a clear testimony of this reality. The 6th International Conference Against Disappearances condemns the invasion of Iraq and Afghanistan, calls for immediate end of the invasion and demands all those responsible for human rights violations and disappearances to be held to account for their actions. From this position, the conference announces support for all struggles against wars and occupations.
Colonialism by its very nature violates the national and communal rights of other nations and communities. In the first decade of the 21st century, colonialist dealings around the world continue, the nations are being denied from their basic rights, including the right to self-determination, and their efforts to gain these rights often result in acts of suppression and bloodshed. Countries such as Tamil Eelam, Balochistan, Kurdistan, Western Sahara, and Palestine, as well as those within Europe, the so-called cradle of democracy, such as the North of Ireland and the Basque country, are examples of such places. The problems experienced by indigenous people in many parts of Latin America, and the Berber and Oromo people in Africa, as well as the oppression and persecution they face, are shall be viewed within this context.
Within this era of “New World Order”, the imperialist powers who seek to create a world without any resistance against them, have specifically targeted their attacks on the people struggling for national liberation within these oppressed-colonized countries. As a result there have been many massacres, displacements and disappearances of thousands of people under custody in Northern Kurdistan, Balochistan, Tamil Ealem, Western Sahara, Latin America and in many more regions.
The 6th International Conference Against Disappearances condemns the massacre carried out against the Tamil people in 2009 and declares support for the Tamil people and their struggle. The conference also declares support for the just struggle of Baloch people who are occupied by Pakistan, Iran, Afghanistan, and the people of Kashmir, Punjab, Kurdistan, Palestine, the Basque country, Ireland and the indigenous peoples of Latin America.
The 6th International Conference Against Disappearances sees the struggle and resistance of the oppressed nations against colonialism, including struggles to freely speak their own languages and practise their cultures, as well as their fight to establish a separate state, as legitimate struggles and a part of their right for self-determination. The conference calls for the people of all nations, especially the workers and labourers of the oppressing states, democratic mass organisations and human rights organizations to recognize and embrace the oppressed-colonized nations’ legitimate struggle for national liberation.
The 6th International Conference Against Disappearances sees the classification and banning of resisting organisations of national liberation as a clear support to the colonialist regimes by the imperialist states, and declares support for all struggles and efforts against the politics of “terrorist organisations list” or “black list”. 
The 6th International Conference Against Disappearances recognises the increase of attacks on refugees and migrants in Europe, the so-called cradle of democracy, where refugees and migrants who have escaped from war, occupations and brutal attacks in response to their national liberation movements, have been denied their democratic rights. The conference condemns the acts in which immigrants are burned in police stations, the slaughter of people in the streets and the detention of refugees in detention camps as if they are prisoners. The conference condemns the actions of French imperialism that has abducted and killed the ETA militant Jon Anza, and calls for those responsible for his death to be held accountable and prosecuted.
The 6th International Conference Against Disappearances declares solidarity with all political prisoners who have been imprisoned for their involvement in the class struggle and national liberation struggle. 
The 6th International Conference Against Disappearances recognises that women are the main victims of human rights violations and the forced disappearances. It therefore declares that it will fight against all forms of attacks against women at imperialist wars and during offensive on the rights of the oppressed nations.
The 6th International Conference Against Disappearances announces full support for recent struggles in Northern Kurdistan and Colombia following the revelations of mass graves of victims of policies of forced disappearances.  It highlights the need for such campaigns in countries where there have been mass disappearances.
The 6th International Conference Against Disappearances has decided to establish stronger coordination and communication links between the relatives of those disappeared under detention, human rights organizations and conference participants, and to unified expansion of the struggle against forced disappearances.
The 6th International Conference Against Disappearances supports all victims of human rights violations and the relatives of those disappeared under detention, and respects all efforts for justice, as in the case of campaigns in Argentina. The conference believes that all struggles against human rights violations and forced disappearances can achieve success only through the use of de facto-legitimate means.
The 6th International Conference Against Disappearances believes that all activities and campaigns organised during the week of International Struggle Against Disappearances, 17th – 31st May, should be organised in a manner to increase struggle against forced disappearances.
The 6th International Conference Against Disappearances believes that the struggle against human rights violations and forced disappearances should go beyond preparing reports and protesting but should involve concrete result achieving methods, such as the examples of Plaza de Mayo Mothers in Argentina and the Saturday Mothers in Turkey. The conference believes in the necessity of increasing the struggle to end the forced disappearances and human rights violations, and to bring perpetrators to justice. It therefore calls on everyone to raise the struggle. 
The 6th International Conference Against Disappearances, having brought together the relatives of those disappeared from many different nations, who, despite different languages, cultures and beliefs, have similar stories and a shared grief, sends its warmest greetings to the main elements of this struggle, the relatives of the disappeared and human rights defenders all over the world.
6th International Conference Against Disappearances
9th – 12th December 2010, London
 

19 Aralık 2010 Pazar

6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı SONUÇ BİLDİRGESİ


6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı
SONUÇ BİLDİRGESİ
9-12 Aralık 2010 tarihlerinde Londra’da “Savaşlar, Ulusal Hareketler ve Kayıplar” başlıkları altında toplanan 6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’na Balucistan, Tamil Ealam, Srilanka, Filipinler, Penjap, Kaşmir, Nepal, Hindistan, Kuzey Kürdistan, Türkiye, Meksika, Arjantin, Şili, Kolombiya, ABD, Etiyopya, Fas, Bask, İsviçre, İtalya, Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika, Norveç, İngiltere ve İrlanda olmak üzere farklı kıtalardan 27 değişik ülke ve ulustan aralarında kayıp yakınlarının da bulunduğu 123 delege katıldı.
Katılımcılar kurultay boyunca, yaşadıkları baskıları, saldırıları, kayıpları; toplamında yaşadıkları acıları ve bunlara karşı mücadele deneyimlerini paylaştı. Gelecek döneme ilişkin gözaltında kayıplara ve insan hakları ihlallerine karşı mücadeleyi ortaklaşa nasıl geliştirebileceklerini tartıştılar.
Irak ve Afganistan gibi emperyalist savaş ve işgale maruz kalmış ülkelerde yaşanan kaybedilme ve insan hakları ihlallerinin insanlık adına acı verici boyutlarını ortaya koyan; yalnızlaştırılmış ulusal hareketlerin sahiplenilmesinin, kendilerini ifade etmelerinin, bir birini insan hakları ihlalleri ve kayıplar üzerinden tanımalarının platformu olan ve insan hakları ihlallerine ve kayıplara karşı mücadelenin ortaklaşarak büyütülmesini kararlaştıran 6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı şu sonuçlara ulaşmıştır:
Emperyalist devletlerin 1990’larda başlattıkları ve “Yeni Dünya Düzeni“ olarak isimlendirdikleri yeni sürecin ana yönelimi, yeni serbestlik olarak ifade edilen sermayenin serbest dolaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılırken, diğer yandan işçi ve emekçilere, ezilen halkların haklarına ise saldırıların artmasıydı.
Dünyanın en önemli stratejik alanlarının yeniden paylaşılması, bu alanların emperyalist sermayeye açılmasını da içeren bu süreçte, emperyalistler 21. yüzyıla Afganistan ve Irak işgalleri ile girdiler.
Savaş ve işgaller, açıktır ki başta yaşam hakkı olmak üzere insan haklarının ihlal edilmesini ve sayıları büyük rakamlara ulaşan kayıpları beraberinde getirmektedir. Bugün tüm diğer insan hakları ihlallerinin yanı sıra 100 binlerce kişinin kayıp olduğu Irak ve Afganistan, bu gerçeğin açık bir ifadesidir. 6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı bu nedenle, Afganistan ve Irak işgalini kınar; işgallerin bir an önce son bulmasını, bu işgaller sırasında gerçekleştirilen insan hakları ihlallerinin ve kayıpların hesabının verilmesini ister, emperyalist işgal ve savaşlara karşı verilen mücadelenin tarafı olduğunu ilan eder.
Sömürgecilik, başka ulusların/toplulukların en temel ulusal/toplumsal haklarının ihlal edilmesinin de adıdır. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın pek çok yerinde hala sömürgeci ilişkiler sürmekte, ulusların devlet kurma dahil en temel hakları verilmemekte, hak talepleri ise kanla bastırılmaktadır. Tamil, Balucistan, Kürdistan, Batı Sahra, Filistin, demokrasinin beşiği olarak bilinen Avrupa ülkelerinde Kuzey İrlanda, Bask ülkesi, vb. bunlar arasında sayılabilir.
Latin Amerika’nın pek çok ülkesinde yerli halkların, Afrika’da Oromo ve Berberi halklarının sorunlarını, karşı karşıya kaldıkları baskı ve zulmü bu çerçevede ele almak gerekir.
Emperyalistler, kendilerine karşı direnecek hiçbir kuvvetin olmamasını amaçladıkları bir sistemin adı olan “Yeni Dünya Düzeni“ saldırılarından en çok payı, ulusal kurtuluş mücadelesi veren ezilen sömürge ulusların halkları almaktadır. Kuzey Kürdistan’da, Baluchistan’da Tamil Ealam’da Batı Sahra’da, Latin Amerika’da ve değişik yerlerde katliamlar, sürgünler ve sayıları binlerle ifade edilen gözaltında kayıplar devreye girmiştir.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı; 2009 yılında Tamil halkına karşı gerçekleştirilen katliamı kınar, Tamil halkının acılarının ve mücadelesinin yanında olduğunu ilan eder. Afganistan, İran ve Pakistan tarafından işgal edilmiş Baluci halkının, Kaşmir halkının, Penjap halkının, Kürt halkının, Filistin, Bask, İrlanda, Latin Amerika yerli halklarının haklı mücadelelerinin yanında olduğunu ilan eder.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı, ezilen ulusların sömürgeciliğe karşı direnmesi, başta ayrı devlet kurma hakkı dahil, dil, kültür gibi temel ulusal hakları için hangi yol ve yöntemle olursa olsun verdiği mücadeleyi, o ulusun kendi kaderini tayin hakkının bir ifadesi olan meşru mücadele olarak görür. Başka ulusları ezen devletlerin işçi ve emekçilerini, dünya halklarını, demokratik kitle örgütlerini, insan hakları örgütlerini, ezilen sömürge ulusların verdiği bu meşru ulusal kurtuluş mücadelelerini tanımaya ve sahiplenmeye çağırır.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı, emperyalist devletlerin direnen ulusal hareketlerin örgütlerini “terör örgütü” nitelemesi ile yasaklanmasını, sömürgeci devletlere verilen açık destek olarak görür ve “terör örgütleri listesi”, “kara liste” politikalarına karşı verilen mücadeleyi destekler.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı; demokrasinin beşiği diye tanımlanan Avrupa’da, emperyalist savaş ve işgallerin, ulusal kurtuluş mücadelesine yönelik saldırıların sonucu olarak gelmiş mülteci ve göçmenlerin demokratik hak ve özgürlüklerine yönelik saldırıların artarak devam ettiği günümüzde, göçmenlerin karakollarda yakılmasını, sokaklarda katledilmesini, mülteci kamplarında adeta esir tutulmasını kınar. Fransız emperyalizmin ETA militanı Jon Anza’yı kaybederek katletmesini kınar, sorumluların hesap vermesini ister.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı; sınıf mücadelesini ve ulusal kurtuluş mücadelesi içinde cezaevlerine atılan tüm devrimci politik tutsaklarla dayanışma içinde olduğunu ifade eder.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı; insan hakları ihlallerinin ve gözaltında kayıpların en fazla mağdurlarının kadınlar olduğunu görür ve buradan olarak emperyalist savaşlarda, ezilen ulusların halklarına karşı saldırılarda uygulanan kadın bedenine yönelik her türlü şiddete karşı mücadele içinde olacağını ilan eder.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı; gözaltında kayıp politikasının sonucu olan toplu mezarların açığa çıkarılması için Kuzey Kürdistan’da ve Kolombiya’da gündemleşen mücadeleyi tüm gücüyle destekler. Diğer kitlesel kayıpların olduğu yerlerde de bu mücadelenin verilmesini önemser.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı; gözaltında kayıplara karşı mücadele yürüten kayıp yakınları, insan hakları örgütleri ve kurultay katılımcıları arasında daha güçlü bir iletişim ve bağlantının kurulmasını, gözaltında kayıplara karşı mücadelenin ortaklaşarak büyütülmesini kararlaştırır.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı; insan hakları mağdurlarının ve kayıp yakınlarının Arjantin örneğinde olduğu gibi her türlü hak-adalet isteği ve arayışlarını saygıyla karşılarken, insan hakları ihlallerine ve gözaltında kayıplara karşı mücadelenin fiili-meşru mücadele hattından başarıya ulaşacağına inanır.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı, 17-31 Mayıs tarihleri arasındaki Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele haftası etkinliklerinin, gözaltına kayıplara karşı mücadelenin bir kaldıracı olacak şekilde örgütlenmesini önemser.
6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı; insan hakları ihlallerine ve gözaltında kayıplara karşı mücadelenin, rapor açıklayıcı olmaktan ve protestoculuktan çıkarılarak, sonuç almayı hedefleyen Arjantin’de Plaza de Mayo Anneleri, Türkiye’de Cumartesi Anneleri örneklerinin yaygınlaştırılmasını önemser. Tüm insan hakları ihlallerinin ve gözaltında kayıpların son bulması, sorumlularının hesap vermesi için mücadelenin büyütülmesinin gerekliliğine inanır ve herkesi bu mücadeleyi büyütmeye çağırır.
Dilleri, renkleri ayrı ama acıları ve öfkeleri aynı olan değişik uluslardan kayıp yakınlarının duygu yüklü buluşmalarına vesile olan 6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı, insan hakları ihlallerinin ve gözaltında kayıplara karşı mücadelenin asli unsurları olarak mücadele yürüten dünyanın her yerindeki insan hakları savunucularına ve kayıp yakınlarına en içten sevgi ve selamlarını iletir.

6. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı
9-12 Aralık 2010, Londra

16 Aralık 2010 Perşembe

Arjantin: Kayıp tutukluların kızına el koyan iki sanığa 10 yıl hapis cezası

Arjantin: Kayıp tutukluların kızına el koyan iki sanığa 10 yıl hapis cezası

16/12/2010
María Laura D’Amico
İşadamı ve tango şarkıcısı Omar Alonso ve deniz subayı Juan Carlos Herzberg,   María Elena Corvalán ve Mario Suárez Nelson’un kızına elkoymaktan suçlu bulundu.
La Plata 1.nolu Federal mahkemesi Omar Alonso ve Juan Carlos Herzberg, diktatörlük döneminde gözaltında doğan bir bebeğe el koymaktan dolayı 10 yıl hapis cezasına carptırıldı.
İnsanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında açılan dava da , Mahkeme heyeti: Miguel Etchecolatz, Cristian von Wernich ve Carlos Rozanski altı dakikadan daha az bir süre de diktatörlük dönemi kurbanları María Elena Isabel Corvalán ve Mario César Suárez Nelson’un kızları ile ilgili davada verilen kararı okudu.
Daha önce ki benzer davalarda olduğu gibi kararın sonunda, “ bütün bu suçlar insanlığa karşı işlenen suçlardır, Arjantin’de son sivil-askeri diktatörlük döneminde, gözaltında doğan çocuklara sistemli bir planın parçası olarak el konulması gerçekleştirilen  soykırımın bir delilidir,” deniyor.
La Plata’lı tüccar ve tango şarkıcısı Alonso 1977′de kendinden daha genç olan  María Luján Di Mattía ile evlendi; çiftin çocukları olmuyordu.  Deniz subayı olan Herzberg 8 Ağustos’da henüz dört beş saatlik olan bir bebeği bu çifte getirdi. Bebeğin annesi María Elena Isabel Corvalán güvenlik güçleri tarafından kaçırılarak La Cacha’da ki gizli gözaltı merkezine getirildi. Burada üç buçuk kiloluk bir çocuğu dünyaya getirdi. Kocası Mario César Suárez Nelson, aynı yıl, 10 Haziran’da askerler tarafından öldürüldü. Her ikisi de Montoneros grubuna aitti ve çocuklarını ismini Lucía olarak koymayı planlıyorlardı.
Alonso çocuğu alınca kendi biolojik kızı olarak María Natalia adıyla Dr.Francisco Antonio Bosia tarafından verilen sahta bir doğum belgesini kullanarak kayıt ettirdi.
Natalia dün tamamlanan dava da konuşarak,: “ Ben buna inanıyordum. Ancak açıklanmayan şeyler vardı. Bir doğum günü sırasında annem bana benim  bir kayıp kızı olduğuma inandığını söyledi. Onun gözlerinde gördüğüm terörü hiçbir zaman unutamam. Bu benim için korkunç bir şey idi. Bana bu şekilde yalan söylemelerine inanamadım,” dedi.
1982 yılında Plaza de Mayo Kayıp Anneleri Dernegi Natalia’nın kayıp ailelerin çoçuğu olabileceğine dair ihbarlar almaya başladı.  Üçyıl sonra iddialar adli makamlara iletidi, soruşturma başladı.1986′da Alonso’ya karşı dava açılınca ailesi ile birlikte Paraguay’a kaçtı. 1993′de La Plata’ya geri dönünce gözaltına alındı; Di Mattía 1996′da Arjantin’e iade edildi. Dava bir sonuca bağlanmadan kapandı.
2005 yılında kayıp anneleri federal bir mahkemede yeniden dava açmayı başardılar; bunun nedeni yapılan bir DNA testi sonucu Nataila’nın Corvalán ve Suárez Nelson’un kızı olduğunun ispatlanması idi. Böylece, Alonso’nun, Natalia’nın bir subayın gayri meşru çocuğu olduğu şeklindeki savunmasının yalan olduğu ispatlandı.
Savcı Hernán Schapiro sanıklar için 20 yıl hapis istedi. Kayıp annelerini temsil eden avukatlar ise deniz sıubayı için 19 yıl, Alonso için ise 25 yıl hapis cezası isteminde bulundu. Ceza açıklandığı sırada mahkeme’de hoşnutsuzluk belli eden protesto sesleri duyuldu.
Natalia’nın ninesi  Lovelli, mahkeme’nin verdiği cezalara ”şaşırdığını” söyledi. Ancak, Lovelli, “sosyal örgütlerin 25 yıl süren mücadelesi sonucu ne hapis cezası verilirse verilsin bu olumlu bir sonuçtur. Mamafih, toplumun bir çocuğu kaçırıp 10 yıl hapis yatarak bedel ödeneceğini düşünmesini istemiyoruz” dedi.

13 Aralık 2010 Pazartesi

ICAD 6. Kurultayı başladı

ICAD 6. Kurultayı başladı PDF Yazdır e-Posta
LONDRA (10.12.2010)- Dünyanın değişik ülkelerinde gözaltında kaybedilenlerin yakınları Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Komitesi (ICAD)’ın düzenlediği 6. kurultay için Londra’da buluştu. Kayıpların bulunması ve kaybedenlerden hesap sorulması için seslerini ve yüreklerini birleştiren kayıp yakınları, 6. Kurultay aracılığıyla çığlıklarını dünyaya duyurmak istiyorlar. Dilleri, kültürleri, inançları, dünya görüşleri farklıda olsa da, gözaltında kayıplar olgusu duyguları ortaklaştırdı.

Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Komitesi (ICAD)’nin 6.Kurultayı Londra'da başladı, 9 Aralık günü başlayan kurultay 12 Aralık’ta sona erecek. Dört gün sürecek olan kurultaya, Kayıp yakınları konuşacak, “Savaş ve Kayıplar”, “Ulusal Hareket ve Gözaltında Kayıplar”, “İnsan hakları ihlallerine ve gözaltında kayıplara karşı mücadele” konularını işlenecek ve çalışma grupları kurularak, mücadele biçimleri yönünde karar alınacak, düşünceler ortaklaştırılacak.

Arjantin’de, Almanya’da, İrlanda’da, Bask-İspanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, Meksika, Fas, Marako, Nepal, Norveç, İskoçya, İsviçre, İspanya, Filistin, Irak, Srilanka’da Tamiler, Türkiye ve Kuzey Kürdistan, Hindastan-Maniplu’de, delegelerinin yanı sıra İngiltere'de yaşayan; Şili, Baluç, Flipin ve Tamil temsilcileri delege olarak kurultaya katıldılar.

Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya, Kaybedenler Kaybedecek”, “Gözaltında kayıplara son”, “Kayıpları unutma, unutturma” ve gözaltında kaybedilenlerin listesinin olduğu pankartların asıldığı salonda, dünyanın değişik ülkelerinde gözaltında kaybedilenlerin fotoğrafları ve ‘hesap sorun’ bakışları altında kurultay başladı.

Toplam, 26 ülkede delegelerin katıldığı kurultaya, Liber Pueblo-Arjantin, Rote Hilfe e.V. Kızıl Yardım Gazetesi-Belçika, Mültecilerin ve Göçmenlerin Hakları İçin Kervan-Almanya, Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu (AGİF), Berlin Enternasyonal Dostluk ve Dayanışma Derneği, ICAD Uluslararası Büro, İngiltere-Almanya-Belçika-İsviçre-Hollanda, Sinn Fein Poblachtach, Bask İnsan Hakları Gözlem Evi, Brüksel Mahkemesi Yürütme Kurulu Üyesi ve SOS Irak Koordinatörü, BRussels Tribunal, Kızıl Yardım Belçika, Proleter Dayanışma Derneği (APS)-İtalya, İşkence Magdurlarına Destek Kollektifi-Meksika, H.I.J.O.S Mexico, İnsan Hakları Derneği–Fas, Uluslararası Dayanışma Komitesi-Nepal, Sosyalist Kadınlar Birliği-SKB-Avrupa, Eski Politik Tutsaklar Komitesi-Şili, Uluslararası Bağlantı-Mapuche, Kızıl Parti-Norveç, Latin Amerika Koordinasyonu, Dayanışma Komitesi (CSP )-Kolombiya, İngiltere Toplumu- Etiyopya, Savaşa Hayır Koalisyonu Hartneck Komitesi-İngiltere, Kayıpları için Uluslararası Ses (IVBMP)-Baluch, Baluch Sesi Gazetesi, İnsan Hakları İçin Kampanya- Filipinlerde, Toplumların Kriminalize Edilmesine Karşı Kampanya (CAMPACC-UK), Kürt Federasyonu (FED-BİR)-Kürt Kültür Merkezi- Barış Meclisi- İngiltere, Göçmen İşçiler Kültür Derneği (GİK-DER)-İngiltere, Ermeni Toplumu- İngiltere, Tamil Forumu (BTF)- Britanya,Barış ve Adalet İçin Kadınlar-Irak, Halkların Uluslararası Mücadele Ligi (ILPS)- İngiltere, Özgür Tutsaklarla Dayanışma Komitesi-Avrupa, Ezilen Göçmenler Konfederasyonu (AvEG-Kon)-Avrupa, Bağımsız ve Birleşik İçin Kadın Dayanışması-Irak, Güney Asya Dayanışma Grubu, Edinburg Göçmen Aileler Birliği (EGA-BİR)-İskocya, Irak Komünist Partisi – Halkin Birligi, İsviçre Göçmen İşçiler Federasyonu (İGİF), Göçmen İşçiler Kültür Derneği (ACTIT)-Fransa, Zürih Eğitim ve Kültür Merkezi-İsviçre, Latin Amerika Koordinasyonu-İngiltere, Kayıp yakınları-Flipin, Uluslararası Sosyalist Afrika-İngiltere, Güney Asya Dayanışma Grubu-İngiltere, Kurtuluş Cephesi-Kaşmir-Pakistan, Yeni Demokrasi Marksist Leninist Parti- İnsan Hakları ile Dayanışma-Srilanka kurumları kurultaya destek verdi.

Kurultaya, Hasan Ocak’ın annesi, Emine Ocak, Abisi Hüseyin Ocak ve Kardeşi Aysel Ocak, Hüseyin Toraman’ın annesi Hatice Toraman, Maksut Tepelinin eşi, Şehriban Erdoğan Tepeli. İHD Genel Merkez Yöneticisi Gülseren Yoleri, ICAD Türkiye Seksiyonu Temsilcisi Ayşe Yılmaz da hazır bulundular.

Kürt Toplum Merkezin’de açılışı yapılan 6. Kurultay, delegelerin tanıtımı ile başladı. Değişik ülkelerde kurultaya katılan delegeler, duygu ve düşüncelerini ifade ederek ortaklaştırdılar. Hüzünlü anların yaşandığı kurultayda, kaybedenlerden hesap sorulacağı 6. kez ilan edildi. Egemen sistemin, emekçileri ve muhalif güçleri, sosyalist, komünist ve devrimcileri susturmak için, gözaltında kaybetmeleri yoğunlaştırdığı belirtilerek, gözaltında kayıplara karşı mücadelenin zorunluluğu ve önemine değinildi. ICAD gibi kurumların gözaltında kayıplar mücadelesindeki rolünün önemi hatırlatıldı. 6. Kurultayı düzenleyen ICAD’a teşekkür edildi.

Kurultayın ikinci günü: Saat, 9.30’da Woodgreen’de yapılacak basın açıklaması ile kurultayın duyurusu yapılacak. Saat, 10.45’de “Kayıp yakınları konuşuyor”, saat, 14.00’de, “Savaşlar ve Kayıplar” olgusu işlenecek. Saat, 16.30’da, “Ulusal Hareketler ve Gözaltında Kayıplar” konusu ele alınacak. Akşam ise kültürel programlar düzenlenecek.

Arjantin’de kayıp anneleri: Ümit ve insan haklarının yaşayan mirası

Arjantin’de kayıp anneleri: Ümit ve insan haklarının yaşayan mirası

09/12/2010

Marie Trigona
Mother of Plaza de Mayo with photos of missing childrenMayo Meydanı (Plaza de Mayo) annelerinden biri, 1976 askeri darbesinin 34′üncü yıldönümünde , 29 Temmuz 1976′da kaybolan oğlu ve gelininin resimlerini elinde tutuyor. Resim: Marie Trigona/WNN
Buenos Aires, Arjantin: Buenos Aires’in merkezinde ki Mayo Meydanı (Plaza de Mayo), onlarca yıldır protestoların sürdürüldüğü bir merkezdir.  Arjantin’de kayıpların aileleri her perşembe öğleden sonra bu meydanda yürüyüşe başladı.
Plaza de Mayo’nun anneleri,  dünyaya ‘Arjantin’in Kirli Savaşı’  olarak adlandırılan dönemde sevdiklerine yapılanları unutmadıklarını göstermek için  hep birlikte vakur bir şekilde meydanın içinde yürüyerek insan haklarının savunusunu bir  miras olarak gelecek kuşaklara bıraktılar.
Plaza de Mayo’nun anneleri, yakın zaman önce yapılan ‘insanlığa karşı suçlar’ olarak bilinen soruşturmalar ve ortaya çıkan gerçeklerin ayrılmaz bir parçası idiler; onlar Arjantin’de askeri rejimin iktidarda olduğu  1975-1983 yılları arasında yaklaşık 30.000 kız ve erkek evlatın anneleri idiler.
İki kayıp çocuğun annesi olan Carmen Robles Zurita, “ Kendi çocuklarımı ve başkalarının çocuklarını aramaya devam ediyorum, çünkü benim için senin kızınızda benim kızımdır; o biraz da olsa bana da aittir. Benim çocuklarımda biraz da olsa senindir” dedi.  Oğlu Nestro Juan Agustín Zurita, 25 yaşında iken  1 Ağustos 1975′de kaçırıldı ve Carmen’in kızı  María Rosa Zurita, 21 yaşında iken 21 Kasım 1975′de kaçırıldı.
Şimdi otuz yıl sonra nihayet, adaleti  mahkemelerde aramak mümkün. Kurbanların aileleri ve insan hakları savunucularının araştırmalarının bir sonucu olarak Arjantin Hükümeti, Anayasa mahkemesi İnsan hakları kolunun askeri hükümetin  üyelerini insan hakları ihlalleri davalarına karşı koruyan yasayı iptal etmesinin ardından kendi karanlık geçmişini ziyareti ediyor..
Toplumun İtici Gücü

Uluslararası yasalar ve insan hakları uzmanı Dr. Rodolfo Mattarollo, “ İnsanların ortadan kaybolması toplumda bir felçe yol açtı.’ dedi
“ Bugün, çocuklarımıza ne olduğu hakkında bütün gerçeğe veya bilgiye sahip değiliz.”-
Marta Ocampo de Vazquez,
Plaza de Mayo Anneleri’nin Başkanı– Kurucu Üye
30 Nisan 1977′de hükümet binalarının önündeki büyük meydanda 14 anne bir araya geldi. Diktatörlük insanları kamusal alanlarda toplanmalarını yasaklamışdı,  bundan dolayı meydanın merkezindeki piramit’in etrafında yürümeye başladılar.  Polis istasyonları, hapishaneler, mahkemeler ve kiliselere başvuran ancak hiç bir sonuç alamayan kadınlar giderek artan bir şekilde yürüyüşe katıldıkça  kayb ettikleri ve kayıp edilmiş çocuklarının kundak bezlerini temsil eden beyaz esarplar giyerek kendilerini tanımlamaya başladılar.
Plaza de Mayo annelerinin başkanı Marta Ocampo de Vazquez ” Bugün, çocuklarımıza ne olduğu hakkında tam gerçeğe veya bilgiye sahip değiliz.” diyor, ve  ” Emirleri kim verdi? Onları kim infaz etti? Çocuklarımızın son anlarında ne oldu?” diye soruyor.

Anneleri hiç bir şey, hatta fiziksel saldırılar ve futursuzca tehditler bile protestolarından vazgeçiremedi. 1977′de kurucu annelerden üç tanesi ve annelerin faaliyetlerini destekleyen  iki Fransız rahibesi’de ‘kaybolanların” arasına katıldılar.

Annelerden Margareta de Oro ‘Kayıp Anneleri’ kitabının yazarı Josephine  Fisher’e “ Bugün kendime baktığımda şaşırıyorum. Önceden utangaç bir çocuk gibiydim. Sİyasi bir bilinçim yoktu. Hiç bir görüşüm yoktu. Bütün istediğim çocuklarımın iyi olması idi. Çocukları ile her yere giden annelerden biriydim. Eğer okula bağış toplamak için bir balo düzenleseler biletleri satan bendim.  Çocuklarımın yaptığı herşeyin içinde yer aldım. İnsan yalnızca bir şey kaybedince bilinçli hale geliyor. Anneler ilk bir araya geldiğinde çok ağlardık ve daha sonra bağırıp, hesap sormaya başladık, ve artık çocuklarımızı bulmak dışında  hiçbirşeyin önemi yoktu. Şimdi savaşıyorum, bağırıyorum, eğer gerekiyorsa itiyorum, tekme atıyorum, ancak halen kendime bütün o silahların kafama doğrultulduğu askeri binalara nasıl gittiğimi soruyorum. ” dedi.
Geçmişin Acıları
22 yaşındaki Arjantin Deniz Kuvvetleri üsteğmeni ve istibharat elemanı Alfredo Ignacio Astiz, kayıplardan birinın ağabeyi ‘Gustavo Niño,’  adıyla Plaza de Mayo annelerinin arasına sızdı. Astiz’in aralarına sızması anneleri ve ulusu onlarca yıl rahat bırakmadı. Anneler, toplantılara katılan ve onlarla brlikte yürüyen genç  “Gustavo,”yu halen hatırladıklarını söylüyorlar.
“ Kendi çocuklarımı ve herkesin çocuklarını aramaya devam ediyorum.”
- Plaza de Mayo annelerinden Carmen Robles de Zurita
8 Aralık 1977′de  anneler – Esther Ballestrino de Careaga ve Maria Eugenia Ponce de Bianco –  sekiz kişiyle birlikte Buenos Aires’de ki Santa Kruz kilisesinde katıldıkları bir toplantıdan askeri görevliler tarafından zor yoluyla kaçırıldılar.Azucena Villaflor, isimli kurucu annelerden biri de bir kaç gün sonra evinin önünden kaçıırıldı.
İki gün sonra 10 Aralık’ta  834 annenin imzaladığı bir bildiri Arjantin’in günlük gazetelerinden  “La Nacion,”da ilan olarak yayınlandı. İlan, Arjantinli yetkililere onların kayıp çocuklarının davalarını açıp araştırarak adaleti yerine getirme çağrısında bulunuyordu.
Santa Kruz Kilisesi’ne yapılan gizli baskından iki hafta, ve 15 Aralık’da yapılan öğleden sonra yürüyüşünden bir hafta sonra beş kadının ceseti Plata nehrinin kıyılarından bulundu. Plata nehri Atlantik okyanusuna açılan Arjantin ve Uruguay arasında bulunan geniş ve uzun bir nehirdir.
Buenos Aires’de ki ABD elçiliği 1977′de bakanlığa yolladıkları bir raporda(o zaman gizli idi)  “Anneler 15 Aralık’da, her Perşembe öğleden sonra yapılan yürüyüşlerine   büyük bir katılım planlıyordu, ancak Anneler grubu’nun bazı üyelerinin kaçırılması katılımcılar üzerinde korkutucu bir etki yarattı….Yayınlanacak ilan için ek bir imza listesi ve ilanı ödemek için toplanan 250 dolarda kaçıırlma sırasında alındı, ” diye yazdı.
Mother of Plaza de Mayo, Elia Espen, at Santa Cruz ChurchAnnelerin Santa Kruz kilisesinden kaçırılmasının 30.uncu yıldönümünde ( 8 Aralık 2007) Plaza de Mayo annelerinden Elia Espen, yaşamlarını yitiren anneler için anma taşının önünde eğilirken. Resim: Marie Trigona/WNN
1990′lı yılların başlarında, forensik bilim alanında yeni gelişmeler ile iskeletlerden numuneler alarak DNA tespiti yapmak mümkün hale geldi. Genetik testler dünya çapında insan hakları araştırmalarında önemli bir araç haline geldi.
2005 yılında, Arjantin Forensik Antropoloji Timi (EAAF), detaylı bir forensik inceleme sonucunda nehir kıyısında bulunan dört cesedin kimliklerini tespit etmeyi başardı. Her hangi bir kuşkuya yer yoktu. Cesetler üç kurucu anneye aitti: Azucena Villaflor, Maria Eugenia Ponce ve Esther Careaga,  French rahibe Léonie Duquet.
“Çalıştığımız her yerde kayıbın bir aile için yarattığı inanılmaz acı ve felçe  tanık olduk”
Mercedes Doretti,
Arjantin Forensik Anthropoloji Timi(EAAF) kurucularından
“ Dört kadının cesetlerinin okyanusa Hava Kuvvetleri uçaklarından atıldığı düşünülüyordu. Cesetler 1977′de kıyıya vurdu ve  “N.N.” (kimliği belirsiz) olarak  Buenos Aires’e bağlı General Lavalle belediye mezarlığında gömüldü. Yıllık 2006  EAAF raporunda, “EAAF  dört kadının cesetini Geneeral Lavalle mezarlığından çıkardı ve  anthropolojik ve  genetik analiz sonucu kimliklerini tespit etti” diye yazıldı.
EAAF kurucularından Mercedes Doretti,”Çalıştığımız her yerde kayıbın bir aile için yarattığı inanılmaz acı ve felçe tanık olduk. Bir kayıbın mezarını bulmak geçmişin acılarını silmeye yetmiyor ancak iyileşme sürecinin bir parçası ve çok önemli bir tazminat biçimi. Ailelerin buna ihtiyacı var. Gerçekte, çok sık olarak, mezarın bulunması ve kimlik tespiti tazminat sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmüyor”’ dedi.
Kurucu üyelerin kendilerinin  ‘kaybolmasından’ 28 yıl sonra, 8 Aralık 2005′de, anneler  Azucena Villaflor, Maria Ponce de Bianco ve Esther Ballestrino de Careaga ‘nın naaşları yakıldı ve külleri onları onurlandırmak için Buenos Aires’de Plaza de Mayo’ya gömüldü.
Dokunulmazlık Duvarlarının Kırılması
Arjantin’in yedi yıl süren askeri diktatörliğünden beri, Plaza de Mayo anneleri yorulmaksızın gerçek, açıklık ve mesuliyet için mücadele etti. Bugün, Anneler dokunalmazlık duvarını uluslararası bir sembol haline gelen şiddete başvurmayan eylemleri vasıtasıyla yıkmayı başardılar.
2003′de Af Örgütü ve Uluslararaarası Hukuk Komisyonu, 1986′da geçen Arjantin Son Dönem yasası ve 1987′de ki İtaat yasasının,  ” 1976 ve 1983 yılları arasında askeri hükümetler iktidarda olduğu dönemde meydana gelen  binlerce zorla ortadan kaybolma, işkençe ve yargısız infaz  davasının araştırılmasını engellemek için kullanıldı.”dedi. Bu yasalar, hükümetin af yasaları çıkararak askeri eylemleri ve insan hakları ihlallerini affetmesine karşı mücadele eden annelere karşı vurulmuş sert darbelerdi.

“ Bugün gençlik  bayrağımızı devir alırken,  30,000 ‘kayıp’ hiç bir zaman ‘kayıp’ olmayacak.Onlar her zaman aramızda olacaklar.”
Plaza de Mayo Annelerinin 2010 bildirisinden-
Günümüzde, yıllardır af ve tutuklamalar arasında gidip gelen, Alfredo Ignacio Astiz Yüksek Mahkeme’de yeni bir dava ile karşı karşıya. Diğer 17 subay ve görevli ile birlikte araştırma altındadır. Kişisel suçlara ilave olarak, Mahkeme, ayrıca, 1976-1983 arasında Buenos Aires’de ki Deniz Kuvvetleri Mekanik Okulu ESMA’da  ‘insanlığa karşı işlenen’  suçları da araştırıyor.
Arjantin’de ki en büyük ve en kötü şöhrete sahip merkez olarak bilinen ESMA  ‘kayıpların’ bir parçası olan 5.000′den fazla isim ile ilişkilendiriliyor.
Plaza de Mayo Annelerinin  Gerçeklik Komisyonu üyesi Nora Cortinas, (Şimdi) “Askerler çocuklarımızın hiç bir zaman çıkmadığı mahkemelere çıkıyorlar. ” dedi.  15 Nisan 1977′de kayıp olan Nora’nın oğlu Carlos Gustavo Cortiñas bir ekonomi öğrencisi idi.
Annelerin bir çoğu 80′li yaşlarda olduğu için, bazıları eski Arjantin askeri makinasının işledikleri suçlar için hesap verdiğini görememekten korkuyorlar.
Anne Cortinas, ayrıca, “Mahkemelerin, dava sırasını esas alarak biraz hızlanmasını istiyoruz; bunun anlamı hükümetin sorumluluk alarak şahitler, hakimler ve avukatlara karşı tehditlerin son bulmasına yardım etmesidir, böylece, bu ülkede gerçekten de adalet var diyebiliriz,” dedi.
Şimdi 81 yaşında olan annelerden Ocampa de Vazquez, onlarca yıldır mücade ve hayal kırıklıkları içinden geçti.. Ancak, gerçeği bulmak için uzun mücadelesinin sürmesi gerektiğini biliyor: ” Sonun yakın olduğunu düşünmüyorum” dedi.

Güneyde ki Neuquén eyaletinden anne Ines Ragni, “Mücadelemize devam ediyoruz, çünkü halen cezalandırılmamış suçlar ve kayıplar hakkında cevaplanmamış sorular vardır,” dedi.  ”Bir daha asla,” Arjantin ve bulunduğu bölgedeki askeri diktatörlüklerinden acı çeken Brezilya, Şili ve Uruguay’da   tarihteki karanlık sayfalarının bir daha hiçbir zaman yeniden yaşanmamasını dileyen annelerin sloganı oldu.
Anneler, “Çocuklarımız yaşamak istediler ancak onların yaşamları ellerinden alındı. Bugün sokaklarda protesto eden gençler çoçıklarımızın hatıralarının bir parçasıdır.” diyorlar.
Bugün gençlik  bayrağı devir alırken,  30,000 ‘kayıp’ hiç bir zaman ‘kayıp’ olmayacak. Onlar her zaman aramızda olacaklar.”
_____________________________________________________
Kaynak: http://www.mujereslibres.blogspot.com/
Çeviri: Erol Yeşilyurt

Yazar hakkında: Marie Trigona Arjantinli yazar, tercüman  ve radyo-video yapımcısıdır.  Latin Amerika’da işçi hakları, sosyal hareketler,toplum medyası ve insan hakları üzerine çalışmaları vardır. Yazıları Z Magazine and ZNet, NACLA, Monthly Review, Canadian Dimension, The Buenos Aires Herald, Left Turn, Americas Program, Clamor, Venezuela Analysis, Upsidedown World  diğer dergi ve sitelerde yayınlanıyor.

http://lahy.wordpress.com/2010/12/09/arjantinde-kayip-anneleri-umit-ve-insan-haklarinin-yasayan-mirasi/