19 Ocak 2011 Çarşamba

Kayıp bir korucubaşının hikayesi...

Ocak 19, 2011
http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=39208

Kayıp bir korucubaşının hikayesi...

ZEYNEP KURAY -ANF
13:51 / 19 Ocak 2011
BİTLİS - Cemil Tokar, Bitlis’in Ahlat İlçesi’nde korucu başıydı. Bağlı olduğu karakol faili belli cinayet işliyor, işkenceler yapıyor ve kirli silahlar satışı yapıyordu. Yaşanılanları biliyor sessiz kalmak istemiyordu. Ve bir gün karakola çağrıldı ve bir daha da dönmedi. Kayıp korucubaşı Tokar’ın 10 yıldır izini süren ailesi Mutki’de çıkan toplu mezar da onun da cesedine ulaşma ümidi taşıyor.

Kürt coğrafyasında 90’lı yıllarda Kürt demokratik siyasal mücadelesine karşı yürütülen kirli savaşın en trajik yanlardan biri ‘kayıplar’ oldu. Devletin JİTEM, MİT ve kontr-gerilla yapılanmaları Kürt yurtseverleri bir sabah evden çıkarken, yolda giderken, şehir dışına çıkarken, kahvede otururken, ‘karakola 5 dakika gelebilirmisiniz’ diyerek gözaltına alıyor, daha sonra ise herhangi bir yerde katlettikten sonra ise bilinmeyen yerlere gömüyorlardı.

Ancak, kayıp yakınlarının yıllarca süren arayışları, kimi zaman JİTEM’cilerin kimi zaman gelen bir bilgi üzerine yapılan uzun araştırmalar sonucu tıpkı kayıp Murat Aslan’ın bulunması gibi bazılarının izine rastlanılıyor du. Kayıp aileleri için en küçük bir bilgi bir yerde bir mezar yada bir yer de çıkan toplu mezar onlar için ‘en azından cesedini buluruz, mezarını buluruz’ diyerek umut haline dönüşüyor. Bitlis’in Mutki İlçesi Jandarma kışlasının hemen yanı başındaki çöplükte ortaya çıkan toplu mezarlar kayıp aileleri için de bir umut oldu. Bir çok aile çıkan kemiklerin kendi çocuklarına ait olabileceğini düşünerek İHD’ye başvurdu.

‘KORUCUBAŞILIKTAN KAYBOLUŞA’

Bu aileler den biri ise 10 yıl önce bağlı olduğu karakola çağrılan ancak bir daha kendisinden haber alınamayan korucubaşı Cemil Tokar’ın ailesi. Korucubaşı Tokar kaybedildiği 1997 yılına kadar Bitlis Ahlat Yoğurtyemez köyü muhtarı aynı zaman da korucubaşıydı. Bölgede yürütülen kirli savaş ta korku ile karışık Cemil Tokar korucu olmayı seçmişti. Komşuları teker teker gözleri bağlanarak götürülürken bazen bunları izlemiş, bazen bu uygulamaları yapanlardan biri olmuş, ancak yanında yer aldığı güç bir gün onu da binlerce kayıptan biri yapmıştı.

Keza, 1997 yılında bağlı olduğu karakol işkenceler yapıyor, gözaltına yargısız infazlar, kimisini kaybediyor sonra da cinayetler de kullanılan kirli silahları çevre köylülere satıyordu. İşte 97 yılında Bitlis’in Ahlat ilçesindeki bir korucu köyüne Üsteğmen Ercüment Oral tarafından nereden geldiği belli olmayan 16 adet kalaşnikof satıldı. Bir süre sonra yaşanan bir sorun nedeniyle askerler silahları topladılar ve paraları geri ödemediler.

Bunun üzerine dava açıldı ve davada Yüzbaşı Gürcan Sercan, Üsteğmen Ercüment Oral ve Sebahattin isimli özel harekatçının yargılanmasına başlandı Davanın tek tanığı olan korucubabaşı Tokar, davanın açılmasının ardından ifadesi alınmak üzere Ovabaşı Jandarma Karakolu’na çağrıldı. Kardeşi arabayla onu karakola bıraktı. Ancak Tokar karakola girdikten sonra kendisinden bir daha haber alınamadı. Davanın tek tanığının kaybolması üzerine sanıklar da suçsuz bulunarak tahliye edildi. İşte o gün bugün Tokar ailesi babalarının izini sürüyor. Yıllarca babasının hasretini çeken ve izini süren Şehmuz Tokar, babasının da Bitlis Mutki mezarlığında bulunduğundan emin olduğunu söylüyor.

‘AMCAM KARAKOLA BIRAKTI’

8 yaşındayken Ovakışla Karakolu’ndaki askerlerin, özellikle de Üsteğmen Ercüment Oral ve Karakol komutanı Yüzbaşı Gürcan Sercan’ın eve gidip geldiğini, babasıyla konuştuklarına, talimatlar verdiklerine tanık olduğunu anlatan Şehmuz Tokar, “Onu en son yine öyle bir günde gördüm. O şahıslardan birinden bir telefon geldi ve babamı acilen karakola çağırdılar. Babam önce parasının olmadığını söylüyordu. Ama anlaşılan karşı taraftaki çok ısrar etmiş olacak ki, ‘Tamam komutanım’ diyerek amcamı alıp çıktı. Amcam babamı arabayla karakolun önüne bırakmış ve karakoldan içeri girdiğini de görmüş. O günden sonra babamdan bir daha haber alamadık. Amcam Bişar Tokar defalarca Ovakışla karakoluna gitti, ancak her seferinde babamın oradan çıkıp gittiğini söylediler. Bu hiç inandırıcı değildi, çünkü babamı herkes tanıyordu ve karakoldan çıkmış olsaydı mutlaka bir gören olur ve bize haber verirlerdi” diye anlattı.

‘TOKAR’I KAYBEDEREK SUSTURDULAR’

O günlerde Yüzbaşı Gürcan Sercan, Üsteğmen Ercüment Oral ve bir özel harekatçının yargılandığı silah kaçakçılığı davasının tek tanığının babası olduğunu belirten Tokar, “Amcamın anlattığına göre, babam karar duruşmasına 4 gün kala karakola çağrılmış ve davanın tek tanığı olduğu için o kaybolunca davada da bir sonuca varılamamış” dedi.

Yüzbaşı Sercan ile Üsteğmen Oral’ın daha sonra başka bir yere tayin olduklarına dikkat çeken Tokar, “Ercüment Oral kayıplara karışırken, Gürcan Sercan ise gazetelere gönderdiği yazılı açıklamada, babamın karakola çağrılmadığını, koyun satmak için Ahlat çarşısına indiğini ve orada kaybolduğunu ifade etti. Oysa ki amcam babamı karakola kendi götürmüş ve içeri girdiğini gözleriyle görmüştü. Babamın kaybedilmesinde suçlu olan kişiler, hem amcama hem anneme, hem de diğer tüm aile fertlerine göre kesinlikle Ercüment Oral ve Gürcan Sercan’dır” dedi.

‘BABAMIN KEMİKLERİ MUTKİ’DE...’

Bugüne kadar başvrurmadıkları bir merci kalamdığının altını çizen oğul Tokar, ”Olayın üstünü örttüler. Ailemize parasal bir yardım da yapılmadı. 7 kardeşiz. Annemin ve amcamın sayesinde büyüdük. Babam kaybolduğunda devletin yaptığı tek şey ise, eve asker gönderip babama teslim ettikleri silahı geri almak oldu” diye konuştu. Babasının kendisinin çok sevdiğini ve 8 yaşından beri onu bulma umudu taşıdığını dile getiren oğul Tokar, “Babamın izini büyüdükten sonra epey sürdüm, sonra bir sonuç alamayacağımı kabullenerek İstanbul’a çalışmaya gittim. Ama Bitlis Mutki’deki toplu mezarlarla ilgili haberleri televizyonda izleyince hemen İHD’ye gidip başvurumu yaptım. Babamın kemiklerinin orada olduğundan eminim” diye konuştu.

ANF NEWS AGENCY

16 Ocak 2011 Pazar

Kayıp Annelerinin Başkanı Hebe de Bonafini ile söyleşi-Amy Goodman

Kayıp Annelerinin Başkanı Hebe de Bonafini ile söyleşi-Amy Goodman

Posted by lahy 16/01/2011
Democracynow.org sitesinde AMY GOODMAN’ın Arjantin’de Kayıp Anneleri Derneği Başkanı Hebe de Bonafini ile yaptığı söyleşinin birinci bölümü.:

AMY GOODMAN:İsminizi, ait olduğunuz kuruluşu ve burada, Arjantin de ne yapmaya çalıştığınızı söyleyerek konuşmaya başlarmısınız?
HEBE DE BONAFINI: Benim adım Hebe. Annelerin başkanıyım. Avukatlarımızın takip ettiği davalardan ayrı olarak, bizim Arjantin’de yapmaya çalıştığımız çocuklarımızın hayalini kurduğu ülkeyi kurmaktır, bunun için, evler ve okullar inşa etmek ve mahrum kalmış yerleri yaşanabilir kılmak, dışlanmış olanlara, – iki üç kuşaktır hiç çalışmamış, karton kutularda veya hırsızlık yaparak yaşayanlara- iş sağlamak için çalışıyoruz. Köylere (gecekondular) gidip onlara eğitim veriyoruz ve onlar kendi evlerini inşa ediyorlar. Ancak kendilerini eğitme, ilk ve orta okulu bitirme zorunlulukları da var. Aç olanları doyurmak için yemek sağlama yerlerimiz, ve de ev inşası için eğitim yerimiz sağlık kilinik ve hastahanelerde var. Çöplüklerde yaşıyorlardı – ve biz yaşanabilir yerler inşa ettik, benim yaşadığım yerden daha güzel olan yerler ve onlara evleri dayayıp döşeyip veriyoruz.
AMY GOODMAN: Bize kendi kişisel hikayen hakkında konuşumusun? Mayo meydanı Annelerini nasıl kurdunuz?
HEBE DE BONAFINI: Genelde kendi kişisel hikayelerimiz hakkında konuşmuyoruz, çünkü yalnızca kendi deneyimim hakkında konuşmak adaletsiz olacaktır, benim biraz kendi hakkımda konuşmam diğer annelerin kendi hikayelerini anlatamaması demek olacaktır. Ancak hikayelerimiz birbirne çok benziyor.  Bazılarımız bir , iki ya da üç çocuk kaybettiler; bana gelince kayıplarımın sayısı üç. Birini yoldan kaçırdılar, birini evden aldılar ve diğeri de sendika da toplantıdan alındı. Bu gibi yerler, üniversiteler kaçırma olaylarını gerçekleştirdikleri ana yerlerdi..
AMY GOODMAN: Onlar kız ve oğullarınızmıydı?
HEBE DE BONAFINI: İki oğlan ve bir kız. Ve oğullarımından birinin karısı, evimde yaşadığı için kızım gibiydi. Bir buçuk yıl içinde üçünü de aldılar.
AMY GOODMAN: 1977?
HEBE DE BONAFINI: 1977, ’77, iki ve ’78′de bir. 1978′de Dünya Futbol Turnuvası vardı, diğerini aldılar. İlk oğlumu aldıkları andan itibaren durmadım. O zaman Annelerin örgütü yoktu ve biz sokaklarda onları arıyorduk. Anneler olarak 30 Nisan 1977′de kuruluşumuzu yaptık.  Ve o andan ve o günden beri meydana gitmediğimiz tek bir gün bile olmadı.
AMY GOODMAN: Ve kızın, oğlun ve gelinin hakkında bir bilgiye ulaşabildin mi?
HEBE DE BONAFINI: Bazı anneler toplama kamplarından çıkanlardan  bilgi edinebildi ve bazılarımız aramalarında çok daha ısrarlı idi. Ve biz toplama kamplarından çıkanlarla konuştuk. Onlar dışarı çıktıklarında, ”Evet orda biri vardı ve şimdi o kişi Ensenada şehrinde” gibi şeyler söylüyorlardı, böylece bizde oraya gidip araştırıyorduk.  Ve böylece bizi terörize edilmiş herhangi bir kimseye ulaştıracak her izi takip ediyorduk..Sık sık toplama kamplarında öylesine terörize edilmiş olarak çıkıyorlardı ki, konuşmak falan istemiyorlardı.
Ve böylece, en büyük oğlumun ilk olarak comisaría’ya,  clinica polis istasyonuna götürüldüğünü öğrendim. Varır varmaz 20 gün durmaksızın işkence gördüğünü öğrendim. Bunu polis istasyonundan çıkan birinden öğrendim.  Comisaría,  polis istasyonuna gitmeyi denedim, ve oraya gidip benim oğlum burada diye bağırdım. Ve beni orada dövüp sokağa attılar.
AMY GOODMAN: Oğlunun ismi neydi?
HEBE DE BONAFINI: Jorge. Hep yaptıkları gibi oğlumu değişik toplama kamplarına götürdüler. En küçük oğlumu en La Cacha isimli en büyük toplama kampına  götürdüler.
AMY GOODMAN: Adı neydi?
HEBE DE BONAFINI: Raúl. Ve yerin adı La Cachavacha idi ve  Raúl oradaki çocuklardan biri idi. Onu bir çok kişinin olduğu bir sendika toplantısından aldılar. Ve büyük oğlumun karısını bir şekerçi dükkanından alıp götürdüler.
AMY GOODMAN: Adı neydi?
HEBE DE BONAFINI: María Elena.  Ezeiza kasabası yakınlarındaki Puente Doce, the 12.inci Köprü toplama kampına götürüldü. Çok güzel, genç bir kadın idi. Orada bulunan kayıplara yiyecek hazırlamasını emrettiler, bunu yapmalarının nedeni aralarında ayrılıklar yaratmak idi. O yiyecek hazırlamayı red etti ve onu hemen orada vurdular. Kurşunladılar.
AMY GOODMAN: Yiyecek hazırlamayı mı red etti?
HEBE DE BONAFINI: Yiyecek hazırlamayı red etti ve bundan dolayı öldürüldü, La Cacha’da ki bütün çocuklarımız, gençleri açlıktan ölüme mahkum ettiler. Onlara su ya da yiyecek vermeyip ölüme terk ettiler. Böylece hiç kimse orası hakkında konuşamayacak idi, orayı canlı olarak terk etmiş bir tek kişi bile yok.
ESMA, gibi bazı kamplarda şahitler olduğu için bir çok yargılama yapıldı, bir çok tanık  ESMA’dan çıktı. Ancak hiç bir tanığın olmadığı diğer yerlerde herkesi öldürdüler.
Annelerin üç tanesi de kaçırıldı, en fazla bilgiye sahip üç kadındılar.1977 sonunda annelerin ilk kaçırılması gerçekleştirildi.
AMY GOODMAN: Plaza de Mayo’da yürüyen annelerden?
HEBE DE BONAFINI: Evet. Azucena, Maria ve Esther üç kadındılar. Azucena Villaflor Peroncu hareket içinde çok aktif idi. Maria Ponce Üçüncü Dünya Kilisesi ile çalışıyordu. Ve Esther biokimyacıydı ve aktif idi ve Paraguaylıydı, Paraguay’da ki Stroessner diktatörlüğünden kaçmıştı. Onları, Annelerin sayısı 200′e çıktığı günlerde 8 ve 10 Aralık 1977 günleri arasında kaçırdılar.
Ve böylece yeni bir başlangıç yapmak zorunda kaldık. Hiç kimse meydana geri dönmek istemedi. Bir iki tanemiz annelerin evlerine gidip, ” Oğul ve kızlarımızı kayıp ettiler ve şimdide Anneler kayıp edildi. Ve şimdi birşeyler yapmamız lazım, şehitliği kabul edip oturamayız” diyorduk. Şehit olmak, çünkü bize herşeyi yaptılar. Ancak biz annelerin örgütünü kurmayı başardık ve önemli bir şekilde büyüdük ve şimdi herşeyi yaptığımız için büyük bir örgüt haline geldik.
Şimdi çok radikal bir pozisyona sahibiz. Sosyal bir annelik anlayışımız var, çünkü bütün annelerin çocukları toptan kayıp olmadı.Ve böylece yalnızca bazı anneler için taleplerde bulunup diğerleri için bulunmamanın adaletsizlik olacağını düşündük Ve böylece herkes için taleplerde bulunmaya karar verdik. Başörtülerimizde yalnızca bir çocuğun  ismi yazılı değil. Ve de bireysel mücadele olarak tanımlanacak herşeyi red ettik, çünkü adalet ile onarılması gerekenler para ile onarılmaz. Cesetlerin çıkarılması talep etmedik, çünkü ilk olarak bir devrimci hiçbir zaman bir ölü ya da bir torbanın içindeki kemikler değildir ve diğer söylenmesi gereken de, hiç kimse hiçbir zaman ortaya çıkıp, ” Evet onları ben öldürdüm” demedi. Böylece eğer onlar kabullenmiyorlarsa biz neden (tazminatı) kabul edecek idik?
AMY GOODMAN: Diğer anneler kaçırıldığı zaman devam etme gücünü nereden aldınız?
HEBE DE BONAFINI: Büyük bir sorumluluk idi. Birlikte protesto etmeye, çalışmaya başladık,verdiğimiz söz çocuklarımız için çalışmayı hiç bir zaman bırakmamak – ilk olarak onları yaşarken bulmak ve sonra da adalet için uğraşmak ve sonra da onların gittiği yolda ilerlemek, onların uğruna yaşamlarını verdikleri yapılması gerekenleri yapmak idi.
AMY GOODMAN: Adli Tıp projesı hakkında konuşurmusunuz?
HEBE DE BONAFINI: Hayır, bu bizimle ilgili bir proje değildir çünkü annelerden daha çok baba/anneannelere aittir. Nineler meydana gitmiyorlar. Onların görevi- torunlarını ya da onların kemiklerini bulmaya çalışıyorlar. Daha önce söylediğim gibi bu bizim işimiz değil. Hali hazırda onların hepsini bulamayacağımızı biliyoruz. Hiçbir zaman çocuklarımı bir torbaya konmuş kemikler olarak düşünemem. Hayatlarını inançları için feda ettiler, bu büyük bir şeydir, ve böylece kendimizi Batılı ya da Hristiyan cenaze törenleriyle ya da DNA için bir damla kan ile durduramayız. Bizim varlık sebebimiz bu değildir.
AMY GOODMAN: Hebe kullanadığınız beyaz başörtüleri hakkında bilgi verirmisiin?
HEBE DE BONAFINI:Bütün anneler biraraya geldiği zaman 200 kişi kadardık. 14 anne çivarında başladık, sonra da sayımız 200′ü geçti. 1977 Ekim ayının ortalarında, Maria günü,burada bir kamu gösterisi yapıp ve bunu bir ibadet yerinde gerçekleştiriyorlardı. Ve gençler, bir çok genç oraya gidiyordu. Anneler olarak gitmeye karar verdik, ancak o zaman birbirmizi tanımıyorduk. Hepimiz Beba, Pipa, Chola gibi takma isimer kullandık. Birbirimizin gerçek isimlerini bile bilmiyorduk. özellikle yaptığımız bir şey değildi. 70 km yürüdükten sonra kendimizi gece karanlığında tanımak için ”neden bir başörtüsü takmıyoruz” dedik. Bu annelerden birinin önerisi idi çünkü o zamanlarda heniz kağıt ürünleri yoktu. Böylece ilk başörtüsü bir mendilden yapıldı. Sonra biz ismi başörtüsüne yazdık ve sosyal ilişkiler kurduk ve sonra bütün isimleri koyduk. Ve bu bizi bütün dünyada tanıtan işaret haline geldi.Sanki çoçuklaırmızın bize sarılmaları idi. Bizi ölüm ile özdeşleştirmelerini istemiyoruz. Bizi yalnızca yaşamla özdeşleştirmelerini istiyoruz.
Adına ESMA (eski gözaltı merkezi-toplma kampı) denilen yer, müze değilde sanat okulu haline geldi. Ona yeni bir isim verdik: Ecune, manası çocuklar için bir kültür alanı olmasıdır. Şimdi, orada bir oyun sergilenecek, bu çok güzel bir şeydir. Emekliler, çoçuklar herkes oraya gidiyor. Orası bir ölüm yeri idi, biz yaşamın simgesi haline getirdik ve oraya yaşam verdik. Başkan Néstor Kirchner’den Denizcilik okulunu istedik, orayı istedik. İşkençe ve infazlar için eğitimi orada verdiler. Ve şimdi orada, o aynı yerde, insanları mutlu yapmak için yaşam öğretimi sunuyoruz.
AMY GOODMAN: Ya Mayo meydanında taşıdığınız resimler?
HEBE DE BONAFINI: Artık o resimleri taşımıyoruz. Burada bir resim var- taşıdığımız bütün resimlerin birlikte kolajı. Bu resimleri kullanıp bir piramit haline getiriyorduk. Yaptığımız piramiti üzerinde isim olmayan resimlerle kaplıyorduk. Ve şimdi onların hepsini, çocuklarımızı ve şimdiden sontra devrimcilerin potrelerinin galerisi olarak kullandığımız kültür binasına götürdük. Oldukça, oldukça etkileyici ve onların orada olması güçlü bir semböldür.
AMY GOODMAN: Ve neden özellikle Mayo meydanında yürüyüş yaptınız?
HEBE DE BONAFINI: Çünkü hükümet binalarının önündeki meydandır. ve oraya gitmek için bir çaba gerekiyordu. Aynı Beyaz Saray gibi. Ve oraya gitmek her zaman zor idi.
AMY GOODMAN: Hebe, şu anda yürütülen mahkemelerin önemi hakkında ne söylemek istiyorsunuz?
HEBE DE BONAFINI: Delillere sahip olduğumuz toplama kampları hakkında yürütülen davalara katılıyoruz. Başarılı bir avukat grubumuz var ve onlar bu davalara bakıyorlar. Ancak on yıl kadar önce, nasıl hatırlanmamız gerektiği hakkında bir öneri sunduk, çünkü hepimiz yaşlanıyoruz, yaşlarımız 80-96 arasındadır. ve böylece kendimize nasıl hatırlanmak istediğimizi sormaya başladık. Adalet için askerlerle mücadele eden anneler mi ? Ya da çocuklarımızın aynen savaştığı gibi yeni bir ülke için inişa edebilecek anneler olarak mı? Böylece yaşamımızın bu aşamasında – bir askeri yetkiliyi hapse koymak mı yoksa bir çocuğun yiyecek ve eve sahip olması, ve belkide sağlık servisleri sahip okuyan biri olması mı önemliidr?
Biz çocukların mutluluğunu seçtik, bundan dolayı Paylaşılan Rüyalar adını verdiğimiz konut projesini kurduk ve gayet güzel evler inşa ettik. Ve bunun nedeni çok fakirler için inşa edilen acil köyleri ortadan kaldırmak idi. İnsanların çöplüklerde yaşadığını ve üç ay sonra da kadın ve erkek birlikte çalıştığını, evler inşa ettiğini, yeniden bu ülkenin vatandaşları olarak kendilerini hissetmelerini görmek çok duygulandırıcı idi. Onlara, bir iş sağlamak için, daha önce yaşamlarını nasıl kazandıklarını bile sormadık. Tek başına bir iş imkanı bile onların yaşamlarını değiştiriyor. Uyuşturucu ve alkolü bir tarafa bıraktılar ve bu, derin ve nefes kesici bir dönüşüm idi.
AMY GOODMAN: ”Niçin geriye bakıyorsunuz? ileriye bakın, bunlar tarih oldu”, diyenlere ne diyorsunuz
HEBE DE BONAFINI: Gerçekte eğer tarihi yoksa bir ülke inşa edemezsiniz. Geriye bakıp bundan dolayı paralize olmuyoruz. Bu yalnızca bir hatırlama sorunu da değildir. Hatıraların üretici olmasına ve birşeyler inşa etmeye yaraması gerçekliğine dikkat çekiyoruz. Bunun için ileriye bakıp mücadeleye karar verdik, böylece insanlar hakları olan şeylere sahip olsunlar dedik. Biz bunu yapabildik çünkü Başkan Kirchner bizle bir sözleşme imzalayıp önerilerimizi kabul etti, çünkü bizim bir paramız yok idi. Bize saygı duydukları için itibarımız var, çünkü biz çalıp çırpmayız. Ve bu yılın sonunda(2010) inşa ettiğimiz evlerin sayısı 10.000′e ulaşacaktır. Bizim için büyük bir başarıdır, büyük bir rakam.
Birinci Bölümün Sonu
Çeviri: Erol Yesilyurt /Lahy

http://lahy.wordpress.com/2011/01/16/kayip-anneleri-ile-soylesi/

8 Ocak 2011 Cumartesi

Hizbullah sokakta, kayıplar nerede?'

Hizbullah sokakta, kayıplar nerede?'

08/01/2011 15:41
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1035671&Date=08.01.2011&CategoryID=77

Diyarbakır'da Hizbullahçıların serbest bırakılması 'satırlı tabancalı, domuz bağlı' pankartlarla protesto edildi

'Hizbullah sokakta, kayıplar nerede?'

Ramazan YAVUZ-Serdar SUNAR

DİYARBAKIR - Diyarbakır’daki kayıp yakınları, tutukluluk süresini düzenleyen CMK’nın 102’nci maddesindeki değişikliğin yürürlüğe girmesiyle çok sayıda cinayet ile ilgili yargılanmalarına rağmen Hizbullah sanıklarının tahliye edilmesini oturma eylemi düzenleyerek protesto etti. Ellerinde faili meçhul cinayetle öldürülenlerin yakınlarının fotoğraflarını taşıyan aileler, üzerinde tabanca, satır ve domuz bağıya bağlanan insan şekillerinin bulunduğu ’Hizbi-Kontra’ya yargı ve yürütmeden 2011’de Azadi (özgürlük) ödülü’, ’Hizbullah sokakta, kayıplar nerede?’ yazılı dövizler açtı.

TABANCA, DOMUZ BAĞI VE SATIRLI DÖVİZLER AÇILDI
Diyarbakır’da 1990’lı yıllarda faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin katillerinin bulunması amacıyla her cumartesi kayıp yakınları tarafından Koşuyolu parkında bulunan Yaşam Hakkı Anıtı önünde düzenlenen oturma eyleminin bu haftaki bölümünde, CMK’nın 102’nci maddesindeki değişiklikle çok sayıda cinayetle yargılanmalarına rağmen Hizbullah eylemleri ile ilgili sanıkların tahliye edilmesi protesto edildi. Faili meçhul cinayetle öldürülen 109 kişinin fotoğraflarını taşıyan, tabanca, satır ve domuz bağıyla bağlanan insan şekillerinin bulunduğu ’Hizbi-Kontra’ya yargı ve yürütmeden 2011’de Azadi (özgürlük) ödülü’, ’Hizbullah sokakta, kayıplar nerede?" yazılı dövizlerin arkasında oturan bazı kadınların PKK flamalarında bulunan sarı-kırmızı-yeşil ve ortasında yıldız bulunan şekilli eldivenler takması ise dikkat çekti.

CİNAYETLER DEVLETİN BİLGİSİ DAHİLİNDEDİR
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Ankara’dan hava muhalefeti nedeniyle katılamadığı yaklaşık 50 kişinin katıldığı oturma eylemi öncesi konuşan Diyarbakır İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, bir devlet politikası olarak Kürt coğrafyasında ve Türkiye genelinde yaşanan vahşeti teşir etmelerinin 100’üncü haftasında olduklarını belirterek, şöyle dedi:

"Bu bölgede kayıp edilen, yargısız infaza götürülen, faili mechule uğratılan bütün bu kayıpların hepsi devlet bilgisi dahilindedir ve devletin arşivlerinde mevcuttur. Bunları ortaya çıkarmadığı sürece, adil bir yargılamayı gerçekleştirmediği sürece, ailelerden özür dilemediği sürece, bu yapılan ve işlenen bütün bu kayıpların faili mechullerin suç ortağıdır. Burdan devlete, yetkililere ve hükümete sesleniyoruz. Bu failleri, bu kayıpları ortaya çıkarın. Failleri yargı önüne çıkarın, ailelerden özür dileyin diyoruz."

BAŞBAKAN KAYIPLARA EL ATSIN
Oturma eylemine katılan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ise, kayıp yakınlarının her hafta oturma eylemine devam ederek ayın şeyi istediğini belirterek, kayıp yakınları, annelerinin 100 haftadan bu yana burada oturarak her hafta aynı şeyi istediklerini söyledi. Türkdoğan, bunların evlat, kardeş, annne ve babalarının kemiklerini, mezalarını aradıklarını vurgularken şöyle devam etti:

"Buradan sayın Başbakana sesleniyorum; Lütfen artık daha fazla seyirci kalmayın. Türkiye kayıplar sorununu bir an önce çözmeli, devlet arşivlerini açmalıdır. İnsanlarımızın nerede olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Lütfen artık onların mezarlarını daha fazla gizlemeyin, saklamayın. Hiç değilse aileler kayıplarının bir mezarı olsun istiyor. Dini inancına uygun bir tören yapmak istiyor. Mezarı başında dua etmek istiyor. Bunu istemek çok mu? Elbetteki biz insan hakları savunucuları adalet istiyoruz. Elbetteki adalet arayışımız devam edecek. Ancak önce gelin kayıplarımızın nerede olduğunu açıklayın. Aralık ayında Dünya yeni bir aşamaya geldi. BM Kayıplar Sözleşmesi yürürlüğe girdi. Hükümete sesleniyoruz; Kayıplar sözleşmesine taraf olun, biz de kayıplarımızın akibetini öğrenelim. Birkaç gün önce Bitlis’in Mutki ilçesinde 12 kişiye ait bir toplu mezar açtırıldı. Arkadaşlarımızın ısrarlı çabaları sonucu yer tesbit edildi ve açtırıldı. Oradaki 9 sivil insanın infaz edildiğine dair kuvvetli bulgular var. Bunlar araştırılacak. Daha bunun gibi binlercesinin araştırılması gerekiyor. ’Hizbi kontra’ denilen kişiler salıverilmeye başladı. Eli kanlı katiller salıveriliyor. İnsan hakları savunucularının tutukluğu devam ediyor. İHD başkanı Muharrem Erbey’in tutukluluğunu kim bize izah edecek. Toplu mezarları açtırmak için uğraşan, kayıpların akibetini araştıran, faili mechullerin faillerinin yakalanması için uğraşan insan hakları savunucuları cezaevinde hapiste, suç işleyen eli kanlı katiller aramızda dolaşıyor. Bu nasıl bir adalet anlayışı? İsyan edişimiz geliyor. İnsan hakları savunucularının tutukluluğunu kabul etmiyoruz, serbest bırakılmasını istiyoruz."
İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, bölgede yüzlerce toplu mezar olduğuna dair duyumlar bulunduğunu, bunların açılması için çalışma yapılması gerektiğini anlatırken, "Sayın başbakanın vicdanına sesleniyorum. Lütfen kayıp yakınlarını, cumartesi annelerini ve buradaki barış annelerini lütfen ziyaret edin. Onlarla bir araya gelin. Onların sorunlarını dinleyin. Belki sizin vicdanınızın sesi onları ikna edebilir. Ve buraya hükümet artık buraya bir irade koymalı. Gerçekten Türkiye kayıplar sorunlarıyla ilgilenmelidir" dedi.
Kayıp yakınları basın açıklamasından sonra 1 dakikalık oturma eyleminden sonra dağıldı.(dha)

Kayıp yakınlarından 'Hizbul-Kontra' protestosu




Kayıp yakınlarından 'Hizbul-Kontra' protestosu

ANF
13:45 / 08 Ocak 2011
AMED - İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları tarafından “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” sloganıyla her hafta düzenlenen oturma eylemi 100. haftasında 90’lı yıllarda kaybedilen ve faili meçhul cinayete kurban giden Kürt siyasetçilere adandı.

Çok sayıda kurum temsilcisi ve kayıp yakınının katıldığı oturma eyleminde konuşan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) Kayıplar Sözleşmesine dikkat çekerek, “22 ülke bu sözleşmeye onay verdi. Hükümete sesleniyoruz; kayılar sözleşmesine taraf olun ve biz de kayıplarımızın nerede olduğunu öğrenelim. Hiç değilse anaların, kayıp yakınlarının dua edebilecekleri bir mezarları olsun” dedi.

İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınlarının 31 Ocak 2009 tarihinde başlattığı ve aralıksız her hafta Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” sloganıyla gerçekleştirilen oturma eylemi 100. haftasına girdi.

Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapılan oturma eylemine aralarında İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Genel Sekreter M. Emrah Şeyhanlıoğlu, İHD Diyarbakır Şube yöneticicileri, İHD’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nden gelen tüm şube başkanı ve yöneticileri, BDP’li yöneticiler, Diyarbakır’da bulunan çok sayıda sivil örgütü temsilcisi ve kayıp yakınları katıldı.

“Kayıplar bulunsun, failler yargılansın”, “Hizbullah sokakta, kayıplar nerede”, “Hizbul-Kontraya yargı ve yürütmeden 2011 özgürlük ödülü”, “JİTEM, Bolu, Kayseri tugayları neden sorgulanmıyor, yargılanmıyor, yoksa devlet sırrı mı?” yazılı dövizlerin açıldığı oturma eyleminde kayıp yakınları, kaybedilen yakınlarının fotoğraflarını taşıdı.

“HÜKÜMET FAİLLERİ BULMADIĞI SÜRECE CİNAYETLERİN ORTAĞIDIR”

Eylemde ilk olarak kısa bir konuşma yapan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, oturma eyleminin 100. Haftasında bir arada olduklarını belirterek, “Faili meçhule kurban giden herkesin akıbeti, devletin bilgisi dahilindedir. Buradan Hükümete sesleniyoruz; failleri yargı önüne çıkarın ve ailelerden özür dileyin. Hükümet bunları ortaya çıkarmadığı sürece bu cinayetlerin ortağıdır” dedi.

“KAYIPLARIMIZIN KEMİKLERİNİ GİZLEMEYİN”

Daha sonra konuşan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Türkiye genelinde kayıplar için yapılan oturma eylemlerine dikkat çekerek, İstanbul’da 300’üncü hafta, Diyarbakır’da da 100’üncü haftayı geride bıraktıklarını söyledi. İHD olarak bu çalışmayı sürdürmeye kararlı olduklarını kaydeden Türkdoğan, “Artık şunu haykırıyoruz, isyan ediyoruz. Kayıp yakınları, analar 100 haftadır burada oturuyor ve her hafta aynı şeyi istiyor. Evlatlarının Yakınlarının kemiklerini arıyor, mezarlarını arıyor. Buradan Başbakana sesleniyorum; lütfen artık daha fazla seyirci kalmayın. Türkiye kayıp sorununu bir an önce çözmelidir. Devlet arşivlerini açmalıdır. İnsanlarımızın nerede olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Lütfen artık kayıplarımızın kemiklerini gizlemeyin, saklamayın” diye konuştu.

Kayıp ailelerinin hiç değilse yakınlarının bir mezarı olmasını istediklerini ifade eden Türkdoğan, “Aileler kayıplarının bir mezarı olsun istiyor, mezarı başında dua etmek istiyor. Bunu istemek çok mu? Elbette ki biz insan hakları savunucuları adalet istiyoruz. Adalet arayışımız devam edecek. Ancak önce gelin kayıplarımızın nerde olduğunu açıklayın” dedi.

“KAYIP YAKINLARINI GÖRÜN, BELKİ VİCDANINIZI İKNA EDEBİLİR”

Aralık ayında dünya ülkelerinin yeni bir aşama kaydederek, BM Kayıplar Sözleşmesi’ni yürürlüğe soktuğunu ifade eden Türkdoğan, şöyle devam etti: “22 tane ülke bu sözleşmeye onay verdi ve şu anda BM Kayıplar Komitesi işbaşı yaptı. Hükümete sesleniyoruz; kayıplar sözleşmesine taraf olun ve biz de kayıplarımızın nerde olduğunu öğrenelim. Birkaç gün önce arkadaşlarımızın ısrarlı çabaları sonucu Mutki de 12 kişilik mezar açıldı. O mezardan çıkan 12 insanın infaz edildiğine dair kuvvetli emareler var. Ve bunun gibi yüzlerce toplu mezarın olduğunu artık biliyoruz. Sayın Başbakan’a sesleniyoruz; kayıp yakınlarını, evlatlarını kaybeden anaları ziyaret edin, onların sorunlarını dinleyin, seslerine kulak verin. Belki sizin vicdanınızı onlar ikna edebilir. Hükümet artık bir irade ortaya koymalı ve devlet kayıplar sorunuyla artık yüzleşmeli diyoruz.”

TCK’nın 102. Maddesinde yapılan değişiklik sonrası cezaevinden salıverilen Hizbullahçılara da değinen Türkdoğan, “Faili meçhullerin faillerinin yakalanması için uğraşan, hak mücadelesi veren insan hakları savunucuları hapiste, eli kanlı katiller ise dışarıda. Bu nasıl adalet, bu nasıl vicdan? Gerçekten artık öfkeleniyoruz, artık isyan edsimiz geliyor. Arkadaşlarımızın tutukluluğunu kabul etmiyoruz. Bu faaliyetlerin yürütülebilmesi için arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz” dedi.

KAYBEDİLEN KÜRT SİYASETÇİLERİN HİKAYESİ ANLATILDI

Türkdoğan’ın konuşmasının ardından İHD Kayıp Komisyonu Üyesi Necibe Güneş Perinçek, 90’lı yıllarda HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP ve DEHAP gibi Kürt partilerinde faaliyet yürüten ve sayıları 150’yi bulan Kürt siyasetçilerin faili meçhule kurban gidişleri ve kaybedilişlerinin hikayesini anlattı.

Yapılan konuşmaların ardından kitle protesto amaçlı 5 dakikalık oturma eylemi yaptı.

ANF NEWS AGENCY