20 Şubat 2011 Pazar

BİRGÜN

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 6 Şubat’ta Dolmabahçe’de Cumartesi Anneleri’yle görüşmüştü. O Annelerden biri de Berfo Ana. Biz Berfo Ana’nın oğlu Mikail Kırbayır’la ile bu görüşmeyle birlikte nasıl bir noktaya gelindiğini konuştuk. “Süreç nasıl ilerliyor?” ve “Geleceğe umutla bakabilir miyiz” gibi soruları tartıştık.
 
 “Umutlar yıkılırsa, bu, kokuşmuş düzenin ispatı olur” diyen Kırbayır, geleceğe umutla bakmak istediklerini söyledi.

- Şu anki sürece nasıl bakıyorsunuz? Başbakan ile görüşme sonrası gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet geleneği içinde Türkiye’nin başbakanı, yürütmenin de başı. Başbakan gözaltındaki kayıplar ile ilgili görüşmüştür, Cumartesi Anneleri ile görüşmüştür. Başbakanın olaya el koyması bir yerde devletin olaya el koyması demektir. Başbakan, gerekli her şeyin yapılacağını söyledi.

Bu görüşmede, Berfo Ana’nın talep ettiği şey sadece oğlunun yerini mi öğrenmekti?
Doğrudur. Anam Başbakan’la görüşmeye gittiğinde Cumartesi Anaları’nın Galatasaray Lisesi’nin önünde verdiği mücadeleyle gitti. Cumartesi Anneleri’nin yaptığı şey, hak arama talebidir. Yok edilen insanların mezarları nerededir! Bize mezarlarını verin. Mezar yerlerini biliyorsanız kemiklerini verin. 1994’den bu yana verilen mücadele sonrası Başbakan gecikmeli de olsa anaları kabul etmiştir, o analardan biri de Berfo Anadır. “Ben oğlumun mezarını istiyorum. Sen Başbakansın. Oğlum nerdeyse bul çıkar” demiştir anam. Berfo Ana, “oğlumun mezarını görmeden ölmeyeceğim” demiştir.

- Siz gelecek dönemde, kayıplarınızın bulunacağına inanıyor musunuz, umutlu musunuz?

Umutla bakmak istiyorum. Ha bulunmazsa ne olur? Umutlar yıkılırsa ne olur? Ne olur biliyor musunuz? Bu kokuşmuş düzenin, bu çarpık düzenin ispatı olur. Bundan acı bir şey yoktur. Bu kokuşmuşluk ispatlanmış olur. Ben umutlanmayacağım da kim umutlanacak. Bu mücadelemiz nerede olduklarını öğrenene kadar devam edecektir.

Yaşasaydı BirGün’de yazardı


- Gazetemizde, Berfo Ana’yla ilgili çıkan habere üzüldüğünüzü öğrendik. Bu konudaki görüşlerinizi alalım.

12 Eylül 1980’de ülke yönetimine el koyan 5 darbeci generalin, ülke yönetimine el koyması sonucu 12 Eylül 1980’de gözaltına alınıp da 8 Ekim 1980’de katledilen Cemil Kırbayır yaşasaydı, hayatta olsaydı bugün, buna hiçbir şüphem yok ki halkına BirGün gazetesinin ilgili sütunlarından seslenirdi. Bu kadar kendimden biri gördüğüm ve sahiplendiğim BirGün gazetesinden “Berfo Ana Başbakan’la Dolmabahçe sarayında görüşmesinde evinin tamir edilmesi için talepte bulunmuştur” denilmesi beni yaralamıştır, aileyi yaralamıştır. Anamın hiçbir zaman tadilat gibi bir talebi olmamıştır. 31 yıllık zaman süreci içerisinde itildik, kakıldık, sürüldük, ama onurumuzdan hiçbir zaman hiçbir şekilde taviz vermedik. Onurumuz bizim sermayemizdir. Bizim sermayemiz duruşumuzdur. Düzene karşı olan kavgamızdır.

- Peki o evin hikayesi nedir?
O ev bizi doğuran evdir. Cemil Kırbayır’ı ve 6 tane kardeşini kendi yağıyla kavrulan fırın emekçisi babanın yaptırdığı tipik bir Anadolu evidir. Anamız bizi o evde doğurmuş. O ev Cemil’in evidir. Anam da Cemil gidip gelmeyince, oğlunun evine ve onun eşyalarına dokunulmazlık ilan etti. ‘Hiçbir şekilde hiçbir kimse bu evin hiçbir şeyine dokunmayacaktır’ dedi. Dokunulmayacaktır sorusuna yanıt, dokunulursa, tadilat yapılırsa Cemil gelir evi tanıyamaz cevabıdır. Anam o evin kapısını sürekli açık bırakmıştır. Cemil gelirse direk girsin diye. O evin öyküsü budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder