6 Şubat 2011 Pazar

Gördüğü işkenceyi annelere anlattı

Gördüğü işkenceyi annelere anlattı

06/02/2011 9:00
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1039126&Date=07.02.2011&CategoryID=77

Yıllardır her cumartesi günü seslerini duyurmak için eylem yapan anneleri Başbakan ağırladı. Erdoğan annelere, gençliğinde gözaltındayken işkence gördüğünü anlattı.

Gördüğü işkenceyi annelere anlattı
Yıllardır Taksim’de her cumartesi eylem yapan ‘kayıp’ yakınları, dün Başbakan Tayyip Erdoğan’ tarafından ağırlandı. Anneler artık yaşlandıklarını belirterek, “Bari oğullarımızın bir mezarı olsun” dedi ve hemen somut bir adım atılmasını istedi. Erdoğan da annelere, gençliğinde tutuklandığında işkence gördüğünü anlattı:

Erdoğan’ın daveti üzerine Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde gerçekleşen buluşma, saat 17.00’de başladı. Görüşmeye,, Cumartesi Anneleri’ne mensup 12 kayıbın yakını ile İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon’dan iki temsilci katıldı.


Erdoğan’ın yanında AKP’li milletvekilleri Ayşenur Bahçekapılı ve Güldal Akşit ile iki danışmanı vardı. Aslında yarım saat sürmesi planlanan görüşme iki saate uzadı. Her bir kayıp yakının öyküsünü dinleyip notlar alan Başbakan, Akşit’in yanında oturan Cemil Kırbayır’ın 103 yaşındaki Berfo Kırbayır ile özel olarak ilgilendi.

Kırbayır’ın yanı sıra 86 yaşındaki Zeycan Yedigöl ve 82 yaşındaki Elmas Eren, tek isteklerinin, oğullarının kemiklerine kavuşmak olduğunu söyledi. Anneler “Artık yaşlandık. Bir mezarımız olsun. Siz Başbakansınız, bulabilirsiniz” dedi. Aileler ayrıca somut adım atılmasını istedi. Örneğin, 2006 yılında kabul edilen, kişilerin kaybedilmesine ilişkin uluslarası sözlemenin imzalanmasıyla yola çıkılabileceği ifade edildi. Görüşmede, kayıpların bulunması, akıbetlerinin açıklanması ve bu yönde komisyonlar kurulması gibi müeyyideler içeren sözleşmenin beş yıldır imzalanmadığı hatırlatıldı. Başbakan Erdoğan, buna “İmzalamamışsak, vardır bir nedeni” diye yanıt verdi.

Görüşme sonrası Tolga Baykal Ceylan’ın annesi Kadriye Ceylan, umutlandığını belirtirken, ilginç bir bilgiyi de aktardı:
“Genel anlamda sıcaktı. Ama biz somut şeyler bekliyoruz. Oğlumun kaybedilişini anlatınca ‘Kaybedenler hep aynı metodu uyguluyor’ dedi. Oğlum kaybedildiğinde Başbakan’a yazdığım dilekçe kendisine ulaşmamış, bunu öğrendim. O da çok şaşırdı. Bizi sonuna kadar, çok sabırla dinledi. Sonra, kendisinin tutuklandığında dizlerine kadar suya soktuklarını, üşütüp üşütüp ısıtıldıklarını anlattı.”

Komisyon Üyesi Sebla Arcan ise somut adımlar atılmadığı sürece görüşmenin bir anlamı olmadığını ifade ederek, şöyle devam etti: “Bu görüşmenin somut sonuçlara dönüşmesini istiyoruz. Nihayet, memleketin başbaşkanı, bütün imkanlar elinde. Artık adım atmasını istiyoruz. Sekiz yıllık iktidarı boyunca AKP kayıplar için tek bir işlem yapmadı. Hiçbir faili meçhul aydınlatılıp yargılanmadı. Uluslarası sözleşmeyi imzalayarak ilk adımı atabilir. Gerçi bu öneriden çok hoşlanmadı.”


1979’da Metris’e götürülmüştü
Erdoğan, 1979’da Milli Selamet Partisi Gençlik Kolları üyesi bir grup gençle, öldürülen iki arkadaşının cenazesine katılmış ve gözaltına alınmıştı. AKP Milletvekili Hüseyin Besli ile Şair Ömer Özbay’ın kaleme aldığı ‘Recep Tayyip Erdoğan-Bir Liderin Doğuşu’ adlı kitapta Erdoğan, Metris’te geçirdiği bir geceyi anlatmıştı: “Gecemizin büyük bir kısmını, koridorda ve ayakta geçirdik. İstesek de oturamazdık, çünkü yerler su içindeydi... Bir süre sonra yatacak yer gösterdiler. Tam uykuya dalmak üzereyken acı bir feryatla irkildik... Çorba yapıp getiren onbaşıyı falakaya yatırmışlar.”


‘Bir daha haber alınamayan’lar
CEMİL KIRBAYIR: 13 Ekim 1980’da Kars’ın Göle ilçesinde gözaltına alındı. Bir daha haber alınamadı.
HAYRETTİN EREN: İstanbul’da 21 Kasım 1980’de gözaltına alındı. En son Gayrettepe İl Emniyet Müdürlüğü’ndeydi. NURETTİN YEDİGÖL: 17 Nisan 1981’de işkencede öldürüldüğü öne sürülüyor.
HÜSEYİN TAŞKAYA: Siverekli Hüseyin Taşkaya, 6 Aralık 1993’te evinden alındı.
KASIM ALPSOY: Adana’da, Mayıs 1994’te gözaltına alındı. MURAT YILDIZ: İzmir’de, 23 Şubat 1995’te gözaltına alındı.
HASAN OCAK: Gazi olaylarının hemen ertesinde, 21 Mart 1995’te İstanbul’da gözaltına alındı. Cesedi 26 Mart’ta Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda bulundu. RIDVAN KARAKOÇ: Ocak’tan bir gün önce kayboldu. Cesedi aynı mezarlıkta bulundu.
İSMAİL ŞAHİN: 1995’ten bu yana haber alınamıyor.
FEHİM TOSUN: Diyarbakır’da, 19 Ekim 1995’te evinden telsizli bir grup tarafından alındı.
ABDURRAHMAN COŞKUN: Dargeçit’te, 29 Ekim 1995’te gözaltına alınan yedi kişiden biri de 18 yaşındaki Coşkun’du. Coşkun ile 13 yaşındaki Seyhan Doğan, 21 yaşındaki Abdullah Olcay, 18 yaşındaki Mehmet Emin Aslan, 13 yaşındaki Nedim Akyol ve 12 yaşındaki Davut Altunkaynak’tan bir daha haber alınamadı. TOLGA BAYKAL CEYLAN: 11 Ağustos 2004’te İğneada’da jandarma bölgesinde kayboldu.



“Cumartesi Anneleri’nin acısı şehit acısından da derin”
‘İlk şehit’ Süleyman Aydın’ın ağabeyi Cumartesi Anneleri’ni izledi: “Benim dua edecek kabrim var. Faili meçhuller beni daha çok üzüyor.”

Erzincan’a bağlı Pertekli Köyü’nde, sekiz çocuklu Aydın ailesinin en küçük çocuğuydu. Babasını kaybettiğinde henüz yedi yaşındaydı. İlkokula Erzincan’ın Pertekli Köyü’nde başladı. En büyük desteğinden yoksun kaldığı için İstanbul’un yolunu tuttu. Ağabeyi Ahmet, hem ağabeylik hem babalık edecekti ona. Ortaokulu Çağlayan’da, liseyi önce Beylerbeyi’nde, sonra Bilecik Meslek Lisesi’nde okudu. Bilecik’te başarılı bir öğrenci olarak mezun oldu. Askerlik vakti gelmiş çatmıştı. Üniversite yerine askere gitmeyi tercih etti. 

Bu özgeçmiş 15 Ağustos 1984 günü saat 21.30 civarlarında PKK’nın ‘atılım’ diye nitelendiği Eruh- Şemdinli baskınlarında şehit düşen, 1962 doğumlu Süleyman Aydın’a ait. Er Aydın’ın dökülen kanı, 27 yıldır devam eden savaşın ilk resmi şehidi olarak kayıtlara geçti.

Resmi kayıtlara göre Türkiye’nin ilk şehidiydi Süleyman Aydın. Ailesi büyük bir travma içerisindeydi. Aydın’ın ölümü binlerce ölümün sadece başlangıcıydı. Aradan çeyrek asır geçti. “Eğer yaşasaydı askere gidecek yaşta çocuğu olurdu” diyor abisi Ahmet Aydın: “Kardeşim 21 yaşındaydı. Askerliğinin sekiz ayında nöbet beklediği karakolda nerden geldiğini bilmediği kurşun canını aldı. Bize sadece ‘Karakola baskın yapıldı yaralılar var, Süleyman şehit olmuş’ denildi. O zamanlar daha 34 yaşındaydım, ‘Kim, neden öldürdü kardeşimi’ sorusuyla yaşıyordum. 27 yıldır bu devletten ve siyasi otoriteden bunu cevabını aradım ama daha bulamadım.”

Aydın, olayın gerçekleştiği dönemlerde İstanbul’da yaşayan biri olarak kardeşinin askerlik yaptığı Eruh’u nasıl değerlendirebileceğini bilmediğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Yirmili yaşlarda bir genci kaybetmenin ne olduğunu Edirnekapı’ya gidin ve görün. Oradaki bir anneye sorular sorun, gözyaşından başka bir cevap alamazsınız. Bütün analar aynı duyguyu paylaşır. Kardeşim ölümü için şehitlik maaşının bağlanmasını istediler, ben karşı çıkmıştım. Çünkü halk arasında ‘bedel olarak para alıyorlar’ söylentisinden rahatsız oluyordum. Annem bir köylü kadınıydı. Herhangi bir geçim kaynağı olmadığından şehit maaşını sonradan kabul etmişti.”
Annesiyle de görüşmek istediğimi söyleyince “Annem 96 yaşında, üstelik kalp yetmezliği var. Heyecanlanmaması ve yorulmaması gerekir” diyor Ahmet Aydın.

‘Yaşamasıyla gurur duyardım’ 
Aydın, her cumartesi Taksim Galatasaray’da eylem yapan Cumartesi Anneleri’nin acısını da çok iyi anladığını söylüyor: “Çünkü benim kardeşimin, Fatiha okuyacak bir kabri var. Ya onların nerde, nasıl, ölüler mi, sağlar mı? Sorularıyla yatıp kalkıyorlar. Bu annelerin suçu günahı ne? Bu ülkede 17 bin faili meçhul olup da bunların aydınlığa kavuşturulmaması beni daha çok üzüyor. Bu kadar faili meçhul cinayeti olan bir ülkede siz neyin araştırmasını yapacaksınız? Derin devletin mi, Kürt realitesinin mi? İnsan sorumluluğunu hangi anlamda değerlendirelim. Ben kardeşimin ölümüyle değil, yaşamasıyla gurur duyardım; çünkü onun yaşaması bu ülke ve ailesi için daha hayırlısıydı.”

Aydın’ın Dersim ile ilgili söyledikleri de dikkat çekici; “1938 Dersim isyanında binlerce insanın başkaları tarafından öldürülmesi, genç kızların kendini Fırat’ın sularına atmasının canlı tanığı benim dedem. Şimdi soruyorum, bu ülkede 1938’den bu yana hangi kronik sorun çözüm buldu? O zaman şunu düşüneceğiz: Biz toplum olarak ne yanlış yaptık? Nasıl hatalarımızı düzelteceğiz?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder